Polis elbiseleri giymiş hükümet üyelerinin tekmili birden o gün Dolmabahçe’deydi. Öğrencilerin üzerine ilk gazı içişleri bakanı sıktı; sonra diğerleri. Gazı yiyip gözünün yaşını silmeye çalışan öğrencilere arkadan ilk copu başbakanın bizzat kendisi indirdi. Gaz ve copun etkisiyle yere yığılan öğrencileri emniyet müdürü Çapkın ve yardımcıları tekmelemeye başladı. Sonra YÖK, MÖK geldi. İki polisin sürükleyerek polis […]
Polis elbiseleri giymiş hükümet üyelerinin tekmili birden o gün Dolmabahçe’deydi. Öğrencilerin üzerine ilk gazı içişleri bakanı sıktı; sonra diğerleri. Gazı yiyip gözünün yaşını silmeye çalışan öğrencilere arkadan ilk copu başbakanın bizzat kendisi indirdi. Gaz ve copun etkisiyle yere yığılan öğrencileri emniyet müdürü Çapkın ve yardımcıları tekmelemeye başladı. Sonra YÖK, MÖK geldi. İki polisin sürükleyerek polis aracına götürmeye çalıştıkları bir öğrencinin karşısına çıkan komando eskisi Mümtaz bir şahsiyet, öğrencinin öne düşmüş başını yukarı kaldırarak tek yumrukta burnunu kırdı. Arınç arada dolaşıp ‘yapmayın, etmeyin…’ diyordu; ama dinleyen yoktu.
Az ötede tarih öncesinden kalma kimi yaratıklar, genç bir kızın karnını deşmekle meşguldu.
Dolmabahçe’deki şiddetten sizin belleğinizde neler kaldı bilemiyorum; ama bende yukarıdaki fotoğraf kaldı. Gaz tabancası ve copu tutan polisin elini iktidarın güçlü, kaslı, kıllı, hoyrat eli tutuyordu. Ama hemen herkes olayı ‘polis saldırısı’ olarak tanımladı. Gördüğümüz buydu diyeceksiniz kuşkusuz; ama bu tanımı okuyan, TV’lerden duyan insanların algısı bu yönde şekillenerek, tüm suç polise yüklenmekte, iktidarın işlevi ya gözden kaçmakta ya da önemsizleştirilmektedir. Her iktidar döneminde aynı giysiler içindeki polisin benzer şiddet uygulaması ve bu iktidar döneminde polis amirlerinin kameraları görünce polislere, ‘etmeyin, vurmayın…’ gibi ‘iyi polis’ rolleri de bu algıyı, yani polisin kendi iradesi ile öğrencilere saldırdığı algısını pekiştirmektedir.
Kimi iktidar sözcülerinin, yazar-çizer takımının sürekli ‘polis şiddeti’nden söz etmesi de şiddetin gerçek sorumlularının gözden kaçmasına neden oluyor. Yılların vekili Kamer Genç bile meclisteki konuşmasında şiddet kullanan polisler hakkında soruşturma açılmasını istiyor; tıpkı ‘eşeğini dövemeyen semerini döver’ atasözündeki gibi.
Dolmabahçe’deki zulmün arkasında kimlerin olduğunu çok iyi bilenlerden birisi olduğunu sandığım Sırrı Süreyya Önder 7 Aralık 10 tarihli Radikal Gazetesindeki köşesindeki ‘Zulm İle Abad Olan Sonunda Berbad Olur’ başlıklı yazısına, “Copu ölümüne sallayan, kimyasal gazı böceğe sıkar gibi sıkan memur, sözüm sanadır.” diye başlayarak polislere bir güzel öğüt vermiş; nasıl kullanıldıklarını anlattıktan sonra, “Bu da bir ananın, babanın evladı” demeden vurduğun gençlerin içinde senin kardeşlerin var. Herkese eşit eğitim hakkı istiyorlar. “Bunun bana ne zararı var?” diye bir an olsun düşünmez mi insan?! diye polisi öğrencilerle duygudaşlığa çağırmış, şöyle sürdürmüş:
“Yoksul, yoksulu kokusundan tanır. Onlara sığın, seni hayatında hiç görmediğin bir insanlıkla kucaklayacaklardır. Bu gençlerin düşlediği dünya gerçekleştiği gün, onlar oturup, “Bu insanlar bundan da iyisine layık” diyerek yeni düşler kuracaklar, emin ol…
Bu sözlere elbette katılmak isteriz; ama bu mektup işkencenin asıl sorumlularının saklanmasına katkıda bulunmuyor mu sizce? Bu yazıyı okuyan ortalama bir okuyucunun bu konudaki algısı ‘saldırganın polis olduğu’ şeklinde gelişmez mi?
Polis dediğin ’emir kulu’dur; amiri, müdürü ne derse onu yapacaktır. Yapmazsa işinden olur, terfi alamaz, arkadaşlarının yanında fırça yer vb. Bundan daha önemlisi siyasi iktidar polisi ideolojisi doğrultusunda eğitir; karşıtlarını Allahsız, Vatan-Millet haini, gizli örgüt üyesi, demokrasi ve özgürlük düşmanları vb. olarak tanıtır. Kısacası polisi siyasi karşıtlarına karşı kinlendirir. Zaten iktidar, polisi kendi ideolojisini benimseyenler arasından seçmiştir. Öyle olmasa bile polis kendisini iktidardaki partiye göre konumlandırır. Polis şiddetinin arkasında siyasi iktidarların olmayacağını düşünmek ahmaklık değilse eğer, ikiyüzlülüktür. ABD’yi yeniden keşfe gerek yok; silahlı güçlerin, egemen sınıfın ezilen sınıfları baskı altında tutmak için kullandıkları bir araç olduğunu sosyal bilimciler yüzyıllar öncesinden beri söylüyorlar. Bunu hep yaşıyoruz, yaşayacağız. İktidar kanadının demeçlerine bir bakın; hepsinde polisi kışkırtma, yüreklendirme vardır; öyle ki kimileri öğrencilerin polise saldırdığını söyleyebilecek kadar şirazeden çıkmıştır. Bu hastalıklı algı ve tavır, ahlaksız kapitalist sistemin insan beynini ne hale getirdiğinin basit bir örneğidir. Şiddeti fazla bulan, sözüm ona tarafsız görünmeye çalışan iktidar yanlıları da ‘ama… ama…’ diyerek zulme dolaylı yollardan destek çıkmaktadır.
Ülkemizde siyasi iktidarlarca yapılan hukuka, ahlaka, insanlığa, dine-imana uygun olmayan pis işlerin faturası daima hiyerarşinin en alt basamaklarındakilere çıkarılmaktadır. Bunun en açık örneğini Hayata Dönüş Operasyonunda gördük. Katliamın ceremesi, bu olayda en son ve en az sorumlulukları olan erlere çıkarılmak istenmektedir. Dönemin adalet bakanı TV’lere sırıtarak ortalıklarda dolaşırken, bırakınız emri veren paşaları, erlerin başında mutlaka olması gereken düşük rütbeli subaylar bile yok ortalıkta.
Dolmabahçe’deki polis şiddetinin arkasında siyasi iktidar vardır; siyasi iktidarın temsil ettiği sınıf ve zümreler vardır. Hükümetin ve hele başbakanın oluru olmadan polisin böyle bir şiddet uygulayabileceğini düşünmek, doğrusu akla yatkın görünmüyor. Başbakan ve çevresi gizli gizli değil, açıkça polisi yüreklendiriyor. Salt bununla da yetindiklerini sanmıyorum. Eylemlere Tekel işçilerinin eyleminde olduğu gibi “PKK gölgesi”nin düşürülmek istenmesi, gizli örgüt yakıştırmaları, molotof kokteyli yalanları kitlelerdeki algıyı saptırmak içindir ve aynı zamanda şiddetin süreceğinin göstergesidir. Başbakanın 12 Eylül faşistlerinin ve yardakçılarının ‘ideoloji’ kavramına yüklemek istedikleri çarpık algılamaları çağrıştırmak istemesi de bundandır.
Her şeyin en doğrusuna ulaşma olanağı bulunan başbakanın yukarıda değindiğim çarpıtma ve yalanları trenin raydan çıkmak üzere olduğunun bir göstergesidir. Sonuçlarını kimse kestiremez.
Şiddet, sömürü ve yağmanın bir türevidir; bunlar sürdükçe şiddetin süreceğinden kuşku duyulmamalı. Bu nedenle şiddetin asıl sorumluları sömürü ve yağmadan pay alanlarla onların temsilcileridir.
Şiddetle sömürü at başı gider.
Yukarıda sözünü ettiğimiz yazar, mektubunu polisler yerine başbakana veya iktidarın zengin ettiklerinden birisine yazsaydı bence yazı muhatabını bulmuş olur, kitlelerde doğru algıların oluşmasına katkıda bulunurdu.
Tüm bunlardan polisi temize çıkardığım sanılmaz herhalde.
Kişilerle ve kurumlarla, onların sistemle bağını kurmadan ya da sistemle bağını abartarak yaptığımız saptamalar bize fayda yerine zarar getirir; sistem, kişi ve kurumları değiştirince, ki öyle yapıyor; dolap beygiri gibi aynı çember üzerinde koşar durur, ahlaksız kapitalist düzene direnmede bir adım ileri gidemeyiz.
13 Aralık 2010