Türkiye’nin son bir ayı harflere dökülürse yıldızı parlayan sözcük muhtemelen “yumurta” olacaktır. Aralık ayının birinci yumurta vakası, 8 Aralık günü Burhan Kuzu’nun Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde karşı karşıya kaldığı protestoydu, ki bu protesto günlerce gazete manşetlerini ve ana haber bültenlerini meşgul etti. İkinci vaka ise solun kendi içinde sert tartışmalara neden olan 11 Aralık tarihli Roni […]
Türkiye’nin son bir ayı harflere dökülürse yıldızı parlayan sözcük muhtemelen “yumurta” olacaktır. Aralık ayının birinci yumurta vakası, 8 Aralık günü Burhan Kuzu’nun Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde karşı karşıya kaldığı protestoydu, ki bu protesto günlerce gazete manşetlerini ve ana haber bültenlerini meşgul etti. İkinci vaka ise solun kendi içinde sert tartışmalara neden olan 11 Aralık tarihli Roni Marguiles protestosu.
Aslında her iki olayda da, olayların kendileri değil, onlara karşı üretilen tepkiler ve karşılıklı tartışmalar daha dikkate değer.
İkincisine sonra değinmek üzere önce birincisini konuşalım.
Burhan Kuzu protestosundan sonra yapılan tartışmaların ana ekseni “şiddet” oldu. Başta yumurtalara maruz kalan Burhan Kuzu olmak üzere Başbakan dahil birçok iktidar partisi mensubu bakan ve milletvekili, onların yanında birçok gazeteci ve akademisyen yaşanan olayı bir şiddet eylemi olarak değerlendirdiler. Hatta başbakan ve Burhan Kuzu bunu bir adım ileri götürerek gizli örgüt bağlantılarına işaret ederek militer şiddet iması yaptılar.
Oysaki -çok söylendi ama, bir kere daha tekrar etmekte fayda var- yumurta atmak, dünyanın her yerinde meşru bir protesto yoludur. Yumurta, atılan kişiyi yaralamaz; sadece, tabiri yerindeyse, fiyakasını bozar. Çıkmaz ya, zorlayarak yumurtadan şiddet çıkarılsa bile ortada yanlış olan bir şeyler var. Olaydan sonra iktidar mensupları ve muhipleri tarafından çizilen tablo, öğrenciler ile devlet gücü arasında simetrik bir güç ve şiddet ilişkisi olduğu görüntüsünü yaratma amacındaydı. Protestoyu yapan öğrencilerden birinin daha sonra bir televizyon konuşmasında söylediği gibi, öğrenciler ile iktidar arasında eşitler arasında bir ilişki varmış gibi gösterilmeye çalışılıyordu. Oysaki Burhan Kuzu yaklaşık 250 sivil polis eşliğinde SBF’yi adeta basarken öğrencilerin sözlerinden ve yumurtalarından başka bir şeyleri yoktu. Ancak, bütün muktedirlerin olduğu gibi AKP de gerçeği tersyüz etmekte ustalığını gösterdi ve var olan gerçekliği tahrif edip başka bir şeymiş gibi sundu. Akıl ve vicdan sınırları zorlanarak Başbakan’ın rektörlerle yaptığı toplantıyı protesto eden öğrencilere İstanbul polisinin uyguladığı şiddetle öğrencilerin Burhan Kuzu’ya yaptığı protesto bir ve aynıymış gibi gösterildi; hatta başbakan polisin yaptığını onaylarken öğrenciler için terörist iması yaptı.
Tahrifat karşısında aydınlar
Gerçeğin tahrif edilmesi sürecinde rıza üretimi işi elbette ki organik aydınlara düşer. Yumurtanın organik olanı iyidir lakin aydının organiği pek muteber sayılmaz. Edward Said, ‘Entelektüel’ adlı eserinde iktidar karşısında hakikati söyleyebilenin aydın olduğunu söyler. Bir kısmı iktidarla doğrudan organik bağ içinde olan, bir kısmı da iktidarın yarattığı dilin etkisinde kalan birtakım köşe yazarları ve akademisyenler, öğrencilerin tepkisini şiddet olarak değerlendirme yoluna gittiler, iktidar karşısında hakikati söylemek yerine iktidarın inşa ettiği hakikatleri yaymayı tercih ettiler. İktidarı eleştirirken bile öğrencilerin yaptığının şiddet olduğu şerhini düşme ihtiyacı hissettiler. Yani yumurtayla copu bir tuttular. Teşbihte hata olmaz derler; bir örnekle açmaya çalışayım. Elinde sapanla karşısındakine taş atan yüzü kapalı eylemcinin eylemi ilk bakışta şiddet eylemi gibi görünebilir. Ama foroğrafı biraz genişlettiğinizde gördüğünüz, mekanın Gazze, taş atanın karşısındakinin ise bir İsrail tankı olduğuysa o zaman taş atanın eylemi hala şiddet eylemi midir yoksa özgürlük eylemi mi?
Hiçbir olay, olgu tarihsel, toplumsal bağlamından kopuk değerlendirilemez. Durup dururken sokakta biri gelip kafanıza yumurta atarsa bu bir şiddet eylemidir, Türkiye’nin en köklü yüksek okullarından birinde bir iktidar mensubuna yumurta atılması ise başka bir bağlamda değerlendirilmelidir. Aydın tavrı dendiğinde akla ilk gelen isim olan J. P. Sartre, Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri” adlı kitabına yazdığı önsözde Batı’nın şiddet olarak kodladığı eylem biçimlerinin sömürge coğrafyası açısından özgürleştiriciliğinden bahseder. Dolayısıyla “şiddetin hiçbir türünü onaylamıyorum” retoriğiyle copu, gaz bombasını yumurtayla eşitlemeye çalışanlara hatırlatmak lazım: Bu memlekette durup dururken polis kurşunuyla ölmek artık vaka-ı adiyeden sayılırken ben henüz yumurtayla herhangi bir yeri incinen siyasetçi görmedim.
Margulies olayı
Bu ayın ikinci yumurta olayına gelince; Taraf gazetesi yazarı ve Devrimci Sosyalist İşçi Partisi üyesi Roni Margulies Çanakkale’de insan hakları konulu bir panelde yumurta ve boyaya maruz kaldı. Düşünce olarak kendisine çok uzak olsam da kendime Burhan Kuzu’dan kat be kat daha yakın gördüğüm Roni Margulies’e yapılanı meşru görmek mümkün değil. Protesto, iktidara yöneldiğinde anlamlıdır; sağ bir iktidar karşısında kendine sol diyen muhalefete değil. Roni’ye yapılan protesto, yer ve zamanlama bakımında ne kadar anlamsız olsa da, bu olayda da ortaya çıkan tehlikeli bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerek. Gerçek, bu olayda da tahrif edilmeye çalışıldı ve protestocu öğrencilere fazlasıyla haksızlık edildi. Protestonun ardından açıklama yapan Margulies’in partisi olayı “ırkçı saldırı” olarak değerlendirdi. Daha sonra çeşitli mecralarda bu olay ırkçı bir saldırıymış gibi gösterildi. Oysaki protestoyu yapanlar, defalarca tepkilerinin Margulies’in etnik kökeniyle bir ilgisinin bulunmadığını, protesto ettiklerinin onun politik tutumu olduğunu belirttiler. Bu açıklamalara rağmen bazı köşe yazarları, niyetleri konusunda şüpheye düşürecek biçimde bu olayı Ermeni konferansında atılan yumurtalara, bazıları ise açık bir kötü niyetlilikle Hrant Dink’in katline benzettiler (bazı sivri akıllılar da bu olay vesilesiyle Burhan Kuzu’yu ve polis şiddetini aklamaya çalıştı). Oysaki Ermeni konferansında atılan yumurtalar, 6-7 Eylül olaylarını, faili meçhul cinayetleri, Hrant Dink’in katledilmesini ve daha nice katliamı kapsayan bir zihniyet dünyasının ürünüydü. Yumurta atan öğrencileri bunlarla suçlamak haksızlık, vicdansızlık, akılsızlıktır. Roni Margulies de çok iyi bilir ki, önceki gün Burhan Kuzu’yu protesto edenler kendisine etnik kökeni nedeniyle saldırmaz.
Yine yukarıda adı geçen yapıtında Edward Said “Aydının başlıca faaliyetlerinden biri, otoritenin sorgulanmasıdır” der. Zor kullanma tekelini elinde bulunduran devlet ile üniversite öğrencileri arasında tam ortada durmak, otoriteyi sorgulamak değil, onu meşrulaştırmak ve zımnen desteklemek anlamına gelir. Yasin Ceylan, 19.12.2010 tarihli Radikal İki’ye yazdığı yazıda iktidarının ilk yıllarında kendisi gibi olmayan kesimlerin, özellikle sol ve liberal çevrelerin desteğini almaya çalışan AKP’nin artık bu desteğe ihtiyaç duymadığını ve çanların bu kesimler için çaldığını belirtmişti. Çok yerinde olan bu tespitten yola çıkarak sol liberal aydınlar bilmelidirler ki “political correctness” adına inşa ettikleri “eşit mesafe” miti, iktidarın gücüne güç katmaktan başka bir işe yaramıyor.
Yumurta ile gaz bombası arasındaki asimetri, ezen ile ezilen arasındaki kadim eşitsiz ilişkinin besberrak bir ifadesi olarak duruyor karşımızda.
*Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi