Kürtler atakta. İki dilliliğe fiili geçiş tartışmalarının ateşi soğumadan, “ayrı bayrak”, “ayrı marş”, “ayrı kolluk kuvveti” taleplerinin öne çıktığı bir “Demokratik Özerklik Projesi”yle gündeme yeniden yön verdiler. Burada sorulacak soru “Kürtler neden aşırı talepler ileri sürüyorlar?” değil. Çünkü, çözüm için “müzakere” sürecinin doğası, tarafların kendi çözüm programlarını ortaya koyması ve tartıştırmasıdır. Ve her pazarlık “en […]
Kürtler atakta. İki dilliliğe fiili geçiş tartışmalarının ateşi soğumadan, “ayrı bayrak”, “ayrı marş”, “ayrı kolluk kuvveti” taleplerinin öne çıktığı bir “Demokratik Özerklik Projesi”yle gündeme yeniden yön verdiler.
Burada sorulacak soru “Kürtler neden aşırı talepler ileri sürüyorlar?” değil. Çünkü, çözüm için “müzakere” sürecinin doğası, tarafların kendi çözüm programlarını ortaya koyması ve tartıştırmasıdır. Ve her pazarlık “en yüksek fiyattan” başlar.
Sorulması gereken asıl soru, iktidarın sorunun çözümüne ilişkin herhangi bir politika sunamamasının ne anlama geldiği.
İktidarın dilinden düşürmediği “Demokratik Açılım” torbasının dibi, Habur’un ardından yaşanan U-dönüşüyle çoktan delindi; içinde ne varsa döküldü gitti. Geçtiğimiz hafta “koster arızası” veren “diyalog-müzakere arası sürecin”, AKP’nin referandum ve genel seçim takvimi ile PKK’nin yeniden başlattığı silahlı mücadele arasında sıkışmasıyla başladığını (veya salt seçime kadar ateşkes sağlamak için başlatılır gibi yapıldığını) da biliyoruz.
Yani büyük bir olasılıkla iktidar, son pazarlığa cebi boş oturdu. Bu nedenle de Kürtler konuştukça, çözüm önerilerini dile getirdikçe, hükümet polis çağırıyor. Son olarak BDP’nin kapatılması gündeme getirildi.
Türkiye Sosyalist Hareketi’nin “Demokratik Özerklik Projesi Taslağı”nı doğru anlaması önemli.
Selahattin Demirtaş’ın dile getirdiği gibi, “bu sadece bir taslak”, “bir grup arkadaşın sunduğu bir tartışma metni”. Taslak, Çalıştay’da yalnızca “tartışılmış”, karara dönüştürülmemiş. Genel bir tartışmaya konu edilmesi için de kamuoyuyla paylaşılmış. Yani bu “taslağın” Kürtlerin çözüm programına dönüşmesi için hem Kürt özgürlük hareketi içinde, hem de genel politika düzleminde imbikten geçirilmesi gerekiyor.
Demokratik Toplum Kongresi bünyesinde tartışmaya sunulan bu taslağın sosyalistler açısından en önemli yönü, Kürt sorununun çözümünü, adını koymaksızın, bir devrim sorunu olarak ortaya koymasıdır.
Marks’ın toplumsal devrimi tasvir ederken dile getirdiği karakteristik özellik, Taslağın Kürt sorununun çözümü için önerdiği modelde de görülüyor. Marks, “eskisinin yerini alarak” toplumsal devrimi gerçekleştiren “yeni devrimci sınıfın” “kendisini, bir sınıf olarak değil de, hemen bütün toplumun temsilcisi olarak sunduğunu”, “bunun onun için olanaklı olduğunu” söylüyordu. Taslak da, “Demokratik Özerklik” olarak tanımladığı çözüm modelini Türkiye’nin bütününe uygulandığında Kürtlere de haklarını kazandıracak bir genel siyasi-toplumsal düzen olarak ileri sürüyor.
“Özgür birlik”lere dayalı bir “doğrudan demokrasi”, “yerinden yönetim” ekseninde örgütlenen siyasi modelin toplumsal ve ekonomik temeli de Taslak’ta ihmal edilmiyor. Demokratik Özerkliğin ekonomik modeli olarak, “Herkesin kendi işinin ve işyerinin emekçisi (“sahibi” olmalı – FK) olduğu kadın istihdamına öncelik veren azami karı hedeflemeyen kullanım değerini esas alan anti tekelci eşitlikçi dayanışmacı bir ekonomik sistem” öngörülüyor.
“Çoklukların demokratik konfederal birliği” gibi kavramların sınıfsal birlikler açısından ne anlama geldiği tartışılabilir olsa da bir bütün olarak ele alındığında, Taslak, Kürt Özgürlük Hareketinin sosyalist yöneliminin damgasını taşıyor.
Zaten bu özelliği nedeniyle Taha Akyol’dan “totaliter” damgasını yedi bile!
Kısacası Demokratik Özerklik Projesi, Kürtlerin “sol çözüm”ü.
Kürtlerin çözüm önerisinin bu “sosyalizan” biçimiyle tartışmaya sunulması, kim ne derse desin, Türkiye Sosyalist Hareketi tarafından gargaraya getirtilmemesi gereken olumlu bir şeydir. Sosyalistlere düşen, tartışmanın bu “olumlu” yönünü derinleştirmektir.
Tartışma, pekala, çeşitli mecralarda dile getirilen “Tayyip Erdoğan’ın 2004’teki özerklik planı”nın, yani neoliberal yeni sömürgecilik programının tamama erdirilmesi üzerinden başlatılabilirdi.
Taslakta, Kürtlere dostmuş gibi görünen, daha da ötesi Kürt hareketinin içinde, çevresinde yer alan liberal aydınların “bugün ne söylenirse söylensin işin varacağı yer” olarak pazarladıkları bu “çözüm” perspektifine itibar edilmemesine bakarak “rahatlanılmamalı”dır da. Çünkü “Kürt tarafı”nda, “yüksekten”, sosyalizmden açılan “pazarlığın”, “oluru”nu söylemeye, “neoliberal yeni sömürgecilik programına bağlılık sözü” vermeye hevesli kimi “sözcüler”in oldu bittileri daha şimdiden sahneye çıkmaya başladı.
Müzakereyi bu biçimde yönlendirmenin Türkiye Kürtleri açısından son derece ağır politik ve toplumsal sonuçlarının olacağını söylemek gerekiyor.
ABD’nin Irak’tan çekilmesinin muhtemel bir sonucunun Irak Kürdistanı Federe Yönetimi’nin “bağımsızlık ilanı” zorunluluğuyla yüz yüze gelmesi olduğu biliniyor. Türkiye politikasının ABD ile çatışmadan böylesi bir durumu “idare edebilmesi” için “Türkiye Kürtlerinin kumandalı özerkliğine” ihtiyaç duyacağı aşikar. Bu “kumandalı özerkliğin” de “Bağımsız Filistin Devleti” ile Irkçı Güney Afrika’daki “Bantustanlar” örneğine benzer “ezilen halk hapishanelerine” dönüşmesi hiç uzak bir ihtimal değil.
Tarihsel deneyim gösteriyor ki, egemenlerin manipüle ettikleri “rejim değişiklikleri” dönüşüm değil, “yama” şeklinde oluyor.
Halkın Sesi, 24 Aralık