“Kamusal alanın ticarileştirilmesi”ni “ulusal sermaye birikimi süreci”nin bir zemini olarak tanımlayan ve milliyetçilik adına “değer verilen” yaklaşımların “milliyetçilik”le de ulusal sermaye birikimiyle de, ulusal burjuvazi yaratmayla da bir ilgisi olmadığını söylememizin bir gereği var mı? Demokratik Toplum Kongresi’nin “Kent Meclislerini güçlendirme ve yaygınlaştırma” kararı; halk örgütlenmelerine, savaşın yarattığı yıkıma ve devletin bu yıkım ortamını bir […]
“Kamusal alanın ticarileştirilmesi”ni “ulusal sermaye birikimi süreci”nin bir zemini olarak tanımlayan ve milliyetçilik adına “değer verilen” yaklaşımların “milliyetçilik”le de ulusal sermaye birikimiyle de, ulusal burjuvazi yaratmayla da bir ilgisi olmadığını söylememizin bir gereği var mı?
Demokratik Toplum Kongresi’nin “Kent Meclislerini güçlendirme ve yaygınlaştırma” kararı; halk örgütlenmelerine, savaşın yarattığı yıkıma ve devletin bu yıkım ortamını bir çürüme sürecine dönüştürme dayatmasına karşı direnme görevini yüklemesi devlet cephesinde yeni bir “hezeyan” dalgasına yol açtı.
Milliyet gazetesi, DTK kararlarını “Kürtlerin Savunma Gücü Planı” manşetiyle duyurdu.
“Fuhuş, uyuşturucu ve diğer toplumsal istismarlar” Kürt halkının bir sorunu mu, değil mi?
Kara propagandaya gelince, Kürtleri uyuşturucu kaçakçılığıyla, kapkaçla, hırsızlıkla, gaspla özdeşleştirmekten kaçınmayacaksın; Sonra Kürt halkının temsilcileri kalkıp, kendilerine yüklenen bu fiillerin “kültürel ve fiziki soykırım” sürecinde devlet tarafından dayatılan yozlaşmalar olduğunu ileri sürerek, doğrudan doğruya Kürt halkını bu yozlaşmalara karşı mücadele etmeye çağırınca bundan rahatsızlık duyacaksın!
“Acaba devlet, (son derece kuşku uyandırıcı bir biçimde 15 yıldır Türkiye’de ciddi bir operasyona konu olmayan) uyuşturucu trafiğinin tehlikeye düşmesinden mi endişe ediyor?” diye düşünüveriyor insan…
Milliyet’te yayınlanan “Kürtlerin Savunma Gücü Planı” “bombası”nın ilginç bir bölümü daha vardı. Haberin altına iliştirilen bir “ek haber”di bu. DTK 4-5 Aralık’ta Diyarbakır’da “Demokratik Özerkliğin sağlık ayağını oluşturmak için” bir “Sağlık Kongresi” düzenleyecekti. Eğitim hakkı, toplumsal yozlaşmaya karşı mücadele, yerinden yönetim organlarının güçlendirilmesinin ardından bir de sağlık alanında “Kürt inisiyatifi”nin yaratılması “tehlike”nin giderek büyüdüğünü gösteriyordu.
Habere yapılan bu ek, Eğitim, Sağlık, Yerel Ekonomi alanlarındaki çalıştayların, kongrelerin devlette ciddi bir tedirginlik yarattığını gösteriyor tabii.
Ancak “atılan bu taşlar”ın ürküttüğü kurbağalara değmediğini söylemek zorundayım.
Milliyet’in hedef gösterdiği Sağlık Kongresi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir büyük sorununu ortaya koyarak tamamlandı.
Bu sorun “sahte milliyetçilik” sorunu!
Kürt Özgürlük Hareketi’ne bir “sahte Kürt milliyetçiliği”nin musallat olduğu biçimindeki kanım DTK’nın Sağlık Kongresi’yle iyice güçlendi.
Lenin’in, “ezen ulusun devrimcilerinin, ezilen ulus milliyetçiliğini hoşgörmeleri gerektiği” biçimindeki telkinine yaşamım boyunca samimiyetle uydum. Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki “milliyetçi” tutumların tümünün öncelikle Kürt Özgürlük Hareketi’nde yer alan sosyalistler tarafından eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ancak biraz sonra tanımlayacağım yaklaşımın “ezilen ulus milliyetçiliği” ile bir ilgisi yok. Bu yaklaşım, Kürt kökenli oportünist (fırsatçı) tacirlerin, Özgürlük Hareketi’ne, milliyetçilik boyasıyla yutturmaya çalıştığı (ve ne yazık ki yutturduğu) bir zoka!
DTK’nın Sağlık Kongresi tamamlandı tamamlanmasına ama ANF’nin haberine göre “bazı maddeleri üzerinde uzlaşma sağlanamadığı için” Kurultay’ın sonuç bildirisi yayınlanamadı. ANF, Kongrede üzerinde anlaşma sağlanan maddeleri açıkladı.
Üzerinde anlaşma sağlanan dokuz maddenin çoğu, Kurultay öncesinde açıklanan hedeflerden oluşuyor. Kurultay’da yapılan “Bölge’deki sağlık hizmetlerinin yapısı”na ilişkin tartışmalardan çıkarılan sonuç, bildirge taslağının 9. maddesinde formüle ediliyor: “Ulaşılabilir sağlık hizmeti talebinin yükseltileceği bir eylem hattının tüm güçlerle örülmesi Kurucu Meclis tarafından karar altına alınır”.
İlk bakışta olumluymuş gibi görünen bir mücadele çağrısı değil mi? Ama dikkat ederseniz, sağlık hakkı mücadelesinin “formülü”nden ciddi bir indirim var! “Herkese eşit, ücretsiz, ulaşılabilir sağlık” formülü budanmış, “ulaşılabilir sağlık” kalmış geriye.
Bu “kesinti”nin arkasında yatan ise Kurultay’da ciddi bir tepki görmeden ileri sürülen bir tez: “Biz bir ulusal hareketiz. Ulusal sermaye birikimi ve ulusal burjuvazinin geliştirilmesi, ulusal bir hareketin gözetmesi gereken şeylerdir. Bu nedenle bizim, ‘sağlığın ticarileştirilmesi’ne kategorik olarak karşı çıkmamız beklenmemelidir. Biz sadece ‘sağlık piyasasının denetimi’ni öngörebiliriz”
Bu tez “Sonuç Bildirgesi”ni hazırlayan kurul tarafından kabul edilmiş olmalı ki, Kongre’de SES ve TTB yöneticileri tarafından dile getirilmiş olmasına karşın, “Herkese eşit, ücretsiz, ulaşılabilir sağlık” formülü budanmış.
Aynı zihniyet, geçtiğimiz yıl yapılan Alternatif Ekonomi Çalıştayı’nda, İstanbul’daki apartman altı fason işyerlerinin büyük Kürt şehirlerine taşınarak, “güvencesiz Kürt işçiliği”nin Kürt ekonomisinin dinamosu haline getirilebileceğini savunabilmişti. Eğitim hakkına ilişkin mücadelede, “herkese eşit, parasız, kamusal eğitim” talebinin es geçilmesi de bu zihniyetin bugüne kadarki bir başka yansıması oldu.
“Kamusal alanın ticarileştirilmesi”ni “ulusal sermaye birikimi süreci”nin bir zemini olarak tanımlayan ve milliyetçilik adına “değer verilen” bu yaklaşımın “milliyetçilik”le de ulusal sermaye birikimiyle de, ulusal burjuvazi yaratmayla da bir ilgisi olmadığını söylememizin bir gereği var mı?
Yoksulluk ve yüzüstü bırakılmışlıkla tanımlanacak “Kürt Sağlık Sorunu”nun son derece güçlü bir kamusal sağlık hizmeti olmadan giderilemeyeceği ortadayken, sağlık hizmetleri alanından kamunun tasfiye edilmesini savunmayı “milliyetçilik” olarak yutturmak nasıl bir yüzsüzlüktür!
Diyarbakır’ın göbeğine Dağkapı Meydanı’na kondurulan Alman Hastanesi, Batman’ın, Van’ın orta yerindeki Medical Park’lar ve bölgeye hücum eden diğer “sağlık eşkıyaları” nasıl bir “ulusal sermaye birikimi” zemini sunmaktadır!
Ve bireysel çıkarlarını “milliyetçilik” boyasıyla yutturmaya çalışan sahtekarlara biraz teorik bilgi: Tarih boyunca, burjuva milliyetçiliği hareketlerinin herbiri kendisinden öncekine göre daha korumacı ve daha “devletçi” olduğu ölçüde “ulusal sermaye birikimi” sağlama amacına ilerleyebilmiştir. “Serbest piyasacılık”, ezen, egemen ulusların, bağımlı, ezilen ulusları köleleştirmek için dayattıkları bir sömürü düzeneği olagelmiştir. Gerçek milliyetçilik hareketleri “ulusal sermaye birikimi” sağlama işinin “burjuvaziye bırakılamayacak” kadar ciddi bir ulusal program olduğu bilinciyle hareket etmişlerdir. Hele de 21. yüzyılda “ulusal sermaye birikimi”ni burjuvaziye havale etmek, ciğeri kediye teslim etmekten başka bir şey değildir.
Emperyalist merkezlerin dayattığı “yerelleştirme” politikalarını “bölgesel özerkliği” geliştirecek bir çerçeve olarak sunan; uluslararası tekelci sermayenin ve Türk işbirlikçilerinin operasyon merkezleri olan “Bölge Kalkınma Ajansları”nı “yerel sermaye birikimi” yönünde kullanılabilecek kurumlar olarak karşılayan; güvencesiz işçiliğin en ağır mağduriyetini yaşayan Kürt işçilerini, büyük Kürt kentlerinde aparman altı, kayıt dışı işletmelerde istihdam edip fason üretimi Kürdistan’a taşıyarak “Kürdistan’ı Çinleştirme” projeleri yapan Kürt “siyaset esnafı” ve liberal aydınlarının Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki etkinliklerini, “Sağlık Hakkı Mücadelesi”nin Kürtçe’ye tercümesine kadar yayabilme
leri doğrusu endişe verici.