Patronlara küfretseniz size kızmayabilirler, gülebilirler belki; ama elinizi ceplerine doğru uzatmaya kalktınız mı kırmızı görmüş boğaya dönerler. Şimdiki durumları tam da budur Geçen hafta bu sitede çıkan ‘Suçlu Ayağa Kalk’ başlıklı yazımda, Başbakanın Rektörlerle Dolmabahçe’de yaptığı toplantı sırasında gerçekleştirilen öğrenci protestolarına vahşice saldırılmasının tüm suçunun, bilerek ya da bilmeyerek polise yüklenmesini eleştirmiş; polisin cop tutan, […]
Patronlara küfretseniz size kızmayabilirler, gülebilirler belki; ama elinizi ceplerine doğru uzatmaya kalktınız mı kırmızı görmüş boğaya dönerler. Şimdiki durumları tam da budur
Geçen hafta bu sitede çıkan ‘Suçlu Ayağa Kalk’ başlıklı yazımda, Başbakanın Rektörlerle Dolmabahçe’de yaptığı toplantı sırasında gerçekleştirilen öğrenci protestolarına vahşice saldırılmasının tüm suçunun, bilerek ya da bilmeyerek polise yüklenmesini eleştirmiş; polisin cop tutan, zehirli gaz sıkan elinin iktidarın kirli, kıllı, hoyrat eli tarafından yönlendirildiğinden söz etmiş, salt polisi eleştirmenin yanlış algılamalara, gerçek sorumluların gizlenmesine neden olacağını anlatmıştım.
Polisin uyguladığı şiddetin azmettiricisinin AKP iktidarı olduğunu belirledikten sonra bu yazımızda da şu sorunun yanıtını araştıracağız: Acaba siyasi iktidarın elinin yanında başka bir EL ya da ELLER var mıydı? Yoksa hükümet bu suçu bir başına, salt kendi istenci doğrultusunda mı işlemiş ve işlemektedir?
Bunu anlamak için iktidar koltuğunda oturan partinin bu koltuğa nasıl oturduğunu, oturduktan sonra neler yaptığına bakmamız gerekiyor. 2002 milletvekili seçimleri öncesindeki laçkalaşmış, yolsuzlukları ayyuka çıkmış, en önemlisi yerli ve uluslararası sermaye sınıfının istemleri ile ABD emperyalizminin kimi taleplerini karşılamaktan uzak görünen dönemin Ecevit iktidarı daha yıkılmadan AKP iktidarının plan ve projesi yapılmış, uygulamaya konulmuştu bile. AKP de, evvel Allah kendilerini iktidara getirenlerin yüzünü kara çıkarmamış; var gücüyle çalışarak küresel ve yerli sermayenin ve ABD’nin istemlerini eksiksiz yerine getirmiştir: Kurumlar vergisi ve başka vergiler düşürülürken dolaylı vergiler artırılmış, krizler öne sürülerek sigortasız işçi çalıştırılmasına göz yumulmuş, asgari ücretin düşük tutulmasının ötesinde var olan işçi ve emekçi hakları birer birer yok edilmiş, kamu malları yok pahasına satılarak orada çalışan işçiler yoksulluğa tuksak itilmiş, yabancıların borsa oyunlarıyla ülke kaynaklarını yurtdışına çıkarmasına göz yumulmuş, yeni dolar milyarderleri yaratılırken geniş kesimler işsizliğin ve yoksulluğun kucağına atılmış, Ortadoğu’da ABD politikalarına destek çıkılmıştır vs. vs. vs…
Saymakla, anlatmakla bitmez bir adaletsizlik, haksızlık ve trajedidir yaşananlar.
Topluma karşı yapılan tüm bu kötülükler ve işlenen günahlar türban denilen örtü ile başarılı bir şekilde örtülmüş, açıkta kalan yerleri ‘sözde demokrasi’ şalı ile kapatılmıştır.
İşte AKP iktidarı öğrencilere copla, gazla, gözaltı ile yargı ve cezaevleri ve daha başka birçok yöntemlerle saldırırken arkasında 8 yıldır hizmet sunduğu örgütlü, gözü kara bir sınıf vardı: EGEMEN SINIF.
Bir de bu sınıfın beslediği, vicdanını, ahlakını dinini-imanını satın aldığı köşe yazarları, yorumcuları, yani yazılı ve görsel medyası, vesairesi…
Arkasında, ülkenin yönetiminde tek söz sahibi olan egemenler olmayınca, hiçbir iktidar öğrencilere böylesine saldırmayı göze alamazdı.
Polisin akıl almaz saldırısı karşısında sermaye kesiminden bir itiraz duydunuz mu? Şiddeti fazla bulanlar bile dönüp dolaşıp öğrencilerin bunu biraz da hak ettiğini söylemedi mi? Sadece TÜSİAD’dan cılız bir ses çıktı. O da aslında itiraz değil, yağmadan kendilerine üvey evlat muamelesi yaptığını sandıkları hükümete bir göndermeydi aslında.
Sermaye sınıfının öğrencilerin seslerinin başka türlü olmuyorsa ZORLA kısılmasını istemelerinin ardındaki nedenler öğrenci isteklerinde gizlidir: Öğrencilerin iktidardan istedikleri iki şey sermayeyi korkutuyor.
Bunlardan birisi PARASIZ EĞİTİM. Öğrenciler diyor ki, kökeninde adil olmayan bölüşümün yattığı yoksulluk nedeniyle birçok çocuk ve genç çağdaş eğitimden yararlanamıyor. Bu çocuk ve gençler aileleri yoksul oldukları için daha doğuştan cezalandırılmış oluyor. Toplumsal ahlaka aykırı olan bu durumun düzeltilmesi, her kademedeki eğitimin parasız olmasıyla olası.
Bunun için eğitime daha çok kaynak ayrılması gerekiyor. Bu sermayeye ayrılan kaynakların bir kısmının eğitime aktarılması anlamına geliyor. Oysa sermaye sınıfının isteği bunun tam tersi: Eğitim paralı hale gelsin, yani ticarileştirilsin ki, buraya aktarılan kaynaklar kendilerine aktarılsın. Üstelik bu işten ayrıca para kazansınlar.
İşte parasız eğitim talebine sermaye sınıfının ve onun temsilcisi hükümetin aşırı tepkisinin en önemli nedenlerinden birisi budur. Bizim için masum ve haklı olan bu istek patronların cebine uzanan bir eldir, en azından ceplerine yeni girecek ekstra paraları önlemeye yöneliktir. Patronlara küfretseniz size kızmayabilirler, gülebilirler belki; ama elinizi ceplerine doğru uzatmaya kalktınız mı kırmızı görmüş boğaya dönerler. Şimdiki durumları tam da budur.
Üniversiteli gençlik iktidarı çileden çıkaran bir şey daha istiyor: Üniversitenin asıl öznesi olarak YÖNETİME KATILMAK, dolayısıyla eğitim program ve yöntemlerinin belirlenmesinde söz sahibi olmak. Bundan doğal ve haklı bir istek olabilir mi? Gençlerin kendi geleceğini ilgilendiren, kendisi hakkındaki kararlarda söz sahibi olmak istemesi değil, istememesidir asıl hastalık, asıl sorun. Ama bu sermaye sınıfı için çok tehlikeli bir istek olarak algılanıyor. Ya sorgulayan, eleştiren, başka dünyaların olabileceğini hayal eden insan yetiştirmeye yönelik bir eğitim programı ve yöntemi isterlerse, diye ödleri kopuyor.
Dolayısıyla isteme yanıt, SOPA oluyor.
Öğrenci protestolarının toplumun mağdur edilmiş diğer kesimlerini de harekete geçirme olasılığı her zaman vardır. Öğrenciler aydınları, aydınlar toplumun diğer kesimlerini harekete geçirebilirler. Özgürlük mücadeleleri tarihinde bunun çok örnekleri görülmüştür. Bu nedenle öğrenci hareketleri dünyanın hiçbir yerinde egemen sınıflarca hoş karşılanmazlar.
Görüldüğü gibi sermaye sınıfının, öğrenci protestolarının mutlak şekilde bastırılması konusunda iktidarı yüreklendirmek için birçok nedenleri var. Her türlü boydan egemen burjuvamız 12 Eylül öncesi faşist diktanın gelmesi için nasıl çalıştı ve darbeden sonra cuntaya nasıl arka çıktıysa, benzer durumun düşük dozlu da olsa şimdi olmaması için hiçbir neden olamaz.
Karadeniz’in cennet derelerine HES yapanların ve yapacakların, kentlerde kalan son park ve meydanlara alış-veriş merkezleri dikmiş ve dikeceklerin, ormanları yakarak dünya güzeli koylarımızı betonlarla doldurmuşların ve dolduracakların, kamu işyerlerini yok pahasına satın almışların ve kalanları alacakların, kriz kriz diye ağlaşarak milyarlarca liralık kar açıklayan banka, holding ve şirketleri sahiplerinin, birkaç yıl içinde milyarder olanların ve olmak için sırada bekleyenlerin ve cümlesinin öğrencilere yapılan insanlık dışı hareketi keyifle izlediklerinden zerre kadar kuşku duymuyorum.
Polisin copunu, gaz tabancasının tetiğini tutan iktidarın kirli, hoyrat ve kıllı elinin yanında sermayenin kimi 12 Eylülden kalma kanlı ellerini net bir şekilde görebiliyorum.
O ellerin yanında hayal meyal görünen dördüncü el neyin nesi ki? Bu el; 1963’te Vietnam’a, 1980’de bizim başımıza, 2002’de Afgan halkının başına, 2003’te Irak’a ve birçok mazlum ulusun başına inen emperyalist sopayı tutan elin gölgesidir.
Öğrencilerimizin tepesine indirilmeye çalışılan sopa, Yunanistan, İngiltere, Fransa ve başka birçok ülke öğrencilerinin tepesinde de
sallanan sopadır.(1)
Bu sopa, ahlaksız neoliberal sistemin KÜRESEL sopasıdır. Bu sopayı zalimlerin, kan içicilerin elinden alıp parçalamak tüm insanlığın boynunun borcudur.
19 Aralık 2010
Dipnot:
(1) Ülkemiz ‘ileri demokrasi’ye geçtiği için, gençlerimizin başına inen sopalar haliyle daha sert oluyor.