Hayatın anlamını, kimi insan resimlere sığdırır, kimi insan da şarkı sözlerine ve aslında çok şey anlatır. Hayatta iki ölüm vardır. Birincisi, yaşıyorsun fakat çoktan göçüp gitmişsin, haberi bile olunmayan yaşayan ölüsün; ikincisi, yaşamı uğruna ölecek kadar seven insanların yaşam mücadelesinin yoludur Biz de Mardin Eğitim-Sen İşçi Filmleri Atölyesi olarak tam da bu yaşam mücadelesinde var […]
Hayatın anlamını, kimi insan resimlere sığdırır, kimi insan da şarkı sözlerine ve aslında çok şey anlatır. Hayatta iki ölüm vardır. Birincisi, yaşıyorsun fakat çoktan göçüp gitmişsin, haberi bile olunmayan yaşayan ölüsün; ikincisi, yaşamı uğruna ölecek kadar seven insanların yaşam mücadelesinin yoludur
Biz de Mardin Eğitim-Sen İşçi Filmleri Atölyesi olarak tam da bu yaşam mücadelesinde var olmak için çıktık yola, bu hafta perdemizde AV! SU! MAİ! vardı. Yönetmen; Türkiye’ye Kürt sorununu tanımak için gelen ve Diyarbakır’da düzenlenen Mezopotamya Sosyal Forumu’na katıldıktan sonra Hasankeyf ve barajla tanışan, Arjantin asıllı gazeteci Alejandro Haddad. Belgeselimiz ise Haddad’ın, Batman Hasankeyf’i Yaşatma girişimi ile ortaklaşa hazırladığı bir belgeseldir: AV! SU! MAİ!
Baraj suları altında kalacak olan bölgenin Kürtleri, Türkleri ve Arapları etkilemesinden-etkileyeceğinden, belgeselin ismi Kürtçe, Türkçe ve Arapça olan AV, SU, MAİ olmuş. AV SU MAİ, hayatı savunmanın bir çığlığıdır. Aynı zamanda bir protesto çığlığıdır.
Belgeselde sular altında kalacak Hasankeyf’ten çok Ilısu barajından sonra sular altında kalacak olan 200 köy ve o köylerde yaşayan insanlara dikkat çekilmektedir. Türkiye’de önceden inşa edilmiş barajlardan (Atatürk, Birecik, Karkamış) edinilen deneyimlerde de görüldüğü gibi bu bölgelerdeki insanların büyük bir çoğunluğu ya göç etti ya da fakirleşti. Daha fazla iş, tarım faaliyetlerinin kuvvetlendirilmesi, yerel altyapının ve yaşam kalitesinin artırılması vaatlerinin hiçbiri yerine getirilmemiştir. Ilısu bölgenin çıkarlarına katkıda bulunmak için değil, aksine, büyük ölçekli endüstrilere elektrik üretmek için inşa ediliyor. Eğer tarlalar sular altında kalırsa, 10 binlerce insan çevre bölgelerde aynı niteliğe sahip bereketli topraklara göç etmek isteyecek fakat yeterli miktarda arazi olmadığından geçim kaynaklarını kaybedecek. Halk, işsizliğin kendilerini fakirliğin içine sürükleyeceği kentlere göç etmeye zorlanacak.
Dicle vadisi ve Hasankeyf dünyanın en ilgi çeken bölgelerinden biri, dünya kültür ve doğa mirası yüksek biyoçeşitlilik, tarihi ve dini önemi, burada bulunan kültürel zenginlikler, turizm ve pozitif bölgesel kalkınma için mükemmel bir yapı sunuyor. Bölgeye hâlihazırda her yıl bir milyondan çok insan gidiyor. Projenin yatırım maliyetinin çok küçük bir bölümüyle, bölge ekonomisi insanlara çok parlak bir gelecek sunarak geliştirilebilir. Ilısu barajı, bu kalkınma çalışmalarının önündeki tek engeldir. Ilısu barajı tamamlandığında, Türkiye’nin enerji ihtiyacının sadece %1’ini karşılayacak. Bunun karşılığında, elindeki en değerli ve benzersiz dünya mirasını kaybetmiş olacak. Türkiye, büyük barajlar inşa etmek yerine enerjiyi noktasal ölçekte üreten (rüzgâr ve güneş enerjisinden faydalanarak) projelere yatırım yapmalıdır.
Yine, Hasankeyf UNESCO’nun on ‘Dünya Mirası Kriterleri’nin dokuzunu birden sağlayan dünyadaki tek yer. Çin Seddi 5, Mısır Piramitleri 3 ve Amazon Ormanları 2 kriter ile Dünya Mirası ilan edilmişken, Hasankeyf, Ilısu barajının suları altında bırakılmak isteniyor.
Avrupa ülkeleri ve yatırım bankaları, doğaya ve kültürel mirasa vereceği zararlar nedeniyle 2009 yılında Ilısu baraj projesinden geri dönüşümsüz olarak çekildi. Ne var ki, Yönetimindeki Çevre ve Orman Bakanlığı çağın gerisindeki bu projeyi uygulamakta ısrar ediyor. Garanti bankası ve Akbank ise baraja finansman sağlayarak, Dünya Mirası Hasankeyf’in yok olmasına ön ayak oluyor.
Buna bağlı olarak da, coğrafyanın egemen olunamayan asi topraklarının suyla doldurularak, düzleştirilmesi çalışmaları yürütülüyor, nehirlerin yolu ardı ardına barajlarla kesiliyor. Uygarlıkları yaratıp besleyen sular, hayatların, medeniyet izleri ve kalıntılarının cellâdı yapılıyor. Dicle ile Fırat nehirlerinin gövdesiyle yan kolları, Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ve Ezidilerin yaşadıkları toprakları suluyor, ilk yerleşimden beri, kıyılarında yeşeren medeniyetlere hayat veriyor. Tarih yaratan suların, günün birinde medeniyetlerin izlerini yok eden canavara dönüştürülebileceği hiç kimsenin aklına gelmemişti.
Ama gerçektir ki, ilkin yerleşik hayata can veren, Mezopotamya kültürünü yaratan Dicle ile Fırat bentleşiyor, bu medeniyetlerin cellâdı haline getiriliyor. İlk çalışmalar, 1950’lerde kızışan soğuk savaş döneminde başladı. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yardımıyla, suları bastırma, sindirip pazar konusu etme, Mezopotamya’yı teslim alma silahına dönüştürme çabasıdır bu. Anadolu’dan doğan Dicle ile Fırat, Suriye ve Irak’taki hayatı da sulayıp, güç kattıktan sonra denize ulaşıyordu. İki nehir önemli nitelikte olmasa bile ulaşımda da kullanılıyordu. ABD’nin, düşmanın can damarını kesme amacı, Türkiye sermayesinin de sudan elektrik elde etme çabasıyla birleşince, daha sonra doğa ve medeniyet kalıntılarının cellâdı kesilecek baraj inşaatları başlıyordu sinsice.
Türkiye 2001 yılında ekonomik kriz içindeydi. Tarım ürünlerinin gelirini de rehin ederek kapı kapı dolaşıyor, dünyada borç para arıyordu. Ekonominin tükenip dibe vurduğu, yatırımların durduğu, sıradan insanların ekmek bulamadığı ülkede; egemenler, Hasankeyf, Fırtına deresi ve Dersim dağlarını, yar ve vadilerini birleştirip, dümdüz edecek yatırımlarla meşguldü. Onlara hayat veren su, önüne çıkanı yok eden bir cellâda, canavara dönüştürülüyordu amansızca.
Özcesi, su hayattır. Mezopotamya kültürünü yaratmış, dünyanın uygarlık beşiği bu bölgede Dicle ile Fırat, ön kıyılarında Asur, Sümer, Babil ve Elam kültürleri fışkırmış durumda. Kimin aklına gelebilirdi, tarihin miladı kabul edilen Peygamber İsa’nın doğumundan 2000 yıl sonra, aynı suların, bu medeniyetlerin boğazına ölüm kemendi olarak geçebileceğini?
Sudan cellâtların dalgalandığı Mezopotamya kültürü ki, ekinlere ilk hayat verendi. Aletleri kullanan ilk uygarlık…
Dicle ile Fırat. Bu kültür Hazreti İbrahim ve Eyüp başta olmak üzere nice nice peygamberler yetiştirmiş. Medeniyetler yaratan, devirler açıp kapatan Dicle, Fırat, Zap ve Munzur suları sonunda doğayı, otu, çiçeği, ağacı ve onların yeşerdiği toprağı, kısacası hayatı yok eden canavar, eski medeniyetlerin izlerini, kalıntı ve belgelerini öldüren cellât oluyor.
Ne hüzün…
Ağla ey insanı insan yapan tarih bilinci…
Terbiye edilen nehirler asla mutlu olamamıştır.
Bir hayat kaynağı, kendini bir ölüm kaynağına dönüştürebilir.
AV! SU! MAİ! Hayatı savunmanın bir çığlığıdır…
Mardin Eğitim-Sen İşçi Filmleri Günleri
filmlerdekibizler@hotmail.com
www.mardinegitimsen.org