Anlamakta, anlamlandırmakta zorlandığımız bir dünyada yaşıyoruz. Dünyayı anlama çabamızın ivmesi çoğu zaman onun dönüşüm ivmesinin gerisinde kalıyor. Konu Türkiye olunca anlamak daha da zorlaşıyor. Ya bu ülkenin çocukları? Onları anlamak hepten mümkün değil. Yüzlerce yıllık bir ceberrut devlet geleneğinin, tüm yargılı yargısız infazlarına, kapatmalarına, hapsetmelerine, yargılamalarına, soruşturmalarına, tüm manipülasyon yeteneğine rağmen bu ülkenin yoksul çocukları […]
Anlamakta, anlamlandırmakta zorlandığımız bir dünyada yaşıyoruz. Dünyayı anlama çabamızın ivmesi çoğu zaman onun dönüşüm ivmesinin gerisinde kalıyor. Konu Türkiye olunca anlamak daha da zorlaşıyor. Ya bu ülkenin çocukları? Onları anlamak hepten mümkün değil.
Yüzlerce yıllık bir ceberrut devlet geleneğinin, tüm yargılı yargısız infazlarına, kapatmalarına, hapsetmelerine, yargılamalarına, soruşturmalarına, tüm manipülasyon yeteneğine rağmen bu ülkenin yoksul çocukları hala nasıl oluyor da bu şekilde direngen, başı dik, cesur. Bunu anlamak gerçekten mümkün değil.
Bunu belli ki bu ülkenin muktedirleri de anlayamıyor. Korku anlayamadıkça çoğalıyor. Meclis’ten TÜSİAD kokteyline kadar her yerde konuşulan ilk konu bu: Yumurtalı gençler. Hadi bir yana koyalım bütün bir devlet terörünün tarihini, daha birkaç gün önce polisin olanca vahşetine maruz kalan bu çocuklar, yüzlerce polisin çevirdiği bir fakültenin içinde yine yumurtalarına sarılıyor. Devletin muazzam gücü karşısında şu çocukların yarattığı korkuya bakın. Ellerinde pankartlar, bayraklar, bayrakların üç gramlık çitaları, ceplerinde yumurta. Cürmünüz ne sizin çocuklar, söylesenize neden sizden bu kadar korkuyorlar?
Burhan Kuzu, yumurtaların kendisine doğru yola çıkmasının ve hedefine ulaşmasının üzerinden çok da zaman geçmeden şemsiyelerin ardında başka türden bir öfkesini de ortaya koydu: “Beyinsizler” dedi. Şimdi adam haksız mı? Kuzu gibi beyni olan bir adam – bir kadın, bunca zulmün karşısında hala böyle durabilir mi? Egemenlerin son derece gelişkin araçlarıyla en küçük detayına varıncaya dek beşikten mezara ürettikleri bir rasyonel beyin, nasıl böyle bir akıl üretebilir? Sizin kafanız nasıl oluyor da böyle çalışıyor çocuklar? Sahi cürmünüz ne ki sizin?
Kuzu da belli ki anlayamıyor. Birçok ağabeyinin ve ağababasının anlayamadığı gibi. Yüzlerce çevik polisin, onlarca sivil polisin, soruşturmacı olmaya dünden gönüllü “özde” öğretim üyelerinin eşliğinde geldiği, devletin bir fakültesinde bu çocuklar ayağa kalkıyor, protesto ediyor. Ortada bir patoloji olduğu kesin. Parasız eğitim isteyen bu öğrencilerin yumurtaya nereden para bulduğunu anlayamayan Kuzu’nun keskin zekası adrenalinin de etkisiyle hızla bir sonuca varıyor. “Bu beyinler atipik, bir garip işliyor, belki de protein eksikliğinden.” Yeseydiniz diyor o yumurtaları biraz akıllı olurdunuz. Tabii bu sırada başka bir düşmanlığını da açık ediyor, adrenalin nelere kadirsin: Yumurta bile yiyemeyip beyinleri proteinsiz kalmış, üç kuruş harç parasını ödeyemeyip sokaklara dökülen, bir kötü arabası bile olmayıp toplu taşımaya muhtaç olup, ulaşım hakkını talep eden pis fakirler sizi! Bu zihniyet, yoksulluğa olmasa da yoksula düşman ve bunu bazen açık ediveriyor. Tayyip Erdoğan da aynı tavsiyede bulunuyor, mealen şöyle: “Ey pis yoksul öğrenciler! Hazırladığımız yeni üniversitelere müşteri olacak paranız yok belli ki. Üç kuruş paranızla aldığınız bir, iki, bilemedin üç yumurtayı omlet yapmak varken neden bize fırlatıyorsunuz?” Ama yoksul bıraktıkları, yoksun bıraktıları bu çocuklar, “yeterince protein alamadan” büyümüş bu “tipler” nasıl oluyor da yoksulluklarına neyin sebep olduğunu biliyorlar? Anlamak mümkün değil.
Bunu anlayamayan bu yüksek beyinler, bir yandan da bir cevap üretmek zorundalar. Bu cevabı vermekte ne kadar gecikirlerse zaten bir süredir yerlerde sürünen karizmaları daha da çizilecek. Cevap yüksek zekalı danışmanlardan derhal başbakana ulaştırılıyor: “İllegal yapılar”, “komplolar”, “derin-mistik örgütler” . Bu biliyoruz ki bu aslında tüm “yandaşlara” verilmiş bir vur emri.
Statükoyu değiştirmek, “yüksek demokrasi”yi inşa etmek iddiasındakiler, mevcut devlet geleneğinin en karanlık – ahlaksız manipülasyon araçlarına, yurttaşı patolojik – terörist – düşman – öteki haline getirme yöntemlerine sığınarak gerçek niteliklerini ortaya koyuyorlar. Bunların bir şeyleri değiştirmek istediği kesin; ama asla dokunamayacakları, değiştiremeyecekleri şeyler var. Değiştiremezler, çünkü bazı şeylerden vazgeçerlerse iktidarda kalamazlar.
Bu çocukları belli ki yeni bir süreç bekliyor. Davalar açılacak, soruşturmalar başlayacak. İftiralar, itibarsızlaştırma çalışmaları öte yandan kurgulanacak. Ah bu çocuklar, bilmiyor muydunuz başınıza neler gelecek, ama yine de yaptınız yapacağınızı.
Biz üniversitelerin “özde” olamamış çalışanlarına, öğretim elemanlarına hep söylediğimiz bir şeyi daha yüksek sesle söylemek düşüyor: “Öğrencime dokunma!”. Ancak bunu demek yetmiyor artık, artık bunun yanına başka bir şeyler de eklemek gerek.
*Cenk Yiğiter
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi