1996 yılından bu yana özel dershanelerde çalışan bir matematik öğretmeniyim. Her yıl önümüzdeki yıl ne olacağını bilemeden, önemli bir hastalık geçirsen anında işsiz kalabileceğin riskine rağmen, öğrenciler seni sever ve isterse elinin güçleneceği ancak yönetimin senden korkacağı, yeterince sevilmezsen işten atılacağın ve anlaşma döneminde bunun kullanılacağı hissiyle davranışlarını belirlediğin bir 14 yıllık iş yaşamı. Anlaşmalarda […]
1996 yılından bu yana özel dershanelerde çalışan bir matematik öğretmeniyim. Her yıl önümüzdeki yıl ne olacağını bilemeden, önemli bir hastalık geçirsen anında işsiz kalabileceğin riskine rağmen, öğrenciler seni sever ve isterse elinin güçleneceği ancak yönetimin senden korkacağı, yeterince sevilmezsen işten atılacağın ve anlaşma döneminde bunun kullanılacağı hissiyle davranışlarını belirlediğin bir 14 yıllık iş yaşamı. Anlaşmalarda ” Bu yıl hamile kalmayı düşünmüyorsunuz değil mi hoca hanım?” sorularına utanarak cevap verirken, kızımın doğumunu yaz aylarına ayarlarken, onu büyüttüm büyüteceğim derken, çocuğum olduğundan “yeterince verim alınamayacağım” gerekçesiyle işe alınmayarak geçen tam 14 koca yıl.
Sürmenaj olarak eve geldiğiniz için, son enerjinizle, çocuğunuzda “annem hep yorgun geliyor” hissini oluşturmamak için yüze yapıştırılmış bir gülümseme, yok olan sosyal ilişkiler yani yok olan bir yaşam. Yukarıda saydığım listeye eklenecek o kadar çok olumsuzluk var ki, beni ancak dershane öğretmenleri anlar.
Yaşadığım olumsuzluklar için tek bir çıkış yolu belirdi aklımda, ne de olsa ben de bir öğretmen çocuğu ve torunuydum yani kendi aklımdan başka bir sermayem yoktu. Bu yaşta ve dershanecilikte her şeye rağmen bir kariyerim olmasına rağmen çalışma hayatına bir yıl ara verme şansım olmamasına ve 6 yaşında bir kızım olmasına rağmen karar verdim: KPSS ye hazırlanacaktım. Dershane sahipleri “hadi bu yıl dershanemize bir kitap seti yazalım” buyurdukları için uykusuz geçen onca yılda, hiçbir maddi karşılık almadan binlerce soru yazıp geceleri uykusuz kalmadım mı? Bu kez de kendim için uykusuz kalacağım, kızıma güvenli, bir gelecek hazırlamak için uykusuz kalacağım dedim. Kasım ayında 39 yaşımı bitirip 40 yaşımdan gün alıyordum, Ağustos atamaları son şansım, diyerek başladım çalışmaya.
Liseden 1988 yılında mezun olmuştum, yani 22 yıldır ne Tarih ne de Coğrafya dersiyle işim olmuştu, yıllardır sadece rakamlarla uğraşmıştım benim için zordu. Oturdum çalıştım geceleri: Tarih, Coğrafya, Vatandaşlık Bilgisi, Eğitim Bilimleri’nin 6 farklı dersi. Haziran ayında, yeni öğretim yılı için anlaşmadım çalıştığım dershaneyle, açıkça söyledim ben KPSS ye ciddiyetle hazırlanıyorum, ” ya kazanamazsanız hoca hanım” dediler, “kazanacağım” dedim, kurtulmak istiyordum öğrenciyi de öğretmeni de kişiliksizleştiren bu sistemden.
Sınav günü geldi 10 Temmuz 2010 günü girdim sınava, iyi geçti sınavım, iyi bir puan bekliyordum. Aritmetik ortalama ve standart sapmayla hesaplanan bir puanlama sistemi olduğundan biraz da korkuyordum. 279 bin öğretmenin girdiği ve yaşça benden oldukça küçük, dolayısıyla beyinleri genç ve bilgileri taze olan öğretmenlerle yarıştırılıyordum ne de olsa sistem tarafından. Sınav sonuçları açıklandığında beklediğimden oldukça düşük bir puan 85,333 gelince şaşırdım demek ki yapmış genç öğretmen arkadaşlarım diye düşündüm. İnternette dolaşırken soruların sızdırıldığına ilişkin haberlere rastladım, araştırdıkça çıkıyordu ortaya ve sonuçta bildiğiniz süreç gelişmeye başladı.
Önce MEB atamaları yapma konusunda ısrarcıydı, ancak KPSS’nin hesaplanma şekli konusunda biraz bilgisizdi anladığım kadarıyla. Kopya çekenleri atasalar bile görevden alabileceğini sanıyordu. Onların aradan çıkarılmasının puanları, dolayısıyla atanıp atanmayacağımızı, hangi şehirde hangi hizmet alanında görev yapacağımızı belirlediğini bilmiyordu sanki. YÖK başkanı atamalardan bir gün önce Milli Eğitim Bakanıyla görüşerek durumu açıkladı ki 31 Ağustos tarihinde atama sonuçları açıklanacakken, 30 ağustos akşamı MEB atamaların başvuruda bulunan öğretmen adayları açısından telafisi güç hukuki ihtilafların yaratılmaması amacıyla durum netleşinceye kadar öğretmen atamalarının ileri bir tarihe ertelenmesini uygun buldu.
Bir yandan durumun Kasım ayına kadar netleşememe ve yaş sınırını geçme olasılığı yüzünden kaygılanıyordum; ama bir yandan da adil olanın sınavın her iki bölümünün de iptali olduğunu düşünüyordum, çünkü bana göre binlerce kopyacının, binlerce insanın hakkını yediği açıktı, bencil olmayan, hak ve adalet duygusu gelişmiş her insanın düşüncesi bu olmalıydı.
Kaygılarım artarak izledim olayları, önce ÖSYM’nin şüphe uyandıracak kadar ısrarcı inkar sürecini, YÖK başkanının “yoldan geçen insan” tarzında yaptığı açıklamaları, sınavın acilen iptal edip yenilenmesine çalışmak yerine sürüncemede geçen zamanları… İzledikçe korktuğum şeyin başıma geleceğini hesaplayabiliyordum. Nitekim beklenen oldu ÖSYM Eğitim Bilimleri sınavını iptal edip, on gün sonra yeni takvimi açıkladı: Eğitim Bilimleri sınavı 31 Ekim 2010 tarihindeydi, açıklandığında yaklaşık 40 gün vardı sınavın yapılmasına. Araya kurban bayramı tatilinin gireceğini üzülerek gördüm, anlaşılan oydu ki bir kaç günle girecektim yaş sınırına. Yine de motivasyonumu kaybetmedim çünkü olaylarda benim bir kusurum yoktu, atamalar iptal edilmemişti, ertelenmişti, belki gözetirdi MEB durumu. 31 Ekimdeki sınava girdim, soru hırsızları olmadığından ve 40 günde biraz daha çalışmış olduğumdan netlerimi dolayısıyla puanımı yükselttim. Bir hafta içinde okuruz sınavı demişti YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan, umutlandım. Eğer bir haftada okurlarsa atama başvuruları bayramdan önce başlayabilirdi. MEB’in yönetmeliğinde yaş sınırı için başvuruların ilk günü esas alınıyordu. Ancak ÖSYM 12 günde açıkladı sonuçları: 91,39 puan almıştım ama sevinemedim.
Tam da bayram tatilinin başlayacağı Cuma günü öğleden sonra 14.00 de açıklandı sınav, kopya çekenlerin hakkını(!) korumak için şifreyle bakabildik sonuçlara hem de. Gerçek hak sahiplerinin kayıpları da keşke bu kadar önemsenseydi. MEB’in inisiyatifine kalmıştım, yani işim zordu. Bu süre zarfında gözlemlediğim şey MEB’in bu tür hak kayıplarını hiç gözetmediği yönündeydi. Yine de bayram sürecinde birkaç yere yazdım durumumu, Abbas Güçlü gündeme getirdi sağ olsun hakkını inkar edemem. 24 Kasım’da kılavuz açıklandığında yaş sınırının 25 Kasım 1971 ve sonrasında doğmuş olmak olarak belirlendiğini üzülerek gördüm. Halbuki ben 25 Kasım 1971 tarihinden sadece bir hafta önce, 18 Kasım1971 de doğmuştum. Yine birkaç yere elektronik posta gönderdim yayınlandı. “Genç bakış” ta gündeme geldi, telefonla bağlandım anlattım durumumu. Sanıyorum ki bunun sonucunda Meclis’te iki farklı partiden milletvekili benim durumumu da içeren soru önergeleri verdiler Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya, hala bir yanıt verilmiş değil.
MEB’e kılavuz yayınlanır yayınlanmaz dilekçe verdim mağduriyetimin giderilmesi için, dört gün içinde yanıt geldi: bana yönetmeliği yazıp yollamışlar. Sonra başvuru ekranımın açılmamasının hukuka aykırı olduğunu da belirterek başvuru formu hazırladım kendime, bir dilekçeyle yaptım başvurumu ve atamamın yapılmasını istedim. Bu arada MEB’e gidip gelerek yüz yüze görüşmeler yaptım. Cevap şuydu: neden daha önce başvurmadın? Ne yapalım yönetmeliğimiz böyle. Bu durumun özel bir durum olduğunu, benim yaşanan olayların hiçbirinde bir kusurumun olmadığını, Ağustos atamalarına başvurabildiğimi, başvurumun MEB tarafından onaylandığını ve atamaların “ertelendiği” ni anlatmaya çalıştım. Anlamak istemediler en! yetkililer. Daha az yetkisi olanlar anladı ve hak verdi. Atama sonuçlarının açıklandığı gün sorgu ekranına ne olur ne olmaz diye yazdım TC Kimlik numaramı, atama sistemine dahil edilmediğimi gördü
m, yani dilekçem dikkate alınmamıştı. Üç gün sonra dilekçeme yanıt geldi, yine bana yönetmeliği hatırlatmışlardı, artık ezbere bildiğim yönetmeliği.
Şimdi hem MEB’e hem ÖSYM’ ye dava açma arifesindeyim. MEB tarafından 24 Kasım 2010 tarihinde yayınlanan kılavuzdaki, 25 Kasım 1971 ve sonrasında doğmuş olmak ibaresinin 18 Ağustos 1971 ve sonrasında doğumlu olmak şeklinde düzenlenmesi, yani Ağustos atamalarındaki tarihin dikkate alınması istemiyle Danıştay’a açacağım ilk davayı. Bunu takiben ÖSYM’ye, görevini layığıyla yerine getirmemesi nedeniyle hakkımı kaybettiğimden, maddi ve manevi tazminat davası açacağım.
Artık davaları kazanıp kazanmamak, atanıp atanmamak değil derdim. Hakkımı göz göre göre yedirmek, napalım şanssızlık diyerek bir kenarda oturmak istemiyorum. Bedeli ne olursa olsun ÖSYM-MEB ikilisinin kusurlarının faturasını binlerce insana çıkarmalarına seyirci kalmak istemiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar yolu varsa, oraya kadar gitmeye kararlıyım. Kaç yıl sürerse sürsün, bedeli ne olursa olsun.
“Öğretmen” unvanına zaten sahip eğitimcilerin önüne getirilen KPSS dayatmasına onların diliyle cevap verdim. Sınav dediniz girdim, puan dediniz aldım, hırsızlar atandı, benim başvurmama bile izin vermediniz. İşte sizin sisteminiz bu ve yol açtığı tek bir şey var: mağduriyet ve hak gaspı.
“Haksızlık karşısında eğilme. Eğilirsen hem hakkını hem şerefini kaybedersin” cümlesi özünü oluşturuyor mücadelemin.
* Mehtap Özüdoğru
Matematik Öğretmeni