Yaşadıkları hayatla problemi olan bir grup insan bir gün bir masanın başına oturup bir şeyler yapmanın gerekliliğini ortaya koymaya çalışırken, bunların daha çok yaşadıkları yere dair olmasına özen gösterdiler. Mardin Eğitim-Sen İşçi Filmleri Günleri adı konulan bir çalışma bu şekliyle hayat bulmuş oldu. Çıkış noktası göreceğiniz kendi yüzünüzdür vurgusundan hareketle bir yüzleşmeyi sağlamaktı. İnsanları kendi […]
Yaşadıkları hayatla problemi olan bir grup insan bir gün bir masanın başına oturup bir şeyler yapmanın gerekliliğini ortaya koymaya çalışırken, bunların daha çok yaşadıkları yere dair olmasına özen gösterdiler. Mardin Eğitim-Sen İşçi Filmleri Günleri adı konulan bir çalışma bu şekliyle hayat bulmuş oldu. Çıkış noktası göreceğiniz kendi yüzünüzdür vurgusundan hareketle bir yüzleşmeyi sağlamaktı. İnsanları kendi gerçeklikleri ile yüzleştirmek ve yüzleştirirken onların mevcut durum ve konumlarını rahatsız edecek kadar da etkili olmalıydı. Bu da ancak insanların gözüne ve kulağına hitap edebilen bir araçla olabilirdi. Çünkü artık söz hükmünü yitirmeye başlamıştı. Bu nedenle görünür kılmak gerekiyordu, onların gidemedikleri yerlere gitmek, buluşamadıklarıyla buluşturmak ve hep birlikte var olabilmekti yeniden.
İşçi Filmleri Festivali’nin desteğiyle filmlerimizi temin ettik ve çalışmalarımıza başladık. Bu çalışmalardan bir tanesi de Müjde Arslan’ın, “Ölüm Elbisesi: Kumalık” belgeseliydi. Müjde Arslan’a ve belgeseline dair araştırma yaptıkça ne kadar de ortak bir amaç taşıdığımızı fark ettik. “İstanbul’da kadın özgürlüğü, feminizm üzerine yapılan tartışmalarda hep Mardin’i düşünürdüm. Her defasında içimdeki kızgınlıkla oraya bakmak gerektiğini söylerdim.”
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü çerçevesinde bu filmi göstererek dikkatleri yaşadığımız şehrin kadınlarına doğru çekebilirdik. “Bir dil arıyordum. Herkesin kör, sağır, dilsiz olduğu bir yerden gelmiştim ve bir şey söylemeliydim. Sinema bana aracı oldu. İstediğin kadar üniversite okumuş olayım, İstanbul’da yaşayayım, Kızıltepe’deki kadınların yaşadıkları beni de bağlıyordu” diyen Müjde Arslan’a destek olmak büyük bir erdemdi. Bizler bu şehirde yaşayan öğretmenler, işçiler, emekçiler olarak ne kadar duyarlıydık bu insanların sorunlarına ve ne kadar dokunabiliyorduk bu insanların etine, kemiğine ve yaralarına.
Her şeyden önce Mardinli bir kadın olan Müjde’nin çığlığına kulak vermek gerekiyordu. “Mardin dünyanın en güzel şehri olsa da gözümde orayla, cinsiyet ayrımcılığını şiddetle yaşamış olmam sebebiyle öfkeli bir ilişkim vardı. Dünyanın neresine gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım beni ezik gösteren, kadınlığımı kabul etmeyen, başardığımda ise erkekleştiren zalim bir kentti doğduğum şehir.” Belgesel çekimleri sırasında eşlerini sürekli aşağılayan bir erkeğe bende kadınım dediğinde şu yanıtı almış, “siz artık erkeksiniz”…
Ailesiyle, memleketiyle hesaplaşma ve bir şeyler yapma düşüncesiyle, 16 yaşına girmeden çocuk yaşta kuma verilen, Emine halasının şiddet görmüş gözlerinin korku dolu bakışlarına karşı hiçbir şey yapamamanın sorumluluğu ve vicdan azabıyla Emine’nin hikayesini anlatır. Belki de biyoloji okumuş olması nedeniyle de halasının yaşadığının bir doku olduğunu ve bu dokuyu oluşturan aynı yapıda benzer hücreler bulunduğunu bildiğinden, halasının yaşamış olduğu dokuyu anlatmak için hücrelere inmiştir. Tek tek ailelere ve insanlara gitmiştir. Kamerası adeta bir mikroskop görevi görmüş, bu toplumsal yapı içerisinde görünmeyen bu gerçeği görünür kılmıştır. Evet, hücreler yalnızca mikroskopla görülebilirdi. Müjde Arslan toplumsal dokulardaki bu tarz hücreleri görebilmek için bir mikroskop keşfetmişti. Ölüm Elbisesi: Kumalık.
Biliyoruz ki toplumun kendisi bir organizmaydı. Bu organizma varlığını tek tek hücrelerle ve hücrelerde yeniden üretiyordu. Sınıflı toplum gerçekliğinin ürünü olan bu tarz çelişkiler kendisini bu şekilde üretiyor ve tarihsel olarak sürdürüyordu. Erkek egemen toplumun bir tezahürü olan kadına yönelik her türlü tahakkümün biçimleri ve araçlarıydı tek tek bu hücrelerde yaşananlar.
Aile içi şiddete ve aile içi emek sömürüsüne vurgu yapan bu belgeselde, kumalık, şiddetin bir yüzü, sömürünün bir biçimiydi.
Sadece Güneydoğu’da değil, tüm Türkiye’de hatta İslam’da değil, tarih boyunca Hindulardan Budistlere Çin’den Senegal’e ve oradan da en son moda olan Faslı gelinlere, bir çok din ve kültürde yaygın olan çokeşlilik bu coğrafyada kumalık olarak ifade ediliyor. Bu nedenle kumalık ne töredir, ne de bu bölge insanına özgü bir durumdur. Müjde Arslan’ın açıklamasına göre, İslamiyet’le, dış ülkelerin karma kültürünün etkisiyle kendi kendine yaratılmış yapay bir şeydir. Dicle Üniversitesi’nden Rüstem Erkal ve arkadaşlarının yaptığı araştırmada hanelerin yüzde 5,6’sında çok eşle evliliğe rastlanmış, Türkiye’de toplam yüzde 3-4’lük bir kesimin çokeşli olduğu, Kürt ve Arapların yaygın olduğu bölgelerde yüzde 8-9’lara çıktığı tespit edilmiştir.
Erkeğin kadının emeğini, bedenini sömürmesi kadın üzerinde tahakküm kurarak iktidarını sürdürmek için erkek ve eril düşünen sistemler-toplumlar tarafından yaratılmış yapay bir kılıf, kılıf yapay olsa da yaşananlar gerçektir ve yaşananların etkisi kolay kolay dağılacak gibi görünmüyor. Dicle Üniversitesi’nden Antropolog Prof. Dr. Nuran Elmacı tarafından kuma olan kadınların psikolojilerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini saptamak için 44 kadın üzerinde yapılan araştırmada şu tespitlerde bulunmuştur. İlk eş olan kadınların yüzde 68’inin, ikinci eşlerin ise yüzde 31’inin depresyon geçirdiği, ilk eşlerin yüzde 77’sinin, son eşlerin ise yüzde 40’ının saldırganlık özellikleri taşıdığı görülmüştür. Kumaların her zaman birbirlerini kıskandıklarını belirten Prof. Elmacı, ilk eşlerin daha “depresif, mutsuz, sıkıntılı, saldırgan ve içe dönük”, son eşlerin ise “daha az depresif ve etkin” olduğunun altını çiziyor.
Düşmanlık da var. Çünkü koca, eşi bebeğini doğuralı daha 40 gün olmamışken, ilk eşinin üstüne kuma getiriyor. Birbirleriyle iyi anlaşan kumaların yaşı 50’yi geçmiş. Cinsellik bitince düşmanlık da ortadan kalkıyor. Büyük eşe evin fırıncısı, aşçısı deniyor. Yemeği, mutfak işlerini o yapıyor. Tandıra gidiyor, süt sağıyor… İkinci eş yani kuma için evin hanımı nitelendirilmesi yapılıyor. İlk eş için kaldırılması zor bir durum tabii bu. Sonradan gelenin daha çok sözü geçiyor çünkü erkeğin yeni gözdesi o oluyor.
Kumalığın kendi memleketinde kadınların en büyük korkusu olduğunu ve birçok durumda bu tehditle karşı karşıya kaldığını belirten Müjde Arslan’ın belgeseline baktığımda da bu etkileri çok iyi görebiliriz. Bu yüzden kadınlar kumalığı ölüm elbisesini giyerek yaşamak olarak niteliyorlar. Onlara göre artık kadınların ruhları var sayılmaz, onları mezara koyup üzerlerini örtmek gibi, hatta bir tane kadın, “ölüyorlar, başka nedir ki?” diye soruyor. Kürtçede kumanın sesi kurdun sesi gibidir. Dul kalmaktır, erkeğinden vazgeçmektir. Yeryüzü cehennemi, cehennemin bir elbisesi, yaşarken ölmektir.
Emine’nin ölümü ise henüz 16 yaşındayken gerçekleşiyor, Emine’nin bu kadar erken yaşta kuma gitmesinin nedeni abisinin ikinci kez evlenmek istemesi. Emine “satılınca” abisine de ikinci eş için gereken başlık parası bulunuyor. Yani müjdenin babası evlenebilsin diye. İlk eşe verilen başlık parası o kadar yüksek ki ikinci eş için ödenecek başlık parası kalmıyor. İkinci karısıyla yani annemle evlenebilsin diye Emine kuzenine kuma gidiyor. Belgeseli izlerken aynı şeyi yine görüyoruz, üçüncü eşi getirmek isteyen adam, 10 kızım var gelsinler han
gisini isterlerse veririm diyerek, evlenmek için kendi kızını berdel vermeye hazır olduğunu belirtiyor. Yine bir kumanın kocası ile ilgili kızını kendisine berdel yaptı demesi bu gerçeğin sürdüğünü gösteriyor.
Medyadan yansıyan bir haberde ise, İzmir’in Menemen İlçesi Irmak Mahallesi’nde oturan Hatice Söyler ise hem üzerine kuma getirilmesine hem de 12 yaşındaki kızının eşinin yeni eşine karşılık berdel verilmesine katlanmak zorunda kaldığını anlattı.
Kadınlar bu tarz dramlar yaşarken erkekler ise bunu kendilerine bir hak olarak görüyor ve gayet hallerinden memnunlar. Belgeselde erkeklere “Neden kuma alıyorsunuz?” diye sorduğunuzda bahaneleri çok… Şeriata göre dörde kadar hakkımız var diyen de var. Kadınlar kocasız kalırsa kötü yola düşebilir de. Bir diğer bahane erkeğin canı çekerse başka yere gitmesin, evde ikinci bir kadın olsun. Ayrıca “Çocuklar doğdukça Müslümanlık çoğalsın” da diyorlar. Kumalığın kendilerine bir hak gibi sunulduğunu düşünüyorlar. Bunu biraz pişkince, biraz arsızca kullanıyorlar. Bunu diyenlerin çoğunun nedense hep adlarının önünde hacı tanımlaması var…
Kadınlar ise çaresiz, kumalığın adet olduğunu sanıyor, demek ki kaderdi, kısmetti diyerek, “kadının elinden ne gelir ki” diye soruyorlar. Kadınların elinden bir şey gelmiyor ve erkekler hala aynı düşünmeye ve yaşamaya devam ediyor.
Birçok erkeğin kumalığı pişkince, arsızca ve bazen de sapkınca nedenlerle tercih ettiğini, hem merkezi hem de yerel iktidarların erkeklerin iktidarını güçlendiren bir yapıyı sürekli yeniden ürettiğini görüyoruz. Erkeğin dinle meşrulaştırdığı çok eşlilik istemi dur durak tanımıyor ve sınırları bile aşabiliyor. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin özellikle sınır kesiminde yer alan Şanlıurfa’nın Akçakale, Ceylanpınar, Harran, Viranşehir ve Suruç ile Mardin’in Nusaybin ve Kızıltepe ilçelerine son yıllarda Suriye’den gelin gelen kadınların sayısında artış görüldüğü bildirilirken, bunların bir kısmını ikinci eş olarak gelenlerin oluşturduğu iddia edildi. Suriye’deki yaşam koşullarının kötülüğü bu ülkedeki genç kızların güneydoğu erkekleriyle evlenme isteğini artırdığı kaydedilirken, Suriye’deki başlık parasının düşüklüğün de erkekleri bu tür evliliklere yönlendirdiği savunuldu.
Mardin’in Kızıltepe ilçesine bağlı Gökçe beldesine bir buçuk yıldır Fas’tan 12 kadın gelin geldi. Ama kuma olarak… Köyün erkeklerinin internet aracılığı ile tanıştığı, çoğu üniversite mezunu Faslı kumalar, sadece Türkiye’de değil, ABD’de dahi haberlere konu oldu. Genellikle “aşk” için yapıldığı söylenen evliliklerde sebepler çok farklı ve ilk eşler durumdan çok rahatsız. Çünkü erkekler Faslı gelinlere oturma izni alabilmek için resmi nikâh yapıyorlar ve ilk eşlerini boşuyorlar. İşte Mardinli Gökçe kadınlarının ve Faslı gelinlerin çarpıcı hikâyesi… Gazete haberinde 10 Faslı kadının kuma olarak geldiği Gökçe köyüne önümüzdeki yıl içinde en az bir o kadar daha ‘kuma’nın geleceğinin kesin olduğunu yazıyor.
Sonuç olarak, 17.yy Osmanlı şairi Nabi’nin, “rahat olur mu avret olan avret üstüne” sözünde olduğu gibi kumalık kabul edilebilir bir durum olamaz hele ki kader hiç değildir. Bir adam filmin içinde kadınların iki kelimeyi yan yana getiremediğini, o seviyeye ulaşmadığını söylüyor; oysaki kadınların her biri, bir şair, bir yazar kadar derinlikli konuşuyor. Kadınların içsel derinliğine olan inancımızla, Müjde Arslan’ın bizler için keşfettiği mikroskobu kendi şehrimizin dokusuna tutarak bu dokuyu var eden hücreleri keşfedelim ve bu hücreler kanserleşmeden müdahale edelim.
Biz Mardin Eğitim-Sen İşçi Filmleri Günleri olarak bu mikroskobu Mardin’e yöneltiyoruz. Bildiğim kadarıyla bu belgesel ilk kez Mardin de gösterilecek. Var olan ve kanserleşmeye doğru giden bu dokuya müdahale etme noktasında bir adım atmış olmak sanırım Müjde Arslan’ın ve kadınların bu çığlığına ses katmaktır.