Ben dahil 20 bin 498 üyesi bulunan[1] TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Başkan Vekili Hayati Can, Halkın Sesi gazetesi için[2] bir yazı hazırlamış. Yazı haklı nedenlere dayanıyor, uyarıyor ve başlığı “Neoliberal Sermaye Birikiminin Yeni Talan Alanları İçin Yeni Yasa – Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı”. Yazı Sendika.Org‘da da yayınlandı[3]. Başkan Vekili Hayati […]
Ben dahil 20 bin 498 üyesi bulunan[1] TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Başkan Vekili Hayati Can, Halkın Sesi gazetesi için[2] bir yazı hazırlamış. Yazı haklı nedenlere dayanıyor, uyarıyor ve başlığı “Neoliberal Sermaye Birikiminin Yeni Talan Alanları İçin Yeni Yasa – Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı”. Yazı Sendika.Org‘da da yayınlandı[3]. Başkan Vekili Hayati Can, yazısında anılan yasanın yaratacağı olumsuz durumlara dikkat çekiyor ve cümlelerini “Neoliberal saldırı, doğrudan yaşamı tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır. Gelecek ellerimizdedir. İstersek engelleriz” diyerek bağlıyor.
Yazının sonundaki imzası, yazar Hayati Can’ı yukarıda anıldığı gibi, mevcut pozisyonu ile tanımlıyor: “Hayati Can, Makina Mühendisleri Odası, İstanbul Şube Başkan Vekili”. Hayati Can yazısını daha önceki yazılarında olduğu üzere “Hayati Can, Makina Mühendisi” olarak imzalasaydı[4] şu anda okuduğunuz yazıya gerek olmayacaktı. “MMO, İstanbul Şube Başkan Vekili” imzası Oda’mızın mevcut durumunu, konumunu bir kez daha anımsamayı gerekli kılıyor. Acaba Oda’mızın mevcut durumu yazar Hayati Can’ın haklı olarak şikayetçi olduğu “Hidroelektrik santraller ve nükleere, kentsel dönüşüme, tarım alanlarının korunmasına, biyolojik çeşitliliğin metalaştırılmasına karşı yürütülen mücadelede ‘geleceği ellerimize alma ve gidişatı engelleme'” iradesini hayata geçirebilecek durumda mıdır? Yazı “MMO İstanbul Şubesi Başkan Vekili” olarak imzalandığına göre bu durumu irdelememiz lazımdır.
Yazar ve Oda Başkan Vekili Can’ın şikayetçi olduğu 4 konunun 4 tanesi de emeğin değil sermayenin egemen olduğu bir ortamın ürünüdür. Bu durum, doğru mu-yanlış mı diye tartışma gerektirmeyecek denli açıktır.
Genel yönetim ilkeleri açısından Oda, Ocak 2010 Çalışma Raporu’nda, aşağıdaki cümlelerle yazıya döküldüğü kadarıyla, konumunu emekten yana olarak belirlemiştir (ve şahsen tanıma imkanımın olduğu için kendimi şanslı saydığım değerli büyüğümüz Teoman Öztürk’ten bu yana, yıllardır bu konumu korumak için ısrarlıdır): “… 2010 yılının emeğin en yüce değer olduğu … bir yıl olmasını dileriz…. (Odamızın yönetiminde-FB) Birlikte üretme, birlikte karar alma, birlikte yönetme anlayışını hedefledik. Bu anlayış emekten ve halktan yanadır, anti-emperyalisttir. Nükleer çetelere, özelleştirmelere, savaşlara, yeni dünya düzeni teorilerine, şeriat özlemcilerine ve ırkçı politikalara karşıdır.“[1] Buraya kadar her şey güzel ve güzellik durumu yapılanlardan değil, yazılanlardan kaynaklanmaktadır.
Yazılanlar gerçek yaşamla karşılaştırmaya kalkılınca ortadaki terslikler diz boyudur. Bu durum yalnızca Oda özelimize ait değildir. Örneğin Direnişci Tekel İşçileri de benzer şeyleri söylemektedir. Söylenenle yapılan, sendikalarında birbirini tutmamaktadır ve direnişciler çok net bir biçimde: “Talebimiz Sendikanın (4C’nin iptali için mücadele gündemli olarak-FB) verdiği sözleri tutmasıdır” demektedirler. İstekleri bu denli açıkken, Tekel İşçilerine yeni zahmetler üretmekten geri kalmıyoruz: “Odaların çoğu, ‘sendikanın iç kavgasına karışamayız’ diyorlarmış. Gidip derdimizin sendika içi kavga olmadığını tekrar anlatacağız”[5] demelerine, yeni çözüm arayışlarına girmelerine, yoğun gündemlerine bir de “emek dostlarını” tekraren katmalarına neden oluyoruz. Oysa sendikalardan ve odalardan beklenen, emeğin yararı neredeyse onların da orada olmalarıdır. Bu yalın duruma türlü çeşitli kıvranmalarla bahaneler yaratmak, ancak “bahaneler yaratmak” anlamına gelmektedir.
Son dönemde yükselen emek mücadelesi kendisini emeğin yanında tanımlayan kurumları aşmış halde yürümektedir. İFSAK Toplumsal Olaylar Fotoğrafçılığı Atelyesi katılımcısı fotoğrafcı ve Üniversite Öğretim Elemanı bir Endüstri Mühendisi olmam nedeniyle Oda ve Sendika üyesi olarak sıklıkla yer almaya çalıştığım bu ortamlardaki gözlemlerim hiç de iç açıcı değildir. Örneğin sosyalist partilerin yanısıra “sosyalist” ve utangaç evetçi milletvekilimizin varlıkları direniş çadırlarında görülmezken, ziyaretçi başka bir kesimden gelmiştir ve takdir de toplamıştır.[6] Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu değerli Türkan Albayrak’ın yarattığı onurlu direnişin ilk günlerinden bu yana destekcisi olmuştur. Emekten yana olma iddiasındaki kurumlarımızın “Başınızın çaresine bakın, bizden hayır yok”cu tavırlarıyla açığa çıkan durumları, o günlerde, o alanlarda olmayan kişi-kurum herkes için utanç ve özeleştiri nedeni olmalıdır. Bir tarafta bu yağışlı soğuklarda bedenlerini ortaya koyarak, iş güvencesiz çalışan herkes ve bizler adına da emek onurunu korumaya çalışan değerli Albayrak (neyse ki mücadelesi kazanımla bitti ve hepimiz mutlu olduk), değerli Kızılaslan, değerli Tekel İşçileri ve diğer tarafta sol değerleri kullanmayı adet edinmiş ağalarımız ve ağalıklarının irili-ufaklı görünümleri.
Başkan Vekili Can’ın durumu, yazısından anlaşıldığı kadarıyla, oldukça zordur. Bir yandan özünde emek karşıtı politikaların farkında olmak, bunları yazıya dökmek (hem de Halkın Sesi gazetesinde, Sendika.Org’da, Politeknik.Org.Tr’de) öte yandan “Krizde eğitim fark yaratır”[7] yollu söylemlerle başlayan süreçte, “Emekten yanayız elbet” sözlü böbürlenmesinin haricinde direniş alanlarına kurumsal ve başkanlık düzeyinde ziyaret ile diğer fiili destekleri esirgeyen bir kurumda yöneticilik. Doğrusu hiç de kolay değil.
Şimdiki halde Oda’mızda yapılan genel üye toplantılarına katılım en fazla 300 kişi ile % 1.5 olmaktadır. 100 üyenin 98.5 kişisi dışarda kalmayı yeğlemektedir. Üyeler kendilerini kurumun dışında hissetmektedirler. Yapılan grev ziyaretleri en fazla 30 kişiyle sınırlı olmaktadır. Ekşi Sözlük entry’si seçim dönemi gayretlerimizi “seçim var, seçim var, seçim var’ diyen. telefonu kapatsam mail atan, maile bakmasam facebook’tan ula$an” şeklinde tesbit etmiştir.[8] Anılan Albayrak, Kızılaslan, Tekel işe dönme çabaları da kurumlarımızdan benzer düzeydeki ilgiyi gerektirmektedir ve haketmektedir. Bu kurumlar bizim kurumlarımızdır, Teoman Öztürk’ü yeniden anımsayıp içselleştirmemiz için “Para kazanmaya gelince özel sektör, yararlı bir işin ucundan tutmaya gelince memuriyet” zihniyetini terk etmemiz gerekmektedir.
Safların şeffaflaştığı bu süreçte, gerçekler bellek yaratmak üzere kayıtlara aynen böylece geçmelidir.
Haksız olan utansın.
*Faik Başaran
İFSAK-MMO-Eğitim Sen üyesi
Dipnotlar:
1) http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/75e58926379c5b7_ek.pdf
2) Yazının esas olarak anılan yayın organı için hazırlandığı bilgisi için bkz:
http://politeknik.org.tr/site/index.php/yazilar/politeknik-yazilari/16-su/2139-neoliberal-sermaye-birikiminin-yeni-talan-alanlari-icin-yeni-yasa-hayati-can.html
3) http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=33830
4) http://politeknik.org.tr/site/index.php/yazilar/politeknik-yazilari/kentlesme/1318-degerli-bogaz-ve-istanbul-dostu-hayati-can.html
5) http://tekeldirenisi2010.blogspot.com/
6) http://nedimsaban.blogspot.com/2010/11/emegim-onurumdur-turkan-albayrak.html
7) http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/16db6adbc28b400_ek.pdf
8) http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=ilter%20%C3%A7elik