Yoksulluğun potansiyel ‘suçlu’ algısını pekiştirerek ‘onur-suzlaştırma’ operasyonu, kendine hukuki ve akli dayanaklar bulma peşinde. Piyasacı seçkinciliğin, ‘yoksulluğu’, ürkütücü ve ahlaki değerlerden kopmuş kitleler gibi gösterme gayretlerine son örnek, Malatya Belediyesi’nin hanım avukatının ‘dava savunması’ oldu.Avukat hanımın hukuki bir içtihat gibi takdim ettiği savunması, hepimize ot yolduracak cürette hazırlanmıştı. Malatya’da iki yıl önce üstü kapatılmamış su […]
Yoksulluğun potansiyel ‘suçlu’ algısını pekiştirerek ‘onur-suzlaştırma’ operasyonu, kendine hukuki ve akli dayanaklar bulma peşinde.
Piyasacı seçkinciliğin, ‘yoksulluğu’, ürkütücü ve ahlaki değerlerden kopmuş kitleler gibi gösterme gayretlerine son örnek, Malatya Belediyesi’nin hanım avukatının ‘dava savunması’ oldu.Avukat hanımın hukuki bir içtihat gibi takdim ettiği savunması, hepimize ot yolduracak cürette hazırlanmıştı.
Malatya’da iki yıl önce üstü kapatılmamış su kanalına düşerek hayatını kaybeden 5 yaşındaki küçük kızın ailesinin Malatya Belediyesi’ne açtığı tazminat davası, bizlerin de gözünü açacak tespitler içeriyordu.
Avukat hanım mahkemeye, ‘eğer ailenin talep ettiği 850 bin TL’lik tazminat ödenirse ufak çıkarlar için akrabalarını ve çoluk çocuğunu katleden vatandaşlarımız da çocuklarını ölüme atabilir’ mütalaasında bulunmuş.
Yani ‘yoksulluğun’ aklını çelecek ve çocuğunu su kanalına ya da yola atacak motivasyonları önlemek adına mahkemeyi kamu yararına uyarmış.
Para için gözünü karartarak çocuğunu öldürecek karanlık kalabalıklara emsal olabileceğine dikkat çekerek belki de küçük çocukların hayatını ve belediyenin kızını kaybetmiş aileye ödeyeceği tazminatı da kurtarmış olacaktı…
Belediyeyi savunan avukat hanımın dilekçesindeki ‘Türkiye’nin Avrupa ile kıyaslanmayacağı ve Türkiye’nin tek dil, tek din olmadığını’ belirten derin sosyolojik analizi de bazı dil ve dinlerin yoksullukla birleşerek çocuk katlederek tazminat peşine düşeceğini ima ediyordu.
Malatya Belediyesi Hukuk İşleri konuya ilişkin olarak 14 sayfalık dilekçeden ‘cımbızla çekilerek’ haber yapıldığını belirten açıklama yapmış…
Buna rağmen belediye avukatının kullandığı ifadelerin bütün bağlamlarda sırıtan ‘özlü anlamı’ değişemiyordu…
Piyasa egemenliğinin hak ve hukuku süpürdüğü düzende, yoksulun çocuğu yerel yönetimce üstü kapatılmayan derede ölürse yoksul ailenin bu ölümü ‘rant’ haline getireceğinden kuşku duyulmuyordu.
Tembel, açgözlü, çok çocuklu, suça teşne bu yoksulluk tarifinin aynası, acaba tarif sahiplerini nasıl gösteriyor?
Kalkınan şişkin karınlı ülke ekonomisinin yoksulluk diye kenara yığdığı nüfusların her fırsatta aşağılanması yeni bir ayrımcılık tipi değil mi?
Düşük vatandaşlık statüsü yoksulluk, kayıt parası veremediğinden okul temiz- letilen veliler, önlüğüne koli bandına yapıştırılmış notla para istenen öğrenciler, şehir merkezine sokulmayan mevsimlik işçiler, yersiz ve yurtsuz üniversite öğrencilerinin şüpheli zannıyla gözaltına alınmasıyla sosyal ayrımcılığının haberleri oluyorlar…
Yoksulluğun suça elverişli insanlar olduğu algısı, başta medya olmak üzere günlük ideolojide de ince ince işleniyor.
Hukukun evrensel mantığını ‘Biz Avrupa’ya benzemeyiz, bizde çocuklarını öldürme meyyal vahşiler var’ çıkarımına kurban eden avukat hanıma cevabı, çocuğunu kaybeden anne vermeye çalışmış. ‘Ben 850 bin TL versem sen çocuğunu dereye atar mısın?’ demiş.
Ekonomik dönüşümün, toplumsal çözülmenin karanlık sınırlarına getirdiği ülkenin mülksüzleştirdiği kesimlerini eşit vatandaşlıktan alaşağı eden ve ‘sözde’ vatandaşlığa konumlayan hukukçu hanımı, ölen küçük kızın toplumda hak ve hukuk sahibi eşit birey olduğuna kim ikna edecek?
Sosyal sadaka tipi yardımlarla ‘iradesizliği’ ve ‘öznesizliği’ yeniden ve yeniden üretilerek korunan ‘yoksulluğun’; onur, dürüstlük ve tok gözlülüğüne dair geçmişin kabullerinin yerinde yeller esiyor.