12 Eylül ile savaştığını iddia eden, kendisi o 12 Eylül’ün ürünü olan kendine demokrat AKP ve Fetullah Gülen, bir süredir topluma pervasızca kendi eylül zulümlerini yaşatmakta. KCK operasyonları, 21 Eylül operasyonu, devrimcilere, muhaliflere karşı yapılan saldırılar AKP’nin ve Fetullah Gülen’in kendi eylülünün göstergesidir Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben beşinci kez cezaevine ziyarete gitmiş olacağım. Ve […]
12 Eylül ile savaştığını iddia eden, kendisi o 12 Eylül’ün ürünü olan kendine demokrat AKP ve Fetullah Gülen, bir süredir topluma pervasızca kendi eylül zulümlerini yaşatmakta. KCK operasyonları, 21 Eylül operasyonu, devrimcilere, muhaliflere karşı yapılan saldırılar AKP’nin ve Fetullah Gülen’in kendi eylülünün göstergesidir
Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben beşinci kez cezaevine ziyarete gitmiş olacağım. Ve beşinci kez, camın öte yanındaki hayat arkadaşım-dostum-sevgilimle konuşmak için elimi kapalı görüş telefonuna doğru uzatırken, benim burada işim ne, karşımdaki insan neden tutsak, diye sormuş olacağım. On beş yıl boyunca yan yana olduğum, dokunup kokladığım, uzun uzun sohbet ettiğim insanla şimdi neden başkalarının gölgesi, dinlemesi, izlemesi altında, daha kahredici olanı müsaadesi çerçevesinde, görüşmek zorunda kaldığımı sorgulamış olacağım. Siz bu yazıyı okurken ben, insanın dünyadaki en büyük mahreminden, kendisinden bahsetmek zorunda kalmasının, aynı zamanda politik olduğu “cesaretiyle” şahsımın/şahsımızın uğradığı haksızlığa dikkatlerinizi çekebilmeyi umut ediyor olacağım.
Silahlı polisler ev baskınında
Bir sabah saat beşte kapılarınız polis tarafından kırılıp/zorlanıp, savcılıktan çıkartılan arama, bulma, yakalama emriyle üstünüze çeşitli büyüklükte ve türde silahlarla onlarca polis yürüdüğünde, ne kadar demokratik bir ülkede yaşadığınızı görmüş oluyorsunuz. Demokratik alanda siyaset yapan, kamuoyunca bilinen, parti yöneticisi, platform sözcüleri olan ve demokratik siyaset sınırları çerçevesinde İstanbul’un göbeğinde çeşitli eylemler yaparken bu eylemlerde polislerle sürekli irtibat halinde olan sosyalist insanların, evleri basılarak arama, bulma ve yakalama gibi yüklü anlamlar taşıyan sözcüklerin yazılı olduğu savcılık özel izniyle, daha gözaltına alınmamışken gözaltı sürelerinin dört gün olacağı bilgisiyle evlerinden alınmalarına tanık oluyorsunuz. Oysa yasal gözaltı süresi iki gün.
Operasyonun başı olan komisere sordum, her gün ortalıkta dolaşan insanların evlerine baskın düzenlemek yerine emniyete çağırsaydınız gelmezler miydi, diye.
Evimiz didik didik arandı. Sık aralarla komiserin telefonu çaldı ve karşı tarafın soruları komiser tarafından “temiz” kelimesiyle yanıtlandı. Elbette “temiz” olan evimizden çuvallarca eşyamız emniyete götürülmekten kurtulamadı. Bol miktarda kitap, film ve müzik CD’leri götürüldü. Üstelik arama, bulma, yakalama izninde yer almayan şahsım da payına düşeni aldı. El yazılarımla dolu eski defterlerim, öykü, roman ve şiir taslaklarım, bilgisayarım, müzik dinleme aletlerim, telefon defterim ve nice eşyam çuvallara doldurulup götürüldü. Elleri boş gerisin geri gitmiş olacaklar ki çıkarlarken parmak izi ekibi sorumlusuna eğilerek “Burada mutlaka bir şey bul” diye fısıldadı polisin biri. “Ne bulabilir ki” sorum yanıt oldu.
Uzaktan yakından alakalarının olmadığı yasadışı örgüt dolayısıyla gözaltına alınan yakınlarımız için, dört günlük gözaltı sonrasında Beşiktaş Adliyesi önünde iken yüzün üstünde insan, kaygılı bekleyişimiz sürerken öğreniyoruz tezgahın hası nasıl kurulurmuş. Bu kez Devrimci Karargahçılar’la birlikte çay içtin, kitapta parmak izin var gibi örgüt üyeliğini ispat eden devasa deliller yok, ama şimdilerde moda olduğu üzere birkaç gizli tanığın ifadesi var. Hükümete yakın basın organlarının canhıraş halde yaptığı yazılı haberler, aynı basın organlarına emniyetin dağıttığı kes yapıştır -çamur at izi kalsın video görüntüleri ve mahkeme kararından 12 saat önce çıkan tutuklandılar haberleri var.
Tezgah sadece sosyalistlerin tutuklanması maksadıyla düzenlenmemişti. Toplum nezdindeki itibarlarına da yönelikti. Karalama, dezenformasyon gibi hedefleri vardı. Zaman gazetesi, adliye önünde olduğumuz gün Hanefi Avcı ve Necdet Kılıç hakkında ilk haberini yapmıştı bile. Muhteşem titiz araştırmacı gazeteci Şamil Tayyar ise Star gazetesindeki köşesinde Kurtuluş geleneğinden olan Necdet Kılıç’ı Doktor Hikmet Kıvılcımlı geleneğine sahip Toplumsal Özgürlükçü yapıvermişti. “Avcı Haliç’te mi karargahta mı avlandı” adlı 24 Eylül 2010 tarihli (yani operasyonun 3. günü) yazısında Necdet Kılıç için Toplumsal Özgürlük yazarlarından diyordu. Tenezül edip Toplumsal Özgürlük sitesine bile girmemiş. Ne diyelim, bu kadar güvenilirler. Hala düzeltilmeyen bu hatayı yapmasına yazıyı aceleden yazması mı, söz konusu kişiler sosyalist olunca ne yazarsan yaz ruh halinin “özgürlüğü” mü neden oldu, bilinmez.
Dinci faşizm
Gözaltında üyesi oldukları iddia edilen örgüte dair soruların nerdeyse hiç sorulmadığı, telefon dinlemelerinde suç unsurlarına rastlanmadığı bu akıllara zarar komplo, ancak dezenformasyonla yol alabilirdi. Gerek emniyet müdürlüğü yetkilileri, gerek hükümete yakın yayın organları yukarıda bahsettiğim yayınlar aracılığıyla haftalarca bu kişilerin masumiyet karinelerini ayaklar altına alarak, karalama kampanyasını yürüttüler, suç işlediler. Vakit gazetesi, yazarı olan ve bir kız çocuğunu taciz ettiği için hâlâ yargılanan Hüseyin Üzmez’i cevvalce sahiplenmiş, altından kalkamayacaklarını görünce Üzmez’i gazeteden uğurlamak zorunda kalmış, iş sosyalistlere çamur atmaya gelince, ahlakçı kesilerek riyakar bir tonda hepimize bir kere daha en yandaş medyanın kim olduğunu göstermiş oldu.
Kamuoyunu hayrete düşüren, bu kadar da olmaz ki dedirten bu komplo, muhafazakar demokrat olan AKP’nin demokrasisinin ne olduğunu göstermesi açısından önemli. 12 Eylül ile savaştığını iddia eden, kendisi o 12 Eylül’ün ürünü olan kendine demokrat AKP ve Fetullah Gülen, bir süredir topluma pervasızca kendi eylül zulümlerini yaşatmakta. KCK operasyonları, 21 Eylül operasyonu, devrimcilere, muhaliflere karşı yapılan saldırılar AKP’nin ve Fetullah Gülen’in kendi eylülünün göstergesidir. Ne oldu? Gitti 12 Eylül faşizmi, geldi dinci faşizm. Tayyip Erdoğan, yoldan geçenler alınmadı ya dedi. Bu gidişle yoldan geçen kalmayacak. Boşuna değil Diyarbakırlılara, Diyarbakır cezaevini yıkıp yenisini yapacağız demesi ve Avrupa’nın en büyük adliyesinin İstanbul’un orta yerine dikilmesi. Oralara birileri tıkılacak…
İki kişilik kış
İnsan onuru ve insanın duyguları iyi ki var. İyi ki onurumuz ve duygularımız yaratılmak istenen korku imparatorluğuna rağmen hiç ehlileşmiyor. İyi ki başka bir canı kendi canımızdan daha çok sevebiliyoruz, başka bir canla yoldaş olabiliyoruz.
Bu operasyonla ben hem duygusal hem de “örgütsel” olarak etkilendim. “Kış iki kişiliktir” diyordu geçenlerde Ece Temelkuran TV programında. “Bir kişiyle üstesinden gelinmez kışın” diye ekliyordu. Benim bu kışım öyle görünüyor ki tek kişilik olacak. Umuyorum ve diliyorum ki, kış bu ülkede bir daha başka hiç kimse için tek kişilik olmasın. Daha güzel günler için, daha sıcak kışlar için birbirimize sahip çıkmaktan başka bir yol bilmiyorum.