“Damlaları dalgalara dönüştürmek bizim elimizde!” Türkiye’nin de altına imzasını attığı, UNESCO ve ILO’nun 5 Ekim 1966 tarihinde ortaklaşa kabul ettikleri “Öğretmen Hakları Statüsü”ne göre: Öğretmenlerin çalışma koşulları, eğitimin en yüksek derece etkinliğini sağlayacak nitelikte olmalı ve öğretmenlere kendilerini tümüyle mesleksel uğraşlarına adama olanağı vermelidir. Ancak ülkemizde eğitim hizmeti ve öğretmenlerin çalışma koşulları neo-liberal saldırı politikalarının […]
“Damlaları dalgalara dönüştürmek bizim elimizde!”
Türkiye’nin de altına imzasını attığı, UNESCO ve ILO’nun 5 Ekim 1966 tarihinde ortaklaşa kabul ettikleri “Öğretmen Hakları Statüsü”ne göre: Öğretmenlerin çalışma koşulları, eğitimin en yüksek derece etkinliğini sağlayacak nitelikte olmalı ve öğretmenlere kendilerini tümüyle mesleksel uğraşlarına adama olanağı vermelidir.
Ancak ülkemizde eğitim hizmeti ve öğretmenlerin çalışma koşulları neo-liberal saldırı politikalarının tam göbeğinde durmakta. Öyle ki neo-liberal saldırganlıkta gelinen noktada eğitim sosyal devletin gereği olan bir hizmet olmaktan çıktı; parayla alınan-satılan bir metâya dönüştü. Bu dönüşümün son 30 yıllık geçmişine baktığımızda merkezinde sürekli yenilenen sınav sistemleri var. Kalabalık sınıflarla eğitim veren yetersiz devlet okulları çocuklarımızı-gençlerimizi liselere-üniversitelere hazırlayamaz hale getirildi, hatta öyle ki üniversite mezunlarımızın diplomaları yetersiz görüldü; ‘mesleğe başlamak’ için bile sınava tabii tutuldular. Dün DMS, bugün KPSS olarak karşımıza çıkan, bizi eleme amacı güden bu sınavlar, üniversite sonrasında hayatımıza bir belirsizlik sunuyor. Belirsizlik ve bundan beslenen “en kötü durum belirsizlikten iyidir” düşüncesi işlerine geliyor. Bizi her şeye razı edebileceklerini düşünüyorlar.
Peki, çocukluğumuzdan, gençliğimize-yetişkinliğimize kadar bizi ‘hayata yeterli kılan sınavlara’ nerelerde hazırlandık?
Eğitimde piyasalaştırma adını verdiğimiz bu süreç, IMF standby düzenlemeleri ve DB “yapısal uyarlama kredi sistemi” gereğince alınan kararların sonucu olarak başladı. Ve asıl olarak kendini 1990’lı yıllarda hissettirmeye başladı.
Önce dershaneler girdi hayatımıza, meşrulaştı; sonra özel okullar-özel üniversiteler. Bir türlü yetmedi eğitim bizi tamamlamaya, hep vasıflarımızı geliştirmemiz gerekti. Dil öğrenmek için, teknolojiyi öğrenmek için, ehliyet almak için hep özel kurslara gitmeye başladık. Engelli kardeşlerimizin gittiği özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri açılmaya başladı. Şimdi hayatımızın her yanında bir özel öğretim kurumu var.
Öğretmenlerin mecburi hizmet yeri; ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARI
Devlet okullarında çalışan öğretmenlerin hepsi devlet memuruydu; hatta 657’li diye de anılırlar. Önceleri özel öğretim kurumları sayıca çok azdı; az öğrencisi vardı. Öğretmenlere de kurucularına da iyi para kazandırıyordu. Öğretmenler devlet memurluğunu bırakıp dershanelerde çalışabiliyordu; özeli devlete tercih ediyorlardı. Tabii bu bir geçiş dönemiydi; ‘özel’ olan en iyi hizmeti verir ideolojisi ile kandırıldık.
Eğitimin özelleştirilmesi için eğitimin maliyeti azaltılmalı, bütçe daraltılmalıydı; bunun için devlet memurluğuna dayanan personel istihdam biçimi güvencesiz ve kuralsız şekilde yeniden tanımlandı. Öğretmen kelimesi artık yeni sıfatlarla tanımlanıyor; 657’li-kadrolu, 657-4b’li-sözleşmeli, ücretli, vekil, usta öğretici…
Devlet okullarında hal böyleyken özel sektörde de ders ücretli, yarım kadro, tam kadro, stajyer, uzman eğitimci… vs gibi statüler bulunuyor. Son on yılda özel öğretim kurumları sayıları binlerle ifade edilmeye başladı ve bu kurumlara giden öğrenci sayıları da yüz binlerle ifade ediliyor. ‘ÖZEL’in sahibi patronlar karı maksimize etmek için ilk saldırısını çalışanların maaşlarını değersizleştirerek, çalışma koşullarını zorlaştırarak yaptı. Ve daha önceleri devlete göre tercih edilen özel dershaneler-özel okullar şimdi devlete kapağı atana kadar ‘mecburi hizmet yerleri‘ oldu.
Bizler mecburi hizmet yerlerinde çile doldurup sadece kendimiz yaşıyoruz diye düşünürken gördük ki, güvencesiz öğretmenlerin sayısı her sene kadrolu öğretmenleri kuşatarak büyümektedir. Bizim için geçici olduğunu düşündüğümüz bu çalışma koşulları, aslında bir sektör olarak eğitim alanındaki hâkim çalışma ilişkisi haline gelmiş durumda. Bu durumun yıllar içinde, bizim müdahalemiz olmadan düzeleceğini zannetmek ise, eğitim alanında yapılan ve yapılmak istenen değişimleri ve sonucunda ortaya çıkan sayıları hesaba katınca ham hayalden ibaret görünüyor.
Eğitim fakültelerinden, fen-edebiyat fakültelerinden mezun genç işsiz öğretmenlerin sayısı her sene artıyor. 2000’den beri girilen KPSS sonrası, MEB’in atamalarını ve öğretmen açığını karşılaştırdığımızda ortada bir aymazlık, bir akıl almazlık var. Buna rağmen her sene sınırlı atamalara bağlanan öğretmen umutları var. Her sene KPSS’ye girip atanamayan öğretmen sayısı ise çığ gibi yükselmekte. 2010 yılı itibariyle bu sayının 375 bin olduğu söyleniyor. Rakamların da gösterdiği gibi, bir yanda çalışan öğretmenin emeği değersizleştiriliyor, bir yanda işsiz öğretmen kuşatması arttırılıyor. İşsiz öğretmenler, çalışan öğretmenlere bir tehdit haline dönüşüyor, zaten parça parça edilmiş öğretmen kitlesi kendi içinde rekabet eder hale getirilmek isteniyor. Bizi kendi içimizde parçalayıp, bir arada hareket edemez kılmak istiyorlar.
Bizler, işsiz öğretmenler, kamuda sözleşmeli-ücretli öğretmenler, özel dershane ve okullarda ağır sömürü koşullarında çalışan öğretmenler; bizler, sigortasız veya sigortalı ama düşük ücretle çalışmayı bile “şans” kabul eden eğitim işçileri, tüm hayatımızın hatta geleceğimizin, insanca yaşama güvencesinden yoksun bırakıldığını düşündüğümüz için, kendimize “güvencesiz öğretmenler” diyoruz.
Bakalım bizler, “Güvencesiz Öğretmenler” özel sektörde nerelerde ve hangi koşullarda çalışmak zorunda kalıyoruz;
Özel okullardan-dershanelere, meslek edindirme kurslarından-özel eğitim merkezlerine kadar tüm kurumlar Özel Öğretim Kurumu olarak adlandırılır ve MEB’e bağlıdır. 8/2/2007 tarih ve 5580 sayılı kanuna dayanarak açılan özel öğretim kurumlarında çalışan biz güvencesiz öğretmenlerin çalışma koşullarımız 4857 sayılı İş Kanununa göre düzenlenmektedir. Sadece ceza ile ilgili durumlarda 657 DMK’na göre karar verilmektedir.
Ülkemizde 3000 civarında özel okul bulunmakta, bu sayının 1000’i İstanbul’da yer almaktadır. Özel Okullarda çalışan sadece öğretmen sayısı 40 bin civarındadır.
2008-2009 verilerine göre 4 bin 193 tane özel dershane bulunmaktadır. Yine resmi verilere göre sadece 60 bin öğretmen özel dershanelerde çalışmaktadır.
Özel Eğitim Merkezlerinde ise alan mezunu ve alan dışı mezun 30 bin öğretmen çalışmaktadır.
Bu sayılar dil kursları, meslek kursları, sürücü kursları da dâhil olduğunda özelde çalışan öğretmen sayısı 200 bine yaklaşmaktadır. Ki bu sayıları resmi veriler göstermekte, sektörde çalışanlar da çok iyi bilir. Nerdeyse bir o kadar kayıt-dışı istihdam vardır.
Tüm özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin sorunları benzerdir. 5 Ekim’de çıkardığımız dosyamızda kapsamlı bir şekilde her alanın özgünlükleri yer almaktadır.
ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARINDA ÇALIŞAN ÖĞRETMNLERİN SORUNLARI
• İŞ GÜVENCESİ / GELECEK GÜVENCESİ: Öğretmenler her yaz işsiz kalmanın stresini yaşamakta ve CV elinde kapı kapı iş aramaktadır. Özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerinin iş güvencesi ve gelecek güvencesi yoktur.
• Her sene yenilenen sözleşmeler Eylül ayından Haziran ayına kadar olup 10 aylık yapılmaktadır. Bu durum öğretmenlerin tazminat hakkını ortadan kaldırmakla birlikte yaz aylarında ücret almadan yaşamayı dayatmaktadır.
Yasal olarak 12 aylık sözleşme resmi olarak düzenlenmekte ve MEB’e gönderilmekte ancak 10 aylık hazırlanan ve öğretmenin çalışmasını fiilen bağlayan ikinci bir sözleşme düzenlenmektedir. Bu yasal değildir.
• EĞİTİMDE KAR AMACI GÜDÜLMESİ: Öğretmen öğrenci arasında satıcı-müşteri ilişkisi oluşturuluyor.
• STAJYER /ADAYLIK DÖNEMİ: Stajyerlik durumu özel öğretimde çalışan öğretmenlerini, kurum yöneticileri ve sahipleri karşısında son derece savunmasız bırakmakta ve kayıt, fotokopi, el ilanı dağıtmak, ücretsiz sınav gözetmenliği gibi pek çok angarya dahil istismar edilmelerine yol açmaktadır. Stajyerliğin kaldırılmasında işverenin insiyatif sahibi olması ek bir stres kaynağıdır. Stajyer öğretmenin sigorta primlerinin 1 yıl süre ile yatırılması zorunlu olduğundan dershane patronları bu primleri de stajyer öğretmenlerine ödetebiliyorlar.
• Özellikle yeni mezun ve deneyimi olmayan işsiz öğretmenler asgari ücret ve altında ücretlerle çalıştırılmaktadırlar. Hatta bazı durumlarda stajyerliklerinin başlatılması amacıyla ücret almadan dahi çalıştırılmaktadırlar. Sektörde öğretmenlerin ücretlerini kontrol eden bir mekanizma fiiliyatta yoktur. Ücretlerle ilgili bir başka sorun ücretlerin zamanında ödenmemesidir. Çalışma koşullarının son derece olumsuz olması, bazen sezon ortasında öğretmenlerin iş bırakmasına neden olmaktadır. Böylesi bir sorunla karşılaşmak istemeyen dershane yöneticileri, sözleşme yaparken öğretmene boş senet imzalatmaktadırlar. Aslında suç teşkil etmekte olan bu durum öğretmenleri seçeneksiz bırakmaktadır.
• SİGORTA/SİGORTASIZ ÇALIŞTIRMA: Sektörde çalışan binlerce öğretmen “geçici” düşüncesiyle ve “işsizlik” kaygısıyla sigortasız çalıştırılmaktadır. Sigortaları yapılmış olan öğretmenlerin bütün sigortalılarla aynı sağlık güvencesine sahip olmalarına rağmen, hastalandıklarında dinlenme haklarını kullanamamaktadırlar.
• GÜVENSİZLİK: Kurumlar arası rekabet ve kurum içinde öğretmenler arası rekabet ve öğretmenler arasında güvensizlik ortamına yol açmaktadır.
• Özel sektörde yönetici-öğretmen ilişkileri yerine, işçi-işveren ilişkileri hakimdir. Öğretmenler mesleklerinin ideallerindeki saygınlığı ile uyuşmayan uygulamalara maruz kalmaktadırlar.
• Özel öğretim kurumu öğretmenleri işveren, veli ve öğrenci tarafından denetlenmektedirler. Bazı dershanelerde uygulanan kameralı sistem öğretmenleri sürekli denetim altında tutmaktadır.
• Araştırmalar, iş güvencesinden yoksunluğun, kadın öğretmenlerin işyerinde cinsel tacize uğramalarını ve buna karşı mücadele etmelerini olumsuz bir şekilde etkilediğini göstermiştir. Özel öğretim kurumlarında çalışan kadın öğretmenlerin başvurularında fiziksel görünüm önemli bir boyut kazanmakta ve kadınların vitrin olarak kullanılması gibi durumlar yaratmaktadır.
• Resmi tatillerde yasak olduğu halde çoğu özel kurumda öğretmenler çalıştırılmakta ve fazla mesai ücreti ödenmemektedir.
• Ders saati ücretli veya maaş karşılığı çalışma koşulları mevcut. Maaş karşılığı çalışan öğretmenlere yükleyebildikleri kadar ders veya iş yükleyen dershane müdürleri; ders saati ücreti karşılığında çalışan öğretmene mümkün olduğunca az ders veriyor.
80’li yıllarla başlayan, 90’lı yıllarla hız kazanıp, 2000’li yıllarda tam anlamını kazanan, eğitimin kamusal niteliğinin ortadan kaldırılması uygulamalarının somut sonuçları bugün artık karşımızda apaçık bir şekilde durmaktadır. Eğitimin kamusal alandaki tasfiyesinin karşılığı, bu alanın özel sektöre devredilmesi olmaktadır. Dolayısıyla, günümüzde özel sektörde görülen bütün güvencesiz çalıştırma biçimleri, eğitim alanında da yaygın bir şekilde uygulanır hale gelmiştir. Eğitim hizmetinin bir özel sektör olarak sunulması, kendi içerisindeki birbirinden farklı, çok sayıda alandan oluşuyor olması, her alanın ihtiyaçlarının farklılığı etrafında ortaya çıkan, birçok çalışma biçimi, aslında yüz binlerle ifade edilen güvencesiz öğretmen kitlesinin görünürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Öyle ki, bu kadar sayıdaki çalışan topluluk, bugüne kadar, kendini ifade edebileceği kitlesel hiçbir oluşum çıkartamamıştır. Hâlbuki yukarıda da sıraladığımız birçok ortak sorun varken, nasıl olur da bu alanda yüksek perdeden bir ses duyulmamıştır bugüne kadar? Bunun birçok farklı nedeninden beslenen bir cevabı vardır. Bu nedenlerden en önemlisi ise, bugün bu dağınık, kitleselliğinden habersiz, kendi gücünün bilincinde olmayan bu topluluğun kendini ifade edebileceği, hakkını arayabileceği bir merkezi bir kanal yaratılamamıştır.
Bu kanalın yaratılması noktasında, tüm öğretmenlerin “Sınavsız- Koşulsuz Güvenceli-Kadrolu Atanması” talebini yükseltmek önümüzde acil bir görev olarak durmaktadır. Ancak bununla birlikte özel öğretim kurumları gerçeği var olduğu sürece burada çalışanlar da olacaktır. Dolayısıyla özel öğretim kurumlarında çalışan on binlerce eğitim işçisinin örgütlenmesi ve çalışma koşullarının insani bir düzeyde olması için;
• İnsanca yaşayacak bir ücret,
• Gelecek sene çalışıp çalışmayacağımızın patronun iki dudağı arasında olmadığı bir “iş güvencesi”,
• Onur kırıcı çalışma şartlarının ortadan kaldırılması,
• Bir çalışma standardının oluşturulması,
• MEB’nın bu isteklerin gerçekleştirilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmasını ve sonrasında da bunun denetimini düzenli yapmasını talep ediyoruz.
Fakat bu yukarıda saydıklarımızın gerçekleşmesinin sadece bunların ifade edilmesi ile gerçekleşmeyeceğinin de farkındayız. Bu isteklerimizin, ancak, biz güvencesiz öğretmelerin kendi güçlerini birleştirerek, haklılığın verdiği kararlılıkla verecekleri mücadele ile yaşama geçeceğinin bilincindeyiz.
Bu farkındalıkla biz güvencesiz öğretmenler sendikalaşıyor, DİSK/Sosyal-İş’te örgütleniyoruz. Özel öğretim kurumlarında çalışan tüm güvencesiz eğitim işçilerini mücadelemize omuz vermeye çağırıyoruz.
5 Ekim 2010
guvencesizogretmenler@gmail.com