Dün Ankara siyaseti gerçek anlamda suni bir gündemle uğraştı durdu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Çankaya’da vereceği davete CHP katılacak mı, katılmayacak mı? MHP katılır mı? Askerin komuta kademesi ne yapacak? Öğle saatlerinde CHP’den gelen açıklama ‘Katılmayacağız’ yönünde oldu. Gerekçe, Cumhurbaşkanı’nın son birkaç yıldır bir müsamereye dönen çifte davetten vazgeçerek herkesi aynı […]
Dün Ankara siyaseti gerçek anlamda suni bir gündemle uğraştı durdu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Çankaya’da vereceği davete CHP katılacak mı, katılmayacak mı? MHP katılır mı? Askerin komuta kademesi ne yapacak?
Öğle saatlerinde CHP’den gelen açıklama ‘Katılmayacağız’ yönünde oldu. Gerekçe, Cumhurbaşkanı’nın son birkaç yıldır bir müsamereye dönen çifte davetten vazgeçerek herkesi aynı kutlama resmine çağırmasının CHP tarafından türbanı kamuda yaygınlaştırma girişimi olarak algılanmasıydı. Hatta bazı CHP milletvekilleri Ankara’da Genelkurmay’ın gönderdikleri dahil her resmi davetiyenin protokoler gereği olan ‘uzun etek’ ifadesini türban imasıyla algılayacak ve Gül’ün davetiyeyi ‘Türkiye Cumhurbaşkanı’ sıfatıyla yapmasına dahi tepki duyacak ruh hali içindeydiler. Çankaya akşam saatlerinde daha önce Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer’in de aynı sıfatla davetiyeler gönderdiğini örnekleriyle duyurdu.
Tabii işin perde arkası farklı. Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin daha özgürlükçü bir çizgide yer alması için iş başına geldiği günden bu yana çeşitli çıkışlar yaptı. Bu çıkışları nedeniyle, özellikle de üniversitelerde türban kısıtlamasının kaldırılmasına itiraz etmeyeceğini açıklamasından itibaren, partinin değişimi çok gören daha devletçi kesimlerinden sert eleştiriler aldı. Buna karşın Kılıçdaroğlu, özellikle Cumhurbaşkanı Gül’e karşı başından bu yana saygı tutumunu sürdürdü. İlk kez bu 1 Ekim Meclis açılışında CHP gurubu Gül içeri girince ayağa kalktı, Kılıçdaroğlu da konuşmasını olumlu bulduğunu söyledi.
İşi CHP açısından yeniden geren bir dizi gelişme ise şunlar oldu:
1- YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, İstanbul Üniversitesi’ne bir yazı yazarak türbanlı öğrencilerin sınıftan çıkarılmamasını istedi. CHP buna da itiraz etmeyeceğini açıkladı ve üniversitelerde kıyafet özgürlüğü tutumunun lafta kalmadığının ilk örneğini verdi. Bununla birlikte türbanın ilk ve ortaöğretim ile kamu hizmetlerinde olmaması gerektiği konusunda kesin görüş bildirdiler. MHP’nin Devlet Bahçeli liderliğinde 1997’den bu yana tutumu ile örtüşen bir çizgiydi bu ve ilk kez bu kadar geniş bir uzlaşma zemini ortaya çıkıyordu.
2- Bunun üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kamu hizmetlerinde de kıyafet kısıtlaması olmamasına kapı açan ‘Avrupa’ya bakın’ demeci geldi. Bu durum muhalefette, özellikle de CHP’de AK Parti’nin üniversiteler çerçevesinde kalacak bir çözümde samimi olmadığı, ya çözümsüzlüğün devamıyla siyasi rant sağlamayı amaçladığı algısına ve “elimizi verince kolumuzu isteyecekler” kaygısına yol açtı.
3- Bir öğrencinin YÖK yazısı aleyhine yaptığı suç duyurusu Savcı Mustafa Şahin Tanıöver tarafından geri çevrildi. Ancak savcının bir süre önce bir Yarsav toplantısında yargıdaki ‘egemenleri’ protesto eden kişi olduğu ve konu ‘memur suçu’ sayıldığı halde soruşturma yapmaksızın karar verdiği anlaşılınca tartışma başladı.
Bunlar üst üste gelince zaten tabandan baskı altında kalan CHP yönetimi bu işte bir kasıt arayarak, sembolik önemi olsa da siyaseten bir anlamı olmayan Köşk davetini reddetmeyi bir karşı hamle olarak gördü.
CHP adına açıklamayı yapan Meclis Grup sözcülerinden Muharrem İnce’nin “Kızlar üniversiteye türban takıp giriyor. Hükümet, Başbakan niye ‘kamuda, ilköğretim, ortaöğretimde olmayacak’ diye bir açıklama yapmıyor?” demesi, bu konudaki beklentinin açık ifadesi.
Ama burada yürütmenin stratejik bir bakış hatası var.
Türban sorunu diye siyasileşmiş bir sorunun çıkışında 12 Eylül askeri darbesi ve o ortamda kurulan YÖK var. Açık konuşmak gerekirse üniversitelerdeki sorun türbanla sınırlı değil. Örneğin ciddi ifade özgürlüğü, idari özerklik sorunları da var. Vicdan özgürlüğü de örtünmeyle sınırlı değil. Şu kadar milyon Alevi’nin ibadet ve eğitim taleplerini duymazdan mı geleceğiz?
Ama çıkış, sorunların kaynağı olan YÖK’ü tamamen kaldırmak yerine, hâlâ onun bulduğu dâhiyane reçetelerde aranmaya devam ediliyor. Doğal olarak da kördüğüm çözdükçe dolaşıyor.
İşe YÖK kaldırılıp karar, özerklik tanınacak üniversitelere bırakılmıyor? Neden türban böylece siyasetin müdahale alanından çıkarılmıyor?
Sorunun kaynağına inmek yerine acaba insanların mağduriyeti pahasına çözülmesin de siyaset malzemesi olarak kalsın diye mi etrafında dolaşıp duruluyor?