Neyi, ne için yaptığını bilmeyenler bu sürecin ancak kuyruğuna takılırlar. Halkın bağımsız çıkarları için mücadele etmeyenler de, egemenlerin çıkarları için yürütülen mücadelelerin kuyruğuna… Halkın taleplerini mücadelenin gündemi, halkı da o mücadelenin öznesi yapalım… Son on beş günün gündemi önceki gündemlerin ilerlemesiyle şekillendi; referandum sonrası düzenlemeler, türban konusu ve KCK duruşmaları… Yapılan anayasa değişikliklerinin hemen uygulamaya […]
Neyi, ne için yaptığını bilmeyenler bu sürecin ancak kuyruğuna takılırlar. Halkın bağımsız çıkarları için mücadele etmeyenler de, egemenlerin çıkarları için yürütülen mücadelelerin kuyruğuna… Halkın taleplerini mücadelenin gündemi, halkı da o mücadelenin öznesi yapalım…
Son on beş günün gündemi önceki gündemlerin ilerlemesiyle şekillendi; referandum sonrası düzenlemeler, türban konusu ve KCK duruşmaları…
Yapılan anayasa değişikliklerinin hemen uygulamaya geçirildiği alan beklendiği üzere yargı oldu. Yeni Anayasa Mahkemesi üyeleri ve yeni HSYK üyeleri seçildi. (Abdullah Gül’ün HSYK üyeliğine atadığı Ali Aydın incelenmeye değer bir örnek). Ve yine beklendiği üzere seçim ve atama süreci AKP’nin istediği ve planladığı şekilde gerçekleşti. Üyelere ilk prim olarak da son model makam araçları tahsis edildi. Beklenmedik olan Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı listenin açığa çıkması ve kendi saflarında gördükleri Demokrat Yargı Derneği’nin Eşbaşkanı Orhangazi Ertekin’in (diğeri Osman Can) “hükümetin yargıyı kendi siyasi iktidarının bir parçasına dönüştürdüğü” iddiası oldu. Bu durum “yetmez ama evetçilerin”, en azından bir kısmının “hatalarını anladıkları” yorumlarına yol açsa da bu yorumların “saflık”tan kaynaklandığı aşikar. Çünkü “yetmez ama evetçiler” tutumlarının neye yol açacağını biliyorlardı ve bunu bilerek/isteyerek uyguladılar. Hiçbiri saf (her iki anlamıyla da yani masum ya da kolayca kandırılabilen) değil.
Yapılan anayasa değişikliklerinin bir kısmı yine beklendiği üzere uygulamaya geçirilmedi, geçirilmesi de zaten beklenmiyor. 12 Eylülcülerin yargılanması mesela. Kenan Evren’i yargıç önüne çıkaracaklarını düşünen “saf” kaldı mı acaba? Özel hayatın korunması, dinlemelerin/fişlemelerin kaldırılması mesela. Sendikal alanda yapılacak düzenlemelerin nasıl uygulanacağı hatta uygulanıp/uygulanmayacağı başka bir belirsizlik. Üstelik genel seçim havasına giren milletvekillerinin seçime kadar yeni yasa çıkartma “zorlukları” da düşünüldüğünde bu düzenlemelerin yeni yasama meclisine bırakılması hiç şaşırtıcı olmayacak. AKP kendisi için acil olanları dönüştürsün yeter.
Bu arada beklenmedik olan Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu’nun, Rize’nin İkizdere Vadisi’ni Doğal SİT alanı ilan etmesi oldu. İkizdere, Anzer ve Ovit yöresinde yapılması planlanan 22 Hidroelektrik Santrali (HES) projesinin bu karar uyarınca yapılamayacağı anlaşıldı. Mahkemelerin yerindelik denetimi yetkisini kaldırarak bu sorunu hallettiğini sanan AKP, bu haberle şok oldu tabii. Erdoğan, “Sen bugüne kadar neredeydin? Bugüne kadar niçin oraları SİT alanı ilan etmediniz” diye soruyor. Yani “Ben bunu bilseydim, değişiklik paketinde bu önlemi de alırdım” demeye çalışıyor. Ama iş işten geçmiş durumda, kurulun verdiği karar bağlayıcı, en azından AKP yeni bir üçkağıt bulana kadar.
Oysa AKP’nin bu konularda ne kadar “cin fikirli” olduğu biliniyor. Son örnek “taş atan çocuklar için” çıkardıkları yasa ile tekrar kanıtlandı. Hrant Dink’i öldüren faşist katil de bu yasa kapsamına alındı. Yasa çıkartılırken bu durum bilinmiyor muydu? Elbette biliniyordu. Böyle bir uygulamanın iki nedeni var. İlki AKP’nin de mayasında en az MHP kadar Ermeni ve Hıristiyan düşmanlığının var olması. İkincisi, “tetikçileri koruyan ve yeni tetikçilere de güven veren” geleneksel devlet anlayışına AKP’nin de ihtiyaç duyması.
Ve türban… son on beş gündeki gelişmeleri kısaca hatırlayalım.
Erdoğan, AKP’nin Kızılcahamam kampında bir türbanlı üyenin yönelttiği “Türbanlı kadınlar ne zaman Meclis’e girecek?” sorusuna, “Her şeyin bir zamanı var… Biraz sabredin” dedi. Adana, Mersin ve Konya’da ilköğretim öğrencilerinin okula türbanla sokulma girişimleri oldu. Cumhurbaşkanı, türbanlı eşini Almanya Cumhurbaşkanı’nı karşılama törenine kattı ve daha önemlisi Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda ilk kez eşli davet programı yaptı. YÖK, yükseköğretim kurumlarında türbanlı öğrencileri derse almayan öğretim elemanlarına gözdağı verdikten sonra ALES sınavında türbanı serbest bıraktı ve TUS, KPDS, KPSS, YGS ve LYS sınavlarında da türbanın serbest bırakılacağı açıkladı. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü de, yönetmelik değişikliği yaparak türbanlılara basın kartı verilmemesi yasağını kaldırdı.
Bu arada Kılıçdaroğlu’nun hükümetten istediği “türbanın liselere, ilkokullara ve kamu görevlilerine yayılmaması” güvencesi AKP tarafından reddedildi. Sürecin tıkandığını gören ve bu gündemin kontrolden çıkacağı hesabını yapan Erdoğan da 26 Ekim’de yaptığı grup konuşmasıyla konuyu kapattı, ama geçici bir süre için. “2011 seçimleri bunların tartışılacağı bir dönem olacaktır ve 2011’de de Türkiye’yi prangalarından kurtarmaya devam edeceğiz” diyerek, türbanı seçim kampanyasında bolca kullanacağını ve iktidarda kalmaya devam ederse “umudun” korunacağı müjdesini verdi.
Bu gelişmeler yaşanırken hiç “beklenmedik” çok “ilginç” bir olay Yıldız Üniversitesi’nde vuku buldu. “Türban serbestliğine, üniversite ve kadın özgürlüğünü savunmak için karşı çıkan” öğrencilere önce Müslüman Gençlik (Müs-Genç) adlı grup sonra da polis saldırdı. 5 öğrencinin yaralandığı saldırı sonrası YTÜ yönetimi de öğrencilere soruşturma açtı. “İleri demokrasi”nin güzide örneği YTÜ Rektörlüğü üniversite ve kadın özgürlüğü için mücadele eden öğrencilere sadece soruşturma açmakla da kalmadı, 26 öğrenciye okula giriş yasağı koydu.
Bu durumun gerici ideoloji ve örgütlenmenin istisnai bir örneğini oluşturmadığını bu toplumdaki herkes biliyor. Sıkça ve yaygın yaşanmamasının tek nedeni AKP’nin iktidarda olmasıdır (Bazı korkaklar bu durumdan AKP hep iktidarda kalsın tercihinde bulunabilir elbette). Tüm gerici gruplar AKP döneminde “tevhit” durumundalar. Gericiler muhalefetteyken yapılan Cuma gösterileri hatırlanmalı, şimdi İsrail karşıtlığı için bile yapılmıyor.
Yıldız’da ya da geçenlerde Tophane’de yaşananlar sadece hükümet-idare-polis işbirliğini kanıtlamıyor aynı zamanda gerici ideoloji ve örgütlenmenin maskesini de düşürüyor. Türbana serbestlik sağlamak için kullanılan demokrasi ve özgürlük kavramları sadece demagojiktir. Bunlar ne demokrasi yanlılarıdır ne gerçek özgürlük istemektedirler. Bunlar için demokrasi karşı tarafı kendi silahı ile vurma hamlesidir, özgürlük talebi de dini kuralları uygulama ve yayma serbestliği. Onlar, size ait olan her şeyi tartışabilir ama siz onlara ait olan hiçbir şeyi tartışamaz, sorgulayamazsınız. Gerici diyemezsiniz, türbana hayır diyemezsiniz, evrimi tartışamazsınız. Bunları yaptığınızda dine hakaret etmiş, kutsal değerlere zarar vermiş olursunuz. Ama lafa gelince onlar demokrasi ve özgürlük için mücadele ediyorlardır. Özellikle de kadın özgürlüğü için.
Eşitlik olmadan özgürlük olur mu? Soruyu daha açık soralım, kadın erkekle eşit haklara sahip olmadan kadın özgür olabilir mi? Türban, kadın ile erkeği eşit haklara kavuşturmak için sürdürülen bir mücadelenin aracı mıdır?
Ne ağzı çok iyi laf yapan gerici demagogu ne de sözde solcusu kalkıp “türban, kadını özgürleştirir” kandırmacasına sarılmasın. Dinin, kadını ikinci sınıf olarak gören anlayışına, bunu yayan ve örgütleyen kurallarına karşı mücadele edilmeden ve hatta o alanda bir eşitlik sağlanmadan “Müslüman kadın”