Pavel Sudaplatov, Joseph Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nin KGB’sinde Özel Operasyonlar bölümünün başındaydı. Stalin’in Komünist Parti içindeki rakibi Lev Trotski’nin (İstanbul’da bulunduğu yıllardan başlayarak) Meksika’da öldürülmesine dek süren takibi dahil, Soğuk Savaş’ta ölümle biten pek çok operasyondan bizzat sorumluydu. Oğlu Anataoli tarafından yayımlanan ‘Özel Operasyonlar’ başlıklı anılarında anlatıyor: Ortadoğu’daki Batı çıkarlarının altını oymak üzere Kürt milliyetçiliğini […]
Pavel Sudaplatov, Joseph Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nin KGB’sinde Özel Operasyonlar bölümünün başındaydı. Stalin’in Komünist Parti içindeki rakibi Lev Trotski’nin (İstanbul’da bulunduğu yıllardan başlayarak) Meksika’da öldürülmesine dek süren takibi dahil, Soğuk Savaş’ta ölümle biten pek çok operasyondan bizzat sorumluydu.
Oğlu Anataoli tarafından yayımlanan ‘Özel Operasyonlar’ başlıklı anılarında anlatıyor: Ortadoğu’daki Batı çıkarlarının altını oymak üzere Kürt milliyetçiliğini canlandırmak amacıyla Kürdistan Demokratik Partisi’ni (KDP) Molla Mustafa Barzani’ye Moskova’nın talimatıyla Özbekistan’ın Başkenti Taşkent yakınlarında bir çiftlikte kendisi kurdurmuş. Bunu yapmak üzere Irak’a, İran’a ve başka ülkelere girip çıkmakta gazeteci kimliği kullandığını da anlatıyor: TASS dış haberler muhabiri kimliği taşıyormuş.
İngiliz gizli servisi MI6, henüz Kim Philby’nin bir Sovyet ajanı olduğunu öğrenmeden önce onu Beyrut’a, Ortadoğu operasyonlarını yönetmeye İngiliz haber dergisi The Observer muhabiri kimliğiyle göndermiş; o da ‘Sessiz Savaşım’ başlıklı anılarında yazdı sonradan. Kimliği açığa çıktıktan sonra Moskova’ya kaçtığında ise Novosti yayınlarını kurup başına geçti. Novosti yıkılışına kadar Sovyetler’in Batı medyasındaki asli propaganda kolu oldu.
Tabii o sıralarda Sovyet gizli servisinin Ortadoğu masasında görev yapan ve daha sonra başbakanlık görevine dek yükselecek olan baş casus Yevgeni Primakov’un da bölgedeki işlerinde zaman zaman gazeteci kimliği kullanmış olduğunu yine şimdi okuyp öğreniyoruz.
Ama bu casusların kimlikleri açığa çıkmadan önce, arkalarında dolaştıkları kişiler onlara gazeteci muamelesi yapıyor, öyle saygı gösteriyor, siyasiler mülakat veriyordu.
Moskova’nın Batı dünyasına medya yoluyla sızma çabası boşuna değildi. Çünkü Nazi Almanyası’nın yıkılışıyla Nazilerin gizli polis şefi Reinhard Gehlen’i bütün örgütüyle beraber devşiren CIA -ki bunların arasında Orta Asya ve Kafkaslardan gelen, Nazilerin örgütlediği Türkistan Lejyonuna katılmış Türk kökenliler vardı- müthiş bir ‘know-how’, yol yordam gücüne ve hazır casus ağına kavuşmuştu. Hemen Almanya’da Münih’te iki radyo istasyonu kurup Doğu Avrupa’ya (Radio Free Europe-Hür Avrupa Radyosu) ve Orta Asya’ya (Radio Liberty-Özgürlük Radyosu) yönelik yayınlara başladılar.
Bu yayınlarda aktif yer almış emekli bir CIA görevlisi bu yayınların niteliğini anlatırken “Amerika’nın Avazı (Sesi), legal yayın yapardı, biz farklı çalışırdık” sözlerini kullanmıştı. Daha sonra onun gibi Türkiye’de istasyon şefliği yapmış Paul Henze de, hâlâ Türkiye konularına çok ilgili (ve 1990’lardaki bir kitabının girişinde “Kimse üstüne alnmasın, Sovyetleri biz devirdik” diyen) Graham Fuller da hep o medya operasyonlarında yetiştiler.
Kara propaganda, ya da psikolojik savaşın Türkiye’de de örnekleri oldu. 27 Mayıs 1960 darbesi öncesi çıkarılan ‘Gençleri kıyma makinelerine atıyorlar’ ya da 28 Şubat sürecindeki gözden düşürme operasyonları örnek verilebilir. Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri de medya üzerinden kendisini hedef alan bir psikolojik savaştan şikâyet ediyor.
Ama gizli servis güdümlü medya operasyonları şahikasını 1970’lerde Amerikan gizli servisi CIA’in Latin Amerika’daki solcu rejimleri bir dizi darbe ve suikastle bastırma operasyonları sırasında kullandı.
Bu operasyonlarda siyasi parti liderlerinin fotoğraflarını -gözden düşürmek amacıyla- tecavüz çetesi üyelerinin resimleriyle aynı sayfa düzeni içinde yayımlamaktan tutun da, düpedüz yalan haberleri ‘olmadığını o kanıtlasın’ bakışıyla, haberin sonuna küçük bir ‘iddia edildi’ ilavesiyle yayımlamaya, olmayan gizli haberleşmeleri ifşa etmeye, şişirilmiş, çarpıtılmış sözde bilimsel araştırmalar yayımlamaya dek her tülü yöntem denendi. Sonu çoğunlukla kan dökülmesine vardı.
Örtülü medya operasyonlarını çalışmak isteyenler için kütüphane dolusu kitap mevcut.
Yöntemler değişiyor, zenginleşiyor ama Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in koyduğu ilkeler bugün de geçerli: 1- Söylediğin yalan ne kadar büyük olursa, o kadar çok kişi inanır, 2- yalanı, daha büyük bir yalanla kapat, 3- Sen suçla, o temizlemeye çalışsın.
Şimdi bayram günü, tam da referandum arifesinde bu konuyu neden mi açtım? Bayramlık bir yazı olsun diye; başka bir niyet aramayın.