Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, Tophane’nin yiğit evlatlarına dokunulacağını beklemiyordunuz heralde. Saldırı aklandı, saldırganlar saklandı, göstermelik olarak gözaltına alınanlar serbest bırakıldı. Saldırının ertesi günü mahalleye giden Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Barışalım” diyerek hükümetin tavrını o sihirli sözcükle ortaya koydu. Neden bu apaçık zorbalığı gerçekleştirenler cezalandırılmasın? Çünkü AKP, iktidarının geleceğini güvence altına […]
Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, Tophane’nin yiğit evlatlarına dokunulacağını beklemiyordunuz heralde. Saldırı aklandı, saldırganlar saklandı, göstermelik olarak gözaltına alınanlar serbest bırakıldı. Saldırının ertesi günü mahalleye giden Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Barışalım” diyerek hükümetin tavrını o sihirli sözcükle ortaya koydu.
Neden bu apaçık zorbalığı gerçekleştirenler cezalandırılmasın? Çünkü AKP, iktidarının geleceğini güvence altına almak için referandumda kurduğu sağın birlik ve beraberliğinin devamlılığına ihtiyaç duymaktadır. Sağdaki rakiplerinin tabanını tutmuş ama tepelerini henüz yeterince budayamamışken, sağın köpeğini bile ötekilere harcatmayacağını göstermek zorundadır.
Ve neden barışılsın? Çünkü AKP, neoliberal politikalarını sürdürebilmek için bu politikaların yükselttiği sınıflarla daha da aşağıya ittiği sınıfların birlik ve beraberliğine de ihtiyaç duymaktadır. Aşağı itilen sınıfların tepkilerini Tophane’deki gibi gerici ideolojik güdülerle ortaya koyması, çelişkiyi uzlaşmaz değil uzlaşılabilir kılmaktadır. AKP, bunun için de toplumun gericiliği ve neoliberalizmi aynı anda sineye çektiği zoraki bir “barış” inşa etmeye çalışmaktadır.
Tophane’yi de içine alan soylulaştırma / kentsel dönüşüm operasyonuna karşı tepkiler, cemaat değil de ezilen sınıf kimliğiyle ifade edildiğinde ise böylesi bir barıştan söz edilmeyecektedir. İktidar Tophane’deki soylulaştırmaya karşı “mahallenin namusu elden gidiyor” diye provokasyon yaratıp sağa sola saldıranları koruyacak, namusu kurtardıktan sonra soylulaştırmaya devam edecek; Tarlabaşı’nda kapıda bekleyen soylulaştırma operasyonuna karşı “evimiz elden gidiyor” diye karşı çıkanlara ise saldıracak, soylulaştırmayı böyle gerçekleştirecektir. Hatta Tarlabaşı’na saldırırken, Taksim çatışmalarında olduğu gibi, Tophane cemaatine haber salıp yolunu şaşırıp kaçan “teröristleri” linç ettirecektir.
Cemaate ve neoliberalizme barış, solculara savaş
Cemaate ve neoliberalizme barış öneren, daha doğrusu ikisine bir mecburi ortak yaşam ilişkisi tarif eden iktidarın, ezilenleri kendi sınıfsal çıkarları temelinde örgütleyip harekete geçirebilecek olanlara karşı ise savaştan başka vaadi yoktur. Bunu Tophane saldırısı ile aynı günlerde sosyalistlere yönelik polis operasyonlarında ve mahkeme kararlarında gördük. 21 Eylül’de farklı yapılardan ve eğilimlerden örgütlü örgütsüz 17 sosyalist gözaltına alındı. Ertesi gün Tophane saldırganlarından gözaltındaki 7’si mahkemeye dahi çıkarılmadan serbest bırakıldı. 23 Eylül’de ise mahkemelerin 21 sosyalist hakkında Mahir Çayan’ı anma “suçundan” 10’ar ay hapis cezası verildiği açıklandı. Bu arada iktidar, Kürt sorununda da tavrını koydu. İktidar Demokratik Toplum Kongresi ile görüşmeyi reddetti, Erdoğancasıyla “terör örgütü ile görüşme fantezimiz yok” dendi, BDP ile de lütfen görüşüldü, anadilde eğitim talebiyle yürütülen boykota “tek dil, tek bayrak, tek devlet” cevabı yapıştırılıverdi.
Bu üç dört günlük olaylar birilerini hala şaşırtıyor, kafalarını karıştırıyorsa liberal safsatalara doğruluk ihtimali tanıdıkları içindir. O liberaller şimdilerde Tophane saldırısını aklamakla meşgul. 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla Rumlara yönelik saldırıda seferber olan, yakıp yıkan, tecavüz eden, yağmalayan, sonra bu yağmanın üzerine yerleşen; solcuları püskürtüp, Romanları sindiren; son yıllarda linçlerle gündeme gelen; 12 Eylül referandumunda demokrasi aşkıyla tutuşup ezici çoğunlukla evet diyen Tophane’nin hoşgörülü tarihinden, garibanlığından söz ediyor; Tayyip Erdoğan’ın çok yakından tanıdığı cemaat göğsünü gere gere “biz saldırdık” derken, liberaller utanıp sıkılmadan saldırıyı hayırcıların tertiplediğini söylüyor.
İktidar neoliberal projesi için gerici-faşist bir kitle temeli inşa ederken, liberallere yalancı tanıklık görevini vermiş. Tayyip Erdoğan, meydanlarda Komünistlere, Kürtlere, Alevilere karşı oy topluyor; liberaller 12 Eylül’le hesaplaşıldığından söz ediyor. Tophane cemaati “evet saldırdık, ayaklarını denk alsınlar” mealinde demeçler veriyor; liberaller saldırı hayırcıların işi diyor. Erdoğan, ‘tek dil, tek bayrak, tek devlet’ diyor, Ahmet Altan ‘inanıyorum bu kez Kürt sorununda çözüm olacak’ diyor. Neoliberalizmin bu yalancı tanıklığı AKP’nin oylarını artırmıyor ama suçunu, saldırılarını ört bas ediyor. Ve bu saldırıların hedefinde yer alanları dost kim düşman kim seçemez şaşkınlara dönüştürmeye çalışıyor. Bizim saflarda, liberal zehri yutmuş saflar da az olmadığı için, iktidarın bu stratejisi maalesef etkili oluyor. Hadi AKP anayasasına evet diyenleri, KESK’i son yılların en şaşkın, basiretsiz ve işe yaramaz sendikasına dönüştürenleri, solcu gençlerin liberallere yönelik protestolarına karşı seferber olanları geçtik; buna seyirci kalanlar, tüm sağ AKP etrafında birleşirken “hayır” diyenleri MHP’yle aynı safa düşmekle suçlayanlar, sol için “AKP karşıtlığını” bir kabahat sayanlar…
Eski Türk filmlerindeki gibi birinin çıkıp da “Durun siz kardeşsiniz” diye bağırması mı gerekiyor. Aslında referandum sonrası gelişmeler bağırıyor; anlayana…
“Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz”
Referandumda, elini rahatlatan önemli bir kitle desteği yakalayan ve bunu da demokrasi ve özgürlükler söylemiyle değil gerici-şoven bir söylemle sağlayan AKP, Anayasa değişikliği sayesinde emeğe ve ezilenlere dönük saldırılarına hız vereceğini ortaya koydu. “Hayırcı sosyalistler” olarak daha ilk on günden haklı çıktığımıza sevinemedik doğrusu. Anayasa değişikliği sayesinde Allianoi, mahkeme kararı beklenmeksizin kuma gömüldü. İktidar anadilde eğitim talebiyle çocuklarını okula göndermeyen Kürtleri Anayasa’nın yenilenmiş 10. maddesine dayanarak Anayasal suç işlemekle suçladı, ki Abdullah Öcalan bu durum karşısında “Başbakan ‘yeni anayasa düzenlemesine göre BDP çocuk istismarı yapıyor’ dediğinde başımdan aşağı adeta kaynar sular boşaldı” dedi. Sola yönelik operasyonlarda gaza basıldı; iktidar sağın köpeğine bile dokundurtmadı, hafızası olanlar “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” sözünü hatırladı.
Manzara, ezilenlerin bağımsız çıkarları temelinde mücadele eden solculara da şu günlerin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan günler olduğunu gösteriyor aslında. Hala dostu düşmandan ayırmakta zorlananlarımız varsa şöyle bir sağına soluna baksın. Polis operasyonlarına kurban giderken, bu operasyonları protesto ederken, devrimci önderleri andıkları için ceza alırken; eğitim, sağlık, barınma… hakları için mücadele ederken, güvencesizliğe karşı çıkarken kimlerin yanında olup olmadığına, kimler tarafından sahip çıkılıp kimler tarafından hedef gösterildiğine bir baksın.
Daha da göremiyorsa Allah taksiratını affetsin…
Âmin!