‘Liberal Solcu’ olur da ‘Neo Liberal Sosyalist’ neden olmasın? Bilim ve teknoloji yeni buluşları yeni kavramlarla tanımlıyorsa değişen insan ilişkileri ve toplumsal değişmeler de yeni kavramları zorunlu kılıyor. Örneğin ‘liberal solcu’ deyimi bunlardan birisi. Liberal, kapitalist sistemi kutsayan, sömürüyü doğal sayan, en iyisinden hoş gören kişidir. Solcu tam tersine sisteme, sömürüye karşı çıkan kişidir. Bir […]
‘Liberal Solcu’ olur da ‘Neo Liberal Sosyalist’ neden olmasın? Bilim ve teknoloji yeni buluşları yeni kavramlarla tanımlıyorsa değişen insan ilişkileri ve toplumsal değişmeler de yeni kavramları zorunlu kılıyor.
Örneğin ‘liberal solcu’ deyimi bunlardan birisi.
Liberal, kapitalist sistemi kutsayan, sömürüyü doğal sayan, en iyisinden hoş gören kişidir. Solcu tam tersine sisteme, sömürüye karşı çıkan kişidir. Bir insan aynı anda hem liberal, hem solcu olamaz. Demek ki buradaki nitelemelerden bir tanesi maske işlevi görüyor. Bu deyim maskeli görünümü anlatmak için mizah mı içeriyor, neo-liberali gizlemeye mi yarıyor bilemiyorum.
Kendisine solculuğun ötesinde misyonlar yükleyerek, yani kendisini sosyalist gibi göstererek gerçekte neo liberal politikaları destekleyenlere de benzer biçimde “neo-liberal sosyalist” dememizin bence bir sakıncası yok.
Bunlardan bir tanesini tanımak ister misiniz?
Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner’in, 5 Eylül 2010 tarihli Radikal İki dergisinde yayımlanan yazısının ilk paragrafı şöyle:
’12 Eylül’deki referandumda Boykot’u veya hayır’ı savunan sosyalist sıfatlı parti ve çevrelerin ortak ve başat gerekçesi, AKP’nin işçi-emekçi sınıfın maddi koşullarını düzeltmek, haklarını genişletmek için bir çaba göstermediği, Anayasa değişikliklerinin de sosyalist hareketin/işçi-emekçi sınıfın çıkar ve talepleri ile doğrudan ilişkisi olmadığı.’
Uluslararası sermaye ile yerli sermayenin elbirliğiyle başımıza geçirdiği, misyonu belli AKP hükümetinden hiçbir sosyalist daha ilk kurulduğu günden beri işçiler ve emekçiler adına bir beklentiye girmemiştir. Bu ağaçların koşmaya başlayacağını inanmak kadar saçma bir durum olurdu. Böyle bir tavır, mevcut hükümetten ‘demokrasi’ bekleyen liberal solcu/sosyalistlere özgü olabilir; ki hiçbir sosyalist böyle aymazlıklara düşmez. Sosyalistler, kurulduğu günden beri AKP hükümetinin sermaye adına gasp etmeye çalıştığı emekçilerin sağlık, eğitim, barınma, sendikal vb hakları için mücadele etmişlerdir, ediyorlar, edeceklerdir.
Böyle bir girişi okuduktan sonra yazının geri kalanını okuyabilmek gerçekten zordu; zira bundan sonra neler diyebileceğini az çok çıkarabiliyorsunuz. Nitekim ben de hemen okumayı kestim. Sonra, uzak geçmişte birkaç kez satın alma gafletinde bulunduğum Birikim dergisinin patronu Laçiner’in başka ne gibi ‘incileri’ olduğunu görmek istedim.
Laçiner sosyalistleri ‘Maddi çıkar’ peşinde koşmakla suçluyor. Bu suçlama size yabancı gelmemiştir kuşkusuz. Tüm üretilen maddi değerleri kasalarına, ceplerine doldururken emekçiler için biraz pay isteyen sosyalistlere ‘materyalist’ (Felsefi anlamda değil de ‘maddiyatçı, paracı anlamında) diyenler geçmişte kaldı diyorduk; ama yanılmışız.
İşte bu konudaki incisi:
“Eğer sosyalist sıfatıyla yaşadığımız şu son yılları sadece, asıl olarak o ‘maddi çıkar’ parametreleriyle değerlendirmekle yetinebiliyorsak söylenecek fazla bir şey yok.”
Adil bölüşüm ve tüketim olmayınca ahlak, adalet, özgürlük, huzur, din-iman, demokrasi, insanlık , huzur vs gibi parametreler nasıl gerçekleşecek onu söylemiyor ama; kendisine inanmayacakların suratına bir tokat daha patlatıyor:
“Ve ‘gelişme’ dediğimiz şey maddi çıkara, mülkiyet ve bölüşümdeki paya bakılarak ölçülemez.”
Yazar emekçi kesimlerin hak taleplerini ‘maddi çıkar’ peşinde koşmak olarak niteliyor. Öyle ya AKP yandaşları maddi çıkarı bir kenara bırakmış garibanlar için harıl harıl çalışıp iftihar sofraları düzenlerken sosyalistlerin emekçiler için insanca yaşayabilecekleri hakları talep etmesi ayıp olmuyor mu?
Laçiner’e göre ülkemizde iki tür burjuva var. Göz atalım:
“…2000’li yıllara kadar ‘devletin imtiyazlarına, vasi rolüne ve hatta ‘darbe kültüne’ açıkça karşı çıkmayarak uzlaşmacı bir strateji izledi.”
Sayın yazar, askerlerin o darbeleri babalarının hayrı için yaptıklarını düşünüyor olmalı ki, burjuvazinin karşı çıkmadığını söylüyor. Sosyalizmin amentüsünde “devlet”in egemen sınıfın bir baskı aracı olduğunu yazar. Devlet zaten ordusuyla, adliyesiyle, polisiyle, eğitimiyle vs. her şeyiyle her zaman egemen sınıfın hizmetinde olmuştur. Buna inanmadan, sosyalizmin en karşı çıkılamaz bu ilkesi içselleştirilmeden nasıl sosyalist olunabilir ki… Olunursa da işte öyle “o biçim” olunuyor demek ki.
Başka bir yerde söylediği şu …’e bakın:
“Umarız ki sonuç, burjuvazi ve ‘devlet’ arasındaki asırlık mücadelenin 12 Eylül 2010’da nihayet bitiş noktasına… gelinmesi olsun.”
Devletle uzlaşan burjuvadan devletle mücadele eden burjuvaya evrildik durup dururken. İşte tam bir “neo-liberal sosyalist” örneği!
Sosyalist devrimlerle kurulan devletler dışında burjuvazi ile mücadele eden bir devlet görmemiştim. Meğer burnumuzun dibindeymiş!
Şimdi YENİ burjuvazimize bir bakalım, nasıl bir şeymiş. Yazar bunlara benim şimdiye dek hiç duymadığım bir isim vermiş. OTANTİK TÜRKİYE BURJUVASİZİ. Kulağa ne güzel geliyor değil mi? Otantik köprü, otantik takı, otantik yemek, otantik ev gibi. Bakalım neymiş:
“…modernleşmenin otantik bir süreçle, toplumsal kültürel muhafazakarlığı elden bırakmayarak gerçekleşmesini isteyen mal-mülk sahibi kesimlerdi. Bu burjuvazi “devlet eliyle” kotalar, gümrük vergileri gibi ‘ihsan’larla palazlanmış ve o nedenle de ‘devlet’e mızıldanarak da olsa itaat alışkanlığına yapısal olarak sahip burjuvazi değildir.”
Bu burjuvazi ağabeyleri gibi devlet eliyle zengin edilmemiştir. Nasıl ki ilkbahar yağmurlarından sonra ormanlarda, gübreliklerde mantarlar biter; işte öylesine doğal doğmuşlar. Yapay gübre, ilaç, hormon vesaire de kullanılmadığı için otantiklermiş, AKP’nin bereketli yağmurlarıyla birden bitivermişler.
Kendi kendine, doğal koşullar içinde oluşan, devletten milim yardım görmeyen bu sermaye gurubunun bir özelliği de çok ‘demokrat’ olmasıymış:
“AKP’nin şahsında otantik Türkiye burjuvazisi, bu ‘mücadele’ süreci boyunca rakibine (önceki sermaye guruplarını kastediyor) karşı fiziki şiddete, zora başvurmadı… örneğin elindeki polis gücüyle uygulayabileceği işkence yöntemlerine yönelmedi.”
Koçlar, Sabancılar, Aydın Doğanlar ve benzerleri yeni rakiplerinin centilmenliği ve demokratlığı ile ne kadar gurur duysalar azdır. Geçmişte kendi yaptıklarından da utanmalılar biraz. Paçayı kurtardıklarına da şükretsinler ayrıca.
Kapağında ‘aylık sosyalist kültür dergisi’ yazan bir derginin sahibi olan Ömer Laçiner’in tüm yazısı boyunca söylediği tek doğru ve sosyalistçe laf, polis gücünün bu sermaye gurubunun elinde olduğunu belirtmesidir. Bu kanımca neo liberalliğinin yanındaki sosyalist süsü. Bunda bir tehdit var mı yazara sormak gerek.
Yazının bütününde Laçiner, en iyi, en doğru sosyalistin kendisi olduğunu okuyup okuyup yüzümüze üflüyor. Ülkemizde onun istediği türden bir sosyalist bulmak olanaksızın ötesinde; zira o sosyalistlerin kendisi gibi neo liberal olmasını istiyor.
Başlığa yazdığım ‘Neo-liberal Sosyalist’in ne menem bir şey olduğunu görmenin en iyi yolu adı geçen yazının aslını bulup okumaktır.
Sayın Laçiner dergisindeki sosyalist sözcüğünü çizerek üstüne ‘neo-liberal’ diye yazarsa daha dürüst davranmış olur kanısındayım. Kimse sosyalist maskesiyle kitleleri kandırmaya çalışıp emperyalizme katkıda bulunmasın. Yapacaksa mertçe yapsın.