Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Kürtlerin yüzde 55-60’ı “Kürt illeri” diye bilinen alanda yaşamıyor. İstanbul, Bursa, Ege’nin kent ve kasabaları gibi ülkenin neredeyse öteki ucunda ya da Adana, Mersin gibi uzaktaki illerde yaşıyor. Kürt insanı yıllardan beri yaşadığı yerleşim birimlerinden göç etmeye zorlandı. Ekonomik zorluklar bu göçü hızlandırdı […]
Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Kürtlerin yüzde 55-60’ı “Kürt illeri” diye bilinen alanda yaşamıyor. İstanbul, Bursa, Ege’nin kent ve kasabaları gibi ülkenin neredeyse öteki ucunda ya da Adana, Mersin gibi uzaktaki illerde yaşıyor.
Kürt insanı yıllardan beri yaşadığı yerleşim birimlerinden göç etmeye zorlandı. Ekonomik zorluklar bu göçü hızlandırdı ve sonuç olarak eskiden büyük oranda bölgesel olduğu düşünülen Kürt sorunu bütün ülkeye yayıldı.
Göç sürüyor. Bu nedenle, önümüzdeki on yılda Fırat’ın batısında yaşayan Kürtlerin oranının yüzde 70’e ulaşması şaşırtıcı olmayacaktır.
Buradan hareketle, “Kürtlerin büyük çoğunluğu oluşturduğu illerde özerklik ilan edilmesi, bu özerkliğin ilerde belki de bağımsız devlete dönüşmesi gündemden kalkmış mıdır?” diye sormanın konuyla ilgisi yoktur.
Her halkın kendi devletini kurma hakkı vardır. Bu durum geçmişte böyleydi, bugün de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır… Ne ki, özerkliğin ve daha ilerisinin hangi koşullarda gerçekleşeceğini gözden kaçırmamak gerekir. Nüfusun yüzde 60-70’i “komşu ülkede” yaşıyorsa, demokratik ve kültürel haklarının çok azına sahipse, sorun Kürt nüfusun çoğunluğu için çözülmemiş demektir.
Sorun, demokratik özerkliğin ülkenin geneline yayılmasıdır.
Şimdiki sayılarla yaklaşık on milyon Kürdün ülkenin değişik bölgelerine dağılmasının kavramsal karşılığı, “Türkiye’nin Kürtleşmesi”dir. Eskiden büyük oranda belirli bir bölgede yaşayan halkın, ülke çapında dağılmasıdır.
Kürtler, tarih boyunca bütün iç ve dış göç süreçlerinde olduğu gibi, gittikleri yerlere kendi kültürlerini ve yaşam tarzlarını da götürüyorlar. Eskiden beri orada yerleşik olan halkla aralarında var olan farklılıklar bazen sürtüşmelere neden oluyor.
Bu tür sorunlar ve sürtüşmeler tarihteki bütün iç ve dış göçlerde görülmüştür. Bizde farklı olan, iç göçün, ülkenin dışa bağımlı da olsa ekonomik olarak hızla geliştiği 1950’li ve 1960’lı yıllardaki gibi değil, işsizlik ve ekonomik durgunluk koşullarında ve sürüp giden savaş ortamında gerçekleşmesidir.
Bu durum, patlayıcı maddenin birikmesine oldukça uygun bir ortam oluşturuyor.
Burada sorun MHP, BBP gibi faşist partilerin ya da devletin kullandığı kışkırtıcıların bu gergin ortamı patlamaya dönüştürmesi değildir. Bu da önemli olmakla birlikte, asıl sorun bu değildir. Asıl sorun, bölgede eskiden beri yaşayan halkın kışkırtmalara, provokasyonlara açık hale gelmesidir.
Hükümet, Genelkurmay ve basın yayın organlarının büyük çoğunluğu yıllardan beri bunun birikimini sağladı.
Bu temelde, “Kürtleri göç ettikleri yerlerden temizlemeye ya da rehin almaya çalışıyorlar” saptaması gerçeği yansıtıyor.
Bu politikanın 6-7 Eylül, Maraş, Çorum gibi temizlik ve katliam planlarının uygulanmasına doğru gelişmesi zor görünüyor. Bunun yerine, “iyi Kürt-kötü Kürt” ayrımını sağlamaya yönelik bir içselleştirme ya da dışlama politikasına yönelinmesi söz konusudur.
Bu politikayı daha iyi anlayabilmek için, Fransa’da banliyö isyanları döneminde izlenen “yabancılar politikası”na bakmak yerinde olabilir.
Banliyölerde yaşayan ve çoğunlukla eski Fransız sömürgelerinden gelen insanlar Fransız vatandaşıydılar. Fransız vatandaşı olmaları, iyi Fransızca konuşmaları, onların “yabancı” olarak görülmelerini ve dışlanmalarını engellemiyordu.
Bu insanlar iş bulamıyordu. Çünkü evlerinin belirli bölgelerde olması, iş bulma şanslarını daha baştan ortadan kaldırıyordu. Belirli banliyö semtlerinde oturanlara iş verilmiyordu.
Bu insanlar merkezi yerlere de gidemiyorlardı. Paris’e indiklerinde karşılarında polisi buluyorlar ve geri gönderiliyorlardı.
Bunların hepsi Fransız vatandaşıydı ama dış görünümleriyle tipik Fransız’dan ayrılan özelliklere sahiptiler.
Türkler ve Kürtler için dış görünümden hareketle ayrım yapmak neredeyse mümkün değil. Buna karşın, Kürtlerin yoğun olarak oturdukları mahalleler bulunuyor. Bu mahallelere belediye hizmetlerinin götürülmemesi ya da ciddi aksamalarla götürülmesi, buralarda oturanların büyük zorluklarla iş bulabilmeleri, mahalle sakinleriyle dışlarındaki yerleşim biriminde oturanların ilişkisinin asgariye inmesi; iki paralel toplumun oluşması ve ortamın her çeşit kışkırtma ve provokasyona özellikle açık duruma gelmesi demektir.
Kürtlerin o mahallelerde kendilerini savunacak durumda olmaları sorunu çözmüyor. Önemli olan, o alana sıkışmamaktır.
Türkiye’nin Kürtleşmesi sonucunu veren büyük iç göç hem Türkleri hem de Kürtleri değiştirecektir.
Burada da Türk devrimcilerine, demokratlarına önemli iş düşüyor.
Gelecek yazıda bu konu üzerinde durmaya çalışacağım.