Turan Dursun, Anadolu’nun aydınlanma sürecini bizzat kendi hayatı içinde tüm keskinliğiyle yaşadı. Yaşamına yoğun dinsel bir ortamda karanlıklar içinde başladı, bu karanlıkları yara yara aydınlandı ve bir aydınlanma kahramanı olarak öldü. Sindire sindire oluşmuş bir aydınlanmacılığı vardır Turan Dursun’un. Turan Dursun, 20 yıl önce, 4 Eylül 1990’da karanlık güçler tarafından katledildi. Fakat bu hain pusu, […]
Turan Dursun, Anadolu’nun aydınlanma sürecini bizzat kendi hayatı içinde tüm keskinliğiyle yaşadı. Yaşamına yoğun dinsel bir ortamda karanlıklar içinde başladı, bu karanlıkları yara yara aydınlandı ve bir aydınlanma kahramanı olarak öldü. Sindire sindire oluşmuş bir aydınlanmacılığı vardır Turan Dursun’un.
Turan Dursun, 20 yıl önce, 4 Eylül 1990’da karanlık güçler tarafından katledildi. Fakat bu hain pusu, ne ilginçtir ki, Turan Dursun’un Türkiye toplumunun aydınlanmasına yaptığı muazzam katkının bir ödülü gibi durmaktadır bugün. Böyle olur büyük devrimcilerin ödülü! Bir gün Türkiye’nin aydınlanma tarihi yazılacaksa eğer, Turan Dursun adı bu sürecin en önemli köşe taşlarından biri olarak vurgulanacaktır kuşkusuz.
Turan Dursun, 1934 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Gümüştepe köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası imamlık yaparak 8 çocuklu ailesinin geçimini sağlamaya çalışmıştı. Yaşam öyküsünü yazdığı Kulleteyn adlı eserinden öğrendiğimize göre, babasının tek arzusu oğlunun büyük bir din alimi olmasıydı. Çocukluğu ve gençliği yatılı din okullarında, Kuran kurslarında geçti. Resmi bir eğitim almadı. Olgunluk yaşlarında hocalık, imamlık ve müftülük yaptı. Bu süreç içinde klasik Arapça, günümüz Arapçası, Kürtçe ve Çerkezceyi öğrendi. Arapçayı ve özellikle klasik Arapçayı çok iyi bilmesi ve tükenmez bir araştırma ruhu sayesinde İslamiyet’i asıl kaynaklarından okuyarak öğrendi ve yorumladı. İmamlık ve müftülük yaparken sürekli “eski köye yeni adetler getirdiği” (ağaç diktirtmek, imamları sinemaya götürmek, imamlar için kurslar açmak, hastane açılmasına ve baraj yapılmasına ön ayak olmak, Atatürk büstüne çelenk koymak gibi) için gerek ağalarla gerekse devletle yıldızı hiç barışmadı. Dine ilişkin görüşleri değiştikten sonra müftülükten ayrıldı. TRT’de çalıştı ve oradan emekli oldu. İlkokulu ve ortaokulu ileri yaşlarda dışardan bitirdi. Öldürüldüğünde liseyi bitirmek üzereydi.
Biz onunla hayatının son evresinde 1988-1990 yılları arasında tanıştık ve 2000’e Doğru, Saçak, Teori dergilerinde birlikte çalışma fırsatı bulduk. Anımsadığımız Turan Dursun son derece alçakgönüllü ve emekçi karakterli bir insandı. Hiçbir zaman parasal zenginlik ve mevki peşinde koşmadı. Dergi ile evi arasında geçen mütevazı bir yaşamı vardı. Kendini yazmaya ve bilimsel çalışmaya hasretmişti.
Kısacası, Turan Dursun yoksul bir köylü çocuğu olarak doğmuş ve hayatının her evresinde bir emekçi olarak yaşamıştır. Kişiliği de emekçi sınıfların değerleri ile örülmüştü.
Turan Dursun, Anadolu’nun aydınlanma sürecini bizzat kendi hayatı içinde tüm keskinliğiyle yaşadı. Yaşamına yoğun dinsel bir ortamda karanlıklar içinde başladı, bu karanlıkları yara yara aydınlandı ve bir aydınlanma kahramanı olarak öldü. Esas olarak dış etkiyle değil kendi iç dinamikleriyle, sindire sindire oluşmuş bir aydınlanmacılığı vardır Turan Dursun’un. Aldığı eğitim onu dinci yaptı, kendi sorgulamaları ise aydınlanmacı. Büyük aydınlanma filozoflarını okuyarak ve benimseyerek aydınlanmadı; din alimlerini okuyarak ve sorgulayarak aydınlandı. Çoğumuzdan farkı budur. Aydınlanma onun yaşam pratiğidir, dışardan edindiği bir bilinç değil. Bu nedenle Turan Dursun sadece bir aydınlanma savunucusu değildir; aydınlanmanın ta kendisidir, simgesidir. Güneşten aldığı ışığı yansıtan bir gezegen değildi Turan Dursun, güneşin kendisiydi. Az bulunurluğu ve değeri buradan kaynaklanır. Bu özel niteliği, onun aydınlanmacılık çizgisini de belirlemiştir.
Çok iyi anımsıyorum: Teori dergisinde makalelerini yayınladığımızda, okurlarımızdan eleştiri mektupları alırdık, “nedir bu, dergiyi cinlerle perilerle doldurdunuz, biz bunları çoktan aştık” diye. Kapalı devre solculuğun yansımalarıydı bu mektuplar. Cinlerle, perilerle, ruhlarla savaşmadan bu toplumun dönüştürülemeyeceğini kendi yaşam pratiğiyle kavramıştı Turan Dursun ve bunun mücadelesini vermekteydi. Çoğumuz kendi kafadarlarımızla “üst düzey” tartışma yapmayı çok iyi biliriz de sıradan bir vatandaşın sorduğu sorular karşısında şaşırır kalırız. Bu da bir tür cahilliktir. Çok uzaklardaki yıldızların belli belirsiz ışığına benzer bu tiplerin aydınlanmacılığı; o kadar yüksektedir ki, karanlık diplerde kalan milyonlara ulaşamaz. Turan Dursun’un aydınlanmacılığı ise yakıcıdır, güneş gibidir, hatta yerin yedi kat dibinden fışkıran bir volkan gibidir.
Turan Dursun en dipteki adamın sorunuyla boğuşurdu; çünkü kendisi de en dipten gelmişti, boğuşa boğuşa… Bu nedenle çok etkiliydi. Sıradan insanı dönüştürmenin ustasıydı. Onun kafası nerede örümceklenmiş, nerede takılmış, nerede donmuş… bunu çok iyi bilirdi. Dinsel dogmalardan kaynaklanan çelişkilerini tek tek ortaya çıkarır, bunu nasıl aşabileceğini gösterirdi. Dinin bütün çelişkilerini bizzat yaşadığı için bu çelişkilerden çıkış yolunu da en iyi bilen insandı. Çoğumuz bu yöntemi bilmediğimizden, yaptığı tartışmaları gereksiz görürdük; ama o hedefi tam 12’den vururdu. Zaten bu yüzden hedef alındı.
“Halkçı çizgi”yi en iyi uygulayan devrimcilerden biri olarak kabul edilmelidir Turan Dursun. Halkçılık halkın gerilikleriyle uzlaşmak değildir; onun adı popülizmdir. Turan Dursun, dinsel gericiliğe karşı tavizsizdi; en ufak geri adımı, uzlaşmayı sert bir biçimde eleştirirdi. Halkçılık, halkı dönüştürmenin, aydınlatmanın en etkili yolunu bulmak, halka öncülük etmek, yol göstermek demektir. Toplumu değiştirmek diye bir derde sahip olmak demektir. Kısacası Turan Dursun ne halk kuyrukçuluğu yaptı ne de halkın çok uzaklarından ona elbise biçen salon aydınlanmacılığı. Öncü ve devrimci bir çizgi izledi.
Turan Dursun hakkında yazmaya devam edeceğiz.