Anayasa referandumu üzerine tartışmalar üç ayrı eksende devam ederken, bu sözde yeni, demokratik anayasanın emekçi sınıfların kaderini nasıl -doğrudan- etkileyeceğine dair analizler bu toz bulutu içersinde gözlerden kaçmaktadır. Böyle olmasının bir nedeni de, anayasa paketinin daha ziyade “hukuki ve teknik” bir metin olarak gösterilmeye çalışılıyor olmasıdır. Oysa bu “hukuki” görüngünün arkasında işçi sınıfının zaten son […]
Anayasa referandumu üzerine tartışmalar üç ayrı eksende devam ederken, bu sözde yeni, demokratik anayasanın emekçi sınıfların kaderini nasıl -doğrudan- etkileyeceğine dair analizler bu toz bulutu içersinde gözlerden kaçmaktadır. Böyle olmasının bir nedeni de, anayasa paketinin daha ziyade “hukuki ve teknik” bir metin olarak gösterilmeye çalışılıyor olmasıdır. Oysa bu “hukuki” görüngünün arkasında işçi sınıfının zaten son derece sınırlı olan hak ve kazanımlarının tamamen ortadan kaldırılması gibi hiçbir devrimci ve sosyalistin görmezden gelmemesi gereken bir saldırı yatmaktadır. Devlet, sınıf içi ve sınıflar arası mücadelelerin en geniş alanı olduğu ölçüde devletle ilintili bütün düzenleme ve değişiklikler de işçi sınıfını doğrudan etkileyen dönüşümlerdir. Kaldı ki anayasa metinlerinin kendisi de özü ve doğası itibarıyla hakların sınırlarının çizildiği hukuki metinler olduğu için söz konusu hakların birincil öznesi konumunda olan işçi sınıfını birinci dereceden ilgilendirmektedir. Bu bağlamda, aşağıdaki özet çalışmada “yeni anayasa paketi”nin işçi sınıfının değişik katmanları üzerindeki etkileri görünür hale getirilmeye çalışılmıştır.
1- İktidar açısından anayasa paketinin önemi esas olarak HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişikliklerdir. Önerilen değişiklik, yargının yürütme üzerindeki kontrolünü iyice zayıflatacak hatta neredeyse tamamen ortadan kaldıracaktır. Oysa burjuva demokrasilerinde bile bir “kuvvetler ayrılığı” ilkesi vardır ve bunun amacı, belli bir zümreye toplumun çoğunluğunun çıkarlarına aykırı olarak ayrıcalıklar sağlamanın önüne geçmektir. Peki, yasama, yürütme ve yargı tek elde, iktidar partisinin elinde toplanırsa bu işçi sınıfı ve ezilenler açısından ne anlama gelir? En basit anlatımla, sosyal güvenlik reformu sırasında bütün emekçilerin gözünün, umutlarının nasıl Anayasa Mahkemesi’ne çevrildiğini hatırlamak yeterli olacaktır. Benzer şekilde emekçiler aleyhine ya da doğa katliamlarına yol açan uygulamalara karşı örneğin Danıştay vb. yargı kurumlarında açılan davalar için de aynısı söz konusu olacak, mesela yürütmenin durdurulması yönünde kararlar artık alınamayacaktır. Sonuç olarak şimdiye kadar “göreli bağımsızlığından” söz edebildiğimiz yargı bundan sonra tamamen iktidarın kontrolü altına girmiş olacağı için iktidar partilerinin işçi sınıfının hak ve kazanımlarını yok sayan bütün kararları son derece hızlı bir şekilde uygulamaya konabilecek, itiraz yolları ise kapalı olacaktır. Örneğin, işçi sınıfının örgütlerinin, yani sendikaların Çalışma Bakanlığı’ndan yetki almasının ardından sermaye derhal taarruza geçmekte ve alınmış olan toplu sözleşme yetkisine itiraz amacıyla bir dizi hukuki dava açmaktadır. Yargının göreli bağımsız olduğu koşullarda bu davalar -uzun zaman alsa da- çoğunlukla sendikalar yani işçiler lehine sonuçlanmaktadır. Yargı erkinin Meclis’e transfer edilmesi, yani anayasa değişikliğinin kabul edilmesi halinde işverenlerce açılan en akıl dışı itiraz davalarının bile sermaye sınıfı lehine sonuçlanacağını ve kaybeden tarafın her zaman işçiler olacağını bugünden öngörmek yanlış olmayacaktır.
2- Anayasanın kaldırılan 51. maddesinin 4. fıkrasında yer alan hükme göre: “Aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz”. Aynı hüküm 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 22/1. maddesinin birinci cümlesinde de aynen tekrar edilmiştir. Bu nedenle, bu yasağın uygulamadan kalkması için, Sendikalar kanunundan da çıkarılması gerekmektedir. Aksi halde kanundan çıkarılmadıkça, Anayasadan kaldırılması uygulamada hiçbir hüküm doğurmayacaktır. Sendikalar yasasındaki yasağın da kaldırılması halinde bu değişikliğe göre işçiler aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olabileceklerdir. Diğer yandan yapılan bu değişiklikle asıl amaçlandığı iddia edilen şey, farklı iş kollarında part-time statü ile çalışanların sendikalaşma hakkını tek bir sendikaya üyelik ile sınırlamamaktır. Kurguya göre örneğin aynı zamanda bir yandan gıda diğer yandan eğitim sektörlerinde çalışan işçiler bu değişiklikten itibaren hem gıda hem eğitim sektöründe örgütlü sendikalara ayrı ayrı üye olabileceklerdir. Bu kurguda görmezden gelinen gerçeklik ise part-time çalışanların toplumun en güvencesiz kesimini oluşturduğu ve bu nedenle işlerini kaybetmemek uğruna değil iki sendikaya birden üye olmak tek sendikaya üye olmaktan bile imtina ettikleridir. Bir diğer sorun ise bu durumun yetki alanında var olan barajlar sistemi (%10 ülke ve %50 işyeri barajları) hiç değiştirilmeden söz konusu olmasıdır Daha da önemlisi ise, sendika üyeliklerinde -toplamda- gerçek dışı şişmelere yol açacağı için ve gerçekte sendikalaşma oranlarının hiç artmadığı durumlar söz konusu olsa bile bu düzenleme ile bütün dünyaya “örgütlü toplum olduğumuz” mesajları gönderilecektir. Örneğin bir iş kolunda 1000 kişi çalışıyor olsa ve bu 1000 kişiden 100’ü üç ayrı sendikada üye olarak gözükse, sektörün örgütlülük oranı %30 muş gibi görünecektir. Oysa 1000 işçiden 900’ü hala örgütsüz durumda olacaktır. Ayrıca, 2821-2822 sayılı yasa taslaklarında da meslek ve işyeri sendikacılığının bahsi geçmektedir. Bu Anayasa değişikliğiyle işyeri ve meslek sendikacılığını güçlendirecek düzenlemenin hukuki alt yapısı da hazırlanmış olacaktır. İşyeri ve meslek sendikacılığı, sermayenin en rahat denetleyebildiği hatta sermayenin bizzat işçilere sendika kurarak kendisi için dikensiz gül bahçeleri yarattığı bir örgütlenme biçimidir. Bu örgütlenme tarzında ortaya bir sendika enflasyonu çıkacağı için toplu sözleşme yetkisi veren tek makam olarak Çalışma Bakanlığının gecikmelerde mazareti her zaman hazır olacaktır: çok fazla yetki başvurusu olduğu için yetki süreçleri uzuyor…Buna karşın yetki süreçlerinin eskisine göre daha uzun zaman alması, demokratik ve bağımsız sendikal örgütlenmeler açısından tam anlamıyla bir yok oluş, tükeniş anlamına gelir. Çünkü bu süreçlerde sermaye bütün politika ve yıldırma stratejileriyle, işçileri sendikadan caydırma taktikleriyle iş başında olacaktır. Bu anayasa değişikliği bir yandan da iktidara yakın duran sarı sendikaların önünü açacak, örgütsüz işçiler önemli oranda bu sarı sendikalarda öbekleşeceği için örneğin eğitim, sağlık gibi kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesi ya da kıdem tazminatının kaldırılması gibi iktidar girişimleri karşısındaki işçi sınıfının direnme potansiyeli zayıflayacaktır.
3- Ekonomik ve Sosyal Konsey yeni pakette bir anayasa hükmü haline getirilmektedir, böylece işçiler içinde kendi sınıfsal çıkarlarından vaz geçip tamamen sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir zihniyetin yayılması ve güç kazanması güvence altına alınmaktadır. Bu değişiklik sendikalar yasasında yapılması planlanan değişikliklerle birlikte okunduğunda, Ekonomik ve Sosyal Konseye ve de sosyal diyalog mekanizmalarına sendikal örgütlenme süreçlerinde ne kadar kilit bir rol verildiği de anlaşılmaktadır.
4- Anayasanın kamu emekçileriyle ilintili 53. maddesinde yapılacak değişiklikte ise top adeta taca atılmakta ve uyuşmazlık halinde karar yetkisi yüksek hakem kuruluna (YHK) bırakılmaktadır. YHK’nın nasıl oluşacağı nasıl işleyeceği ise kanunla belirlenecektir. Bu değişiklikte grevden hiç söz edilmemektedir. Grevsiz bir toplu sözleşme hakkının hiçbir etkisinin ve gücünün olmayacağı ise herkesin malumudur. Üstelik aynı değişiklik, sendikaların üyeleri adına yargı mercilerine başvuru hakk