AKP’nin büyük bir “ustalıkla” referandumu 12 Eylül’e getirmesi ortalığı 12 Eylül karşıtlarının kaplamasına neden oldu. Meğerse bu toplumda herkes 12 Eylül’e karşıymış. Evet diyen de karşı, Hayır diyen de… Başbakan “Evet” derken idam edilen devrimci ve milliyetçi faşist gençlerin mektuplarını birlikte okuyor, Bahçeli 12 Eylül’ün devrimcilerle milliyetçileri nasıl birlikte mağdur ettiğinden bahsediyor. Tam bir tiyatro […]
AKP’nin büyük bir “ustalıkla” referandumu 12 Eylül’e getirmesi ortalığı 12 Eylül karşıtlarının kaplamasına neden oldu. Meğerse bu toplumda herkes 12 Eylül’e karşıymış. Evet diyen de karşı, Hayır diyen de…
Başbakan “Evet” derken idam edilen devrimci ve milliyetçi faşist gençlerin mektuplarını birlikte okuyor, Bahçeli 12 Eylül’ün devrimcilerle milliyetçileri nasıl birlikte mağdur ettiğinden bahsediyor.
Tam bir tiyatro oyunu, tam bir sahtekarlık, ikiyüzlülük, yalancılık almış başını gidiyor. Biraz aklı, biraz vicdanı olan söylesin bu ülkede muhafazakar seçmen, toplum ne zaman 12 Eylül’e karşı bir tutum içinde oldu? Tam tersine devrimcileri ezip zulmettiği için her zaman darbecileri alkışladı, övdü, dua etti… Arada ezilen ülkücüleri de hep “yaşın yanında kuru da yandı” diye değerlendirdi. 27 Mayıs’ta Adnan Menderes ve arkadaşları asıldığı için 27 Mayıs’a karşı oldular ama 12 Mart’ta idam edilen üç devrimcinin katlini 27 Mayıs’ın hesaplaşması olarak Meclis’te alkışladılar. İşkence tezgahlarında zulmedilen yüzlerce ilerici, aydın, sanatçı için gıkları bile çıkmadı. Çünkü onlar, solcuydu, komünistti. Aynı şey, 12 Eylül’de de yaşandı. MC hükümetinden Çorum’da elinde bıçakla Alevi avına çıkan kasap Ahmet’e, Maraş’ta Müslüman Türkiye diye bağırarak Alevi komşusunu boğazlayan bakkal Osman’a kadar cümleten Darbe sürecinin kanlı ortağı olmadılar mı?
Muhafazakar kesimin 27 Mayıs sonrasında ilerici subayların tasfiyesi ile birlikte, ordunun bütünüyle ABD’nin gerici siyasetinin bir aracı haline gelmesiyle orduyla siyaseten hiçbir sorunu kalmamıştır. Ta ki, 28 Şubat’a kadar… Çünkü onlar sadece kendilerine müslümandır. 1990-1995 arasında Kürt illerinde köyler yakılırken, insanlar asit kuyularında parçalanırken ordunun derin devletin çekirdeği olarak yaptıklarına gıkları çıkmaz ama şimdi maşallah hepsi ordu düşmanı.
Türkiye bu saçmalığı 1950 döneminde Demokrat Parti iktidarıyla da yaşadı. CHP’nin, yukardan aşağı modernist uygulamalarına karşı tepkisi ve nüfusun çok büyük kısmını oluşturan köylülerin ağır ekonomik koşullar altında bırakılmasının sonucu olarak DP, “demokrasi” söylemiyle iktidara geldi. Ama herkes biliyor ki, DP döneminde bu ülkeye demokrasi gelmedi. Menderes verdiği sözlerin hiçbirini tutmadığı gibi akıl almaz anti demokratik uygulamalar geliştirdi. “Her mahallede bir milyoner yetiştireceğiz” söylemiyle her mahallede bir milyonere karşı binlerce insanın yoksullaşmasına yol açtı.
Bu ülkede muhafazakar kesimin hiçbir zaman demokrasi diye bir derdi olmamıştır. Onlar sadece kendi dinsel-geleneksel değerlerinin önünde bir engelle karşılaştıklarında demokrasi işlerine yarıyorsa demokrasi söylemine sarılırlar ama hiçbir zaman demokrasiyi bir özgürleşme çabası, süreci olarak görmezler, göremezler. Onları “demokrat” ve “sivil” yapan kendi geleneksel değerlerini incittiğini düşündükleri Cumhuriyetin ordu-bürokrasi merkezli anti demokratik yapısıdır. Yoksa bu kesimin kendisinin özel bir demokrasi projesi hiçbir zaman olmamıştır. Onlar için demokrasi bu sert ordu-bürokrasi yapısının aşılması için bir araçtır. Padişahlık ve hilafet kaldırıldığı için Cumhuriyete kin besleyen bir topluluğun demokrat olduğunu iddia etmek nasıl bir körleşmedir. Çünkü bu ülke topraklarında muhafazakar kesimin geleneği onlara böyle bir kapı açmaz, açamaz. Bunun için ciddi “içsel” engelleri vardır. Bu durum, Osmanlı’dan bu yana biat ettikleri Sünni geleneğin dokusuyla çok yakından ilgilidir.
Bu güçlü doku, ancak (kendi içinde demokrasi ve özgürlük sorununu çözmüş) çok güçlü bir emek hareketiyle sarsılabilir ve etkilenebilirse demokratikleşme ve özgürleşmeye açık hale gelebilir. Eğer bu yapılamaz ve Türkiye siyaseti mevcut kalıplarıyla bölünmüş bir toplumsal yapı halinde siyasal süreçlere dahil olmaya devam ederse “demokratikleşme” gerçek hayatta hiç bir karşılığı olmayan “sivilleşme” lafazanlıklarına kurban edilecektir. Geriye kimin değirmenine su taşıdıklarını anlamaya çalışan liberallerimizin boş kovalarından başka bir şey kalmayacaktır.
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri