Bizler; Rize Fındıklı’da, Salarha’da, Senoz’da; Artvin Borçka’da, Murgul’da, Şavşat’ta, Ardanuç’ta, Kemalpaşa’da; Giresun’da; Kastamonu Loç’da; Amasya’da; Tokat’ta sularımızın kullanım hakkının sermayeye satışına; doğamızın kar elde etmek için yıkıma uğratılmasına, HES’lere karşı derelerini ve vadilerini savunmak için mücadele edenler olarak 7-8 Ağustos’da Artvin Kemalpaşa’da Halkevleri Doğu Karadeniz Su Hakkı Forumu’nda bir araya geldik. Yerel mücadelelerin temsilcileri, suyun […]
Bizler; Rize Fındıklı’da, Salarha’da, Senoz’da; Artvin Borçka’da, Murgul’da, Şavşat’ta, Ardanuç’ta, Kemalpaşa’da; Giresun’da; Kastamonu Loç’da; Amasya’da; Tokat’ta sularımızın kullanım hakkının sermayeye satışına; doğamızın kar elde etmek için yıkıma uğratılmasına, HES’lere karşı derelerini ve vadilerini savunmak için mücadele edenler olarak 7-8 Ağustos’da Artvin Kemalpaşa’da Halkevleri Doğu Karadeniz Su Hakkı Forumu’nda bir araya geldik.
Yerel mücadelelerin temsilcileri, suyun ticarileştirilmesine karşı mücadelenin bir parçası olan bilim insanları olarak iki gün boyunca mücadele deneyimlerimizi paylaştık, suyun ticarileştirilmesinin tüm boyutlarını ve sonuçlarını birlikte ele aldık. Suyun ticarileştirilmesine karşı sürdüreceğimiz mücadele çizgisini, mücadelenin ilkelerini ve örgütlenme biçimini tartıştık. Doğu Karadeniz Su Hakkı Forumu’nda yapılan tartışmalar ve önerilerle oluşturduğumuz sonuç bildirgesini ülkenin dört bir yanında ve tüm dünyada su hakkı mücadelesi verenleri selamlayarak duyuruyoruz.
Sermaye suya el koyuyor, suyu ticarileştiriyor
Canlı yaşamının temeli olan su, kapitalizmin metalaştırma/piyasalaştırma saldırısı altında. Suyun ticarileştirilmesine dönük sermaye saldırısı çok boyutlu biçimlerde ilerliyor. Kentsel ve kırsal alanda su hizmetlerinin ticarileştirilmesi, suyun piyasada fiyatlandırılması, suyun yer altı sularından çekilerek ve kaynaklardan alınarak şişelenip metalaştırılması, hizmet üretiminde taşeronlaştırma/emeğin güvencesizleştirilmesi uygulamaları…Bütün bunlar suyun/su hizmetlerinin ticarileştirilmesinin farklı farklı yüzleri. Bugün ise saldırının bir başk boyutuyla karşı karşıyayız. AKP iktidarı enerji özelleştirmelerini temel alan (başta elektrik piyasası kanunu olmak üzere) yasal düzenlemeleri yaptıktan sonra uygulamaya soktuğu “su kullanım anlaşmaları” ile ülkenin dört bir yanındaki akarsuların kullanım hakkını sermayeye satıyor. Akarsuların sermayeye satılışı tüm canlıların yaşam hakkına yönelen bir saldırı olarak gelişiyor.
Su kullanım hakkının sermayeye satışı bugün enerji üretimi yapmak üzere kurulan HES (Hidroelektrik Santral) projeleri gerekçe gösterilerek yapılıyor. Ancak su kullanım anlaşmaları, sulama suyundan içme ve kullanma suyu teminine kadar su kaynağının her türlü kullanım biçimini de kapsıyor. Bu anlaşmalar suyun kullanım hakkını, bu hakka, doğanın bir parçası oldukları için sahip olan ve yaşamlarını su sayesinde sürdüren tüm canlıların elinden alarak suyu ticari bir mala dönüştürmesi için sermayeye devrediyor.
Devleti “özel sektör” mantığıyla yönettiğini açıkça ilan eden siyasi iktidar; ortak ihtiyaçlar alanının bütün diğer parçalarında yaptığı gibi yasal düzenlemeler ve uygulamalarla enerji ve suyu sermayeye yeni karlılık alanları olarak açıyor ve bu piyasalaştırma süreçlerini halka karşı can siperhane savunuyor. AKP kendisini destekleyen sermaye gruplarına ya da kişilere bu yeni birikim alanlarında özel kanallar açıyor ve bu şekilde kendisini de güçlendiriyor. Yine kamu kuruluşlarının yatırımcı işletmelere çevrilmesi; yerel yönetimlerin şirketleştirilmesi; kamu-özel ortaklığı modellerinin yaşama geçirilmesi kısaca artık kamunun piyasa mantığıyla şekillendirilmesi, suyun ve su havzalarının tahribatını/ticarileştirilmesini hızlandıran gelişmeleri oluşturuyor. AKP bu sürecin sürükleyici aktörlerinin başında geliyor.
Tüm bu saldırının karşısında halk sessiz kalmıyor. Ülkenin dört bir yanında farklı kültürlere, dillere, gelenek ve yaşama biçimlerine sahip olan insanlardan oluşan yerel hareketler doğaya ve suya yönelen saldırının karşısına dikiliyor. Bugüne kadar ülkenin farklı bölgelerinde gelişen yerel hareketlerin yaşadıkları deneyimlere ve saldırının geldiği boyuta bakıldığında ise izlenecek mücadele çizgisini ve yöntemlerini ortaklaşa tartışmak, ortak hareket etme ve örgütlenme biçimleri yaratmak bir ihtiyaç olarak beliriyor. Bu noktada akarsularımızın şirketlere satılmasının nedenlerini ve yarattığı sonuçları; mücadele deneyimlerinden çıkarılan dersleri bilince çıkarmak bundan sonra mücadelenin izleyeceği seyir açısından kritik önem taşıyor.
Suya müdahale yaşama ve doğaya saldırıdır!
HES projelerinin yapımında olduğu gibi su kaynaklarının sermaye tarafından denetimi için doğaya ve kaynağın kendisine yapılan müdahaleler su sayesinde varlığını sürdüren ekosistemi tahrip ediyor. Suya HES’le müdahale, suyun barajlanarak tutuklanması; boru ve kanallarla dere yatağının ve doğanın dışına taşınması, yeraltı sularının açılan tünellerle çekilmesi, dere yataklarının yerinin ve suyun akışının değiştirilmesi yoluyla yapılıyor. Derelerin kurutulması, suda yaşayan mikroorganizmaların, suyla beslenen hayvanların ve bitkilerin o bölgedeki varlıklarını sürdürülemez hale getiriyor, balıkların göç yollarını tıkıyor. Biyoçeşitlilik azalıyor. Yaban hayat yok ediliyor. HES’lerin yapım aşamasında özellikle yol ve iletim hattı çalışmalarında ormanlar katlediliyor. HES’lerde kullanılan betonarme yapılar için gereken kum ve çakıl için açılan taş ocakları, inşaat sırasındaki hafriyatlar, diğer atıklar, toz emisyonları doğal çevreyi kirletiyor ve tüm canlıların yaşamını tehlikeye sokuyor. HES’ler suyu havzanın daha yüksek yerlerinde tutarak havzanın aşağı kesimlerine doğru olan suyun akışını azaltıyor. Bu durum yer altı sularının büyük oranlarda azalmasına hatta bazı durumlarda sulak alanların kurumasına neden oluyor. HES inşaatları için kullanılan dinamitleme yöntemi yeraltı sularını etkileyerek halkın içme suyu kaynaklarının yok olmasına, susuzluk tehlikesinin açığa çıkmasına neden oluyor. HES’lerle suyun kendini yenileyebilme niteliği azalıyor.
Tüm bunlarla birlikte HES projeleri tarihsel kültürel dokuları, bölgede yaşayan insanların yüzyıllardır suyla birlikte şekillenen yaşama biçimlerini ve kültürlerini de yok ediyor. Bu yanıyla HES’ler kültürel çeşitliliğe ve zenginliğe yönelik bir saldırı olarak da gelişiyor.
Bugün gelişen yerel hareketlerin temel dinamiğini sermaye saldırısı altındaki suya, HES projelerinin yapılması planlanan vadilere ve kültürel/yaşamsal değerlere sahip çıkmak oluşturuyor. Bu noktada mücadelenin iki temel eksenini suyun ticarileştirilmesine karşı topyekün mücadele ve doğanın/yaşamın kar güdüsüyle tahrip edilmesine karşı verilecek ekolojik mücadele olarak kavramayan her eğilim saldırının büyüklüğü karşısında durmak ve mücadeleyi ilerletmek bakımından sınırlara çarpıyor.
Açık ki su, doğanın hakkı ve koruyucusudur. Doğada canlı ve cansız varlıklar arası ilişkiyi kurarak canlıların daha sağlıklı yaşamasını, ekosistemin devamlılığını sağlayan en önemli unsurdur. Bu nedenle su hakkı mücadelesi doğanın varlığını ve devamlılığını sürdürmesi için; kendini bu saldırı karşısında savunamayan hayvanlar ve bitkiler için de verilmelidir. O doğal çevrede oluşmuş tarihsel-kültürel doku, yapı ve değerlerin korunması da mücadelenin bir parçasıdır.
Suyun ticarileştirilmesi köylülük için yıkım getiriyor!
Suyun ticarileştirilmesi ve bunun bir parçası olarak HES projeleri birçok farklı etkiyle tarım ve hayvancılıkta küçük üreticiyi/geçimlik üretim yapanları üretimini sürdüremez hale getiriyor. HES projeleri suyun doğal çevrimini, dolayısıyla bölgenin yağmur ve nem dengesini bozuyor. Bu müdahaleler yerellerde geleneksel geçim kaynağını oluşturan tarımsal ürünlerin yetişme koşullarını ortadan kaldırıyor. Su döng