1. Türkiye toplumsal dönüşümün doğum sancısını solun ebelik desteğinden yoksun olarak yaşıyor. Eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlar toplumda daha çok kabul görmeye başlamışken, solun fiili varlığının devre dışında kalması garip bir ironidir. Esasında durumun böyle cereyan etmesi, solu tarihsel bir yüzleşmeye davet eden güçlü bir çağrı anlamı da taşımaktadır. Sol bu çağrıyı esaslı bir yüzleşmeye […]
1.
Türkiye toplumsal dönüşümün doğum sancısını solun ebelik desteğinden yoksun olarak yaşıyor. Eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlar toplumda daha çok kabul görmeye başlamışken, solun fiili varlığının devre dışında kalması garip bir ironidir. Esasında durumun böyle cereyan etmesi, solu tarihsel bir yüzleşmeye davet eden güçlü bir çağrı anlamı da taşımaktadır. Sol bu çağrıyı esaslı bir yüzleşmeye dönüştürebilir mi bilinmez! Ama bunu gerçekleştirmediği sürece etkin bir özne olarak sürece müdahil olamayacağı aşikârdır. Devrimci koşullar keskin bir şekilde olgunlaşırken, solun devre dışında kalmasını sadece konjonktürün uygun olmadığı ile açıklayamayız. Başka nedenlerin de olduğunu hesaba katmamız sağlıklı bir değerlendirme yapabilmemiz açısından gerekli bir tutum olacaktır. Mesele verili şartların elverişli olmaması ile açıklanmaya çalışıldıkça, sorun daha da kaotik bir durum alıyor. Sürecin ihtiyaçlarına karşı yeni örgütsel formlar oluşturma konusundaki tutuculuk, fikir dünyasının eklektik bir yapıda olması ve eylemsel refleksin cılız olmasının yarattığı olumsuzlukları görmezden gelmek problemi daha keskin bir hale getirmektedir. Devrimci kitle siyasetinin dirilişi mümkün olacaksa, sömürü koşullarına karşı verilen mücadele ile programsal eylemsel bir hat oluşturma mücadelesinin at başı yürütülmesi kaçınılmaz bir gereksinim olarak durmaktadır. Türkiyeli sosyalistler evrensel emek değerlerinin savunucusu olma iddiasını devam ettirmek için yenilenmekten ürkmemelidir. Yenilenme dediğim şey, fikir mirasından uzaklaşmak anlamında algılanmamalıdır. Sürecin ortaya çıkardığı, ekonomik, sosyal ve politik önceliklerini gören bir yerden hem örgütlenme biçimini hem programsal yaklaşımını gözden geçirmesini kast ediyorum. Marksist siyasetin üzerinde durduğu temel ilkelerden birisi teori ve pratik bağıntısıdır. Teori, yaşanan gerçeklikten, pratiğin içinden süzülmeli; pratik ise, teorinin tasvirlerine göre şekillenmelidir anlayışına dayanan bir yaklaşım içermektedir. Günün koşullarını hesaba katan “somut durumun somut tahlili” ilkesini pratik faaliyetinin ve fikir yaşamının öznesi yapmayı başarabilen sosyalistler tarihsel rolünü oynayabilirler.
Nasıl bir nesnelliğin içindeyiz?
Dünya hızlı bir alt üst oluş yaşamaktadır. Kapitalizmi idame eden ana hücre (artı değer sömürüsü) değişmese de, üretim sürecinde ve sınıf pozisyonunda ciddi değişiklikler ortaya çıkmıştı. Emek sürecinde kararlı olarak çalışan ve sürekliliği olan işçi sınıfı giderek erimiştir. Onun yerini esnek çalışma ve istikrarsız üretici güçler almaktadır. Beyaz yakalılar olarak tanımlanan ve üretilen artı değerden pay alan küçük burjuva kesim muazzam bir güç halini almıştır. Yasal mevzuatın dar sınırları ve emekçilerin iş bulma kaygısı gibi bir dizi nedenin kuşatması altındaki sınıfın ana gövdesi örgütsüz ve her türden sosyal güvenceden yoksun bir halde sefalet koşullarını yaşamaktadır. Esasında sınıfın atar damarları tam da bu devasa örgütsüz kitlenin bağrında atmaktadır. Mevcut klasik sendikal formun bu kesimi örgütlemesi maalesef mümkün görünmüyor.
2
Kapitalizmin türevi olan ulus sorununa yaklaşımda ve ulusal taleplerde ciddi değişiklikler ortaya çıkmıştır. Toprak temelli bağımsızlıkçı taleplerden uzaklaşılmış, kültürel hak talepleri ana desen halini almıştır. Bu değişim son 10 yıl içinde Kürt ulusal taleplerinde de öne çıkmıştır. Yazıdaki amacım Kürt ulusal taleplerdeki değişikliği değerlendirmek olmadığı için sadece durum tespiti ile geçmek istiyorum. Yazımın başlığında da anlaşılacağı gibi amacım, ortaya çıkan nesnel durumu kapsayan bir sol seçeneğin mümkün olup olmadığını, politik önderliğin hangi zemine oturabileceğini ve politik önermelerinin içeriğinin ne olabileceğini değerlendirmektir.
Sol seçenek mümkün mü?
Sol seçeneğin ortaya çıkabilmesi politik önderliğin yaratılmasıyla doğru orantılıdır. Politik önderliği yaratmak da tek başına yeterli değildir. Şoven politikaların bozucu etkisiyle kendi sınıf konumlarına yabancılaştırılmış devasa emekçi kitleyi sistemin çekim alanından uzaklaştırabilecek etkin araçlara ve tutarlı bir programa sahip olmak da gerekiyor.
Politik önderliği yaratmak, dönemin asli çelişkilerine acil, somut önermeler sunmak ile mümkün olacaktır. Sosyalistlerin ideolojik kalıplar ile nesnelliğin ihtiyaçları arasındaki bir eşikte durdukları düşünülürse; bu eşiği geçilmesi öncelikli meselelerden biridir. Bu temelde tarihsel olanla güncel olanın diyalektik bağını kurmakta zorlanıldığını söylemek mümkündür. Sosyalist solun varlık koşullarını besleyen sınıf mücadelesi oldukça zayıftır, sendikal mücadele ciddi sorunlar yaşamaktadır. Sosyal yaşamda saflaşma etnik ve inanç temelli bir içeriğe bürünmüştür. Milliyetçi eğilimleri tetikleyen bu olgu solun varlık zeminini zayıflattığı gibi, milliyetçi reflekse düşmesine de neden olmaktadır. Altını çizdiğim bir dizi nesnellikle beslenen ve solun bakış açısının, yapılanmasının taşıdığı zaaflarla daha da yoğunlaşan problemler, solun kitlelerle bağ kurmasına engel teşkil etmektedir. Sol-sosyalist seçenek mümkündür ve gereklidir! Fakat sosyalistlerin mevcut durumlarıyla, bu seçeneği etkin bir odak haline getirmeleri pek mümkün görünmüyor.
Ne yapmalıdır?
Çevreye sahip çıkarken, modern toplumun (Sosyalist toplum da son kertede modern toplumdur) enerji ihtiyacına akılcı, uygulanabilir çözümler sunulmalıdır.
3.
Mevcut sendikal formun hiyerarşik yapısı içinde dönemsel olarak ortaya çıkan ekonomik mücadeleyi, yücelterek algılamak ve oradan başka büyük şeyler beklemek kolaycılığına düşmemelidir. Öncelikli olarak sınıf güçlerini kuşatan, soluksuz bırakan mevcut klasik sendikal formu değiştirmeye dönük bir programa sahip olunması gerekiyor. Zira emek güçlerinin büyük bir kısmı sendikal örgütlenmenin dışında sefalet koşullarında yaşamaktadır. Merkezine örgütsüz kitleyi almayan solun, emek mücadelesinden toplumsal bir güç yaratma istemi düşsel bir arzu olarak askıda kalmaya mahkûmdur ve sınıf mücadelesi kavramı naif bir vurgu olmaktan öte bir anlam taşımayacaktır.
Sosyal yaşamdaki etnik ve inanç temelli çeşitlilik ile devletin tekliği arasındaki çelişki diğer tüm çelişki biçimlerinin önüne çıkmıştır. Tarihsel bir dizi bastırılmış olgu güçlü birer damar olarak açığa çıkmıştır. Kimlik mücadelesi oldukça diridir. Solun bu noktada alacağı pozisyon önemlidir. Bu durum iki yanı keskin bıçak gibidir. Bir yanı egemen ırkçı milliyetçiliğe yuvarlar, diğer yanı kitlelerle bağını kesebilir. Ya da şu an yaşadığımız gibi, kimlik temelli bir refleks vermek durumunda kalır ki, bu durum kendi varoluşuna denk düşmediği gibi çelişkinin çözümüne de bir katkı sağlamayacaktır. Ayrıca toplumsal bir güç olmasının varlık koşullarını da ortadan kaldıracaktır. Bu konuda en akla yatkın öneriyi, Demir Küçükaydın’ın da içinde bulunduğu aydınların öne sürdükleri öneridir. Türkiye’de farklı kimliklerin yok sayılması egemen Türk kimliği ve Sünni İslamlık dayatması ile paralel yürütülmüştür. Esasen egemen olanın egemenliğinden vazgeçmesini istemek, dışlanana özerk bir statü kazandıracaktır. Sol bu öneriyi eksen alabilir. Kürt politik taleplerinin içeriğine bakmaksızın onay ve destek verirken, kendi önermesini devletin etnik-ırk temelinden arınması talebi üzerine oturtmalıdır. Tüm yasal anayasal metinlerde Türk vurgusunun çıkarılması talebini esas alan b
ir programı ihtiva eden bu yaklaşımın maddi bir zemin yaratacağı ihtimali oldukça yüksektir. Dini inançların devletten bağımsızlaşması ya da devletin dinden arınması temeline dayanan “laiklik” savunusuna benzer bir içerikte, devletin ırktan, milliyetten ve etnik kimlikten arınması talebine tekabül eden yaklaşımı program düzeyinde savunmalıdır. Etnikten bağımsız ama ötekileştirilen, dışlanan kimliklerin özgürleşmesine kayıtsız kalmayan sol, etnik yarılma nedeniyle örgütleyemediği toplum kesimlerini örgütleme şansını yakalayacağı gibi, kendisi de milliyetçi reflekse düşme tuzağından kurtulmuş olacaktır. Muhtevası bu eksende netleştirilmiş “demokratik cumhuriyet” önermesi toplumsal ortak payda oluşturabilir ve solun misyonunu oynamasının önünü açabilir. Sol bu eksende toplumun tüm mağdurlarını kendi çeperinde toplayabilir ve güçlü bir seçenek olarak toplumsal dinamizmin öncü gücü olabilir kanısındayım.