Türkiye’de resmi verilere göre 2300 hidroelektrik santrali projesi var. HES’lere karşı sularını, topraklarını ve ormanlarını koruyanlara göre bu rakam gelecek projelerle beraber 5 bini bulacak. Şu ana dek 700 HES projesinin başlatıldığı Karadeniz’de bu sayı Doğu Karadeniz Küçük HES Kalkınma Projesi sayesinde 2 bini aşacak. Hükümet HES’lerin yapımını kolaylaştırmak için çoktan kolları sıvadı. Fakat Karadenizliler […]
Türkiye’de resmi verilere göre 2300 hidroelektrik santrali projesi var. HES’lere karşı sularını, topraklarını ve ormanlarını koruyanlara göre bu rakam gelecek projelerle beraber 5 bini bulacak.
Şu ana dek 700 HES projesinin başlatıldığı Karadeniz’de bu sayı Doğu Karadeniz Küçük HES Kalkınma Projesi sayesinde 2 bini aşacak. Hükümet HES’lerin yapımını kolaylaştırmak için çoktan kolları sıvadı. Fakat Karadenizliler de boş durmadı. Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan ve Fındıklı Dereleri Koruma Platformu sözcüsü Avni Ertaş’la köylü direnişlerini, direnişin özgünlüklerini ve sınırlılıklarını konuştuk.
Suların boşa aktığı savı var bir de. Malum HES’lerin temel altyapısı. Bu sular boşa aksaydı eğer yüzyıllar boyunca insanlar bu suların etraflarında yerleşim yerlerini, doğal yaşam alanlarını kurar mıydı? Bu doğal denge oluşur muydu? Çaya, fındığa, tütüne neye isterseniz ona vurun açın açabildiğinizce!
Enerjide hangi dışa bağımlılıktan kurtaracakmışız. Projelerin tamamında yabancı ortaklıklar var iken, İspanyol’u, İsveçlisi ve hatta Venezüellalısı, İsraillisi, ABD’lisi bu projelere çakılma çakılırken hangi dışa bağımlılıktan kurtulmaktan söz edebilirsiniz? Bu yabancı ortaklıklar ile ancak, sularımızın da dışa bağımlı hale getirildiğini ortaya koyarsınız.
Bugün Türkiye’nin dört anında HES projeleri hayata geçirilmeye çalışılırken hem en büyük payın Doğu Karadeniz’de olması hem de buradaki mücadelenin etkinliği nedeniyle konuyla ilgili toplumsal hareketlilikte Karadeniz çok ön planda? HES’lere karşı mücadele Karadeniz bölgesinde nasıl başladı ve yayılmayı nasıl başardı?
Ömer Şan: Evet, bugün ülkemizin dört bir yanında binlerce HES, yani Hidroelektrik Santrali projesi hayata geçirilmeye çalışılıyor. Aslında hayatın kökünü kazıyacak bu projelerle ‘hayat’ kavramını ters anlamlandırmak gerek! HES’ler doğal yaşam alanlarımızı sarmal altına alarak, vahşi kapitalizmin emperyalist rant hesaplarının paylaşımına açıyor olmasıdır asıl sorunun kaynağı.
Bakın, sözünü ettiğimiz projeler 1-2 veya 5-10, 50-100 sayısal değerleriyle ifade edilmiyor. Bugün ülkemizde 5 bine yakın HES projesinden söz ediliyor. Belki resmi ağızlardan veya açıklamalardan bu ifadeleri duymuyoruz ama gerçek bu!
DSİ, Enerji Bakanlığı ve EPDK verilerine göre şu anda yurt genelindeki dere ve vadilerimiz üzerinde, 2009 yılı sonu itibarıyla kamu ve özel sektör’e ait 187 adet HES işletme halinde bulunuyor. Mayıs 2010 verilerine göre ise inşa çalışması devam eden 145 ve proje aşamasında olan bin 576 HES bulunuyor. Bunların toplam sayısı bin 721’e ulaşıyor. Planlanmakta olan diğer 325 HES projesi ile birlikte bu sayı 2 bin 46 olmakta, bakanlıkların verilerine göre ülke genelinde yapılması planlanan HES sayısı ise 2 bin 300’lere ulaşmaktadır.
Bu projelerin yanında ayrıca Doğu Karadeniz Bölgesinde 2 bin de mikro HES kurulması için ‘Doğu Karadeniz Küçük HES Kalkınma Projesi’ adıyla yeni bir proje başlatıldı.
Bu görünür rakamları ele aldığımızda, basit bir toplama işlemi ile toplam sayının 4 bin 300’leri bulduğunu açıkça görebiliyoruz herhalde.
Eğer bu projeleri açmamı isterseniz, elimizdeki verilere göre Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, işletmede bulunan, inşa ve proje aşamasında olan ve de yapılması planlanan HES sayısı 700’ü bulmakta. Bunlardan 169’u Trabzon’da, 123’ü Rize’de, 176’sı Artvin’de, 82’si Giresun’da, 63’ü Ordu’da, diğer HES projeleri ise Erzurum’un Doğu Karadeniz’e yakın İspir ve Tortum gibi ilçeleri ile Gümüşhane, Bayburt, Samsun, Amasya, Tokat, Sinop ve Çorum’da bulunmaktadır. DSİ verilerine göre, inşa halindeki 145 HES’ten 41’i Trabzon’da, 25’i Artvin’de, 23’ü Rize’de, 12’si ise Giresun’da bulunuyor.
Edindiğimiz bilgilere göre, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından Mayıs 2010’a kadar 96 proje için ‘ÇED Olumlu’ raporu verildi. ÇED inceleme işlemleri devam eden de 120 proje var. ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararlarındaki yetki İl Çevre ve Orman Müdürlüklerine ve dolayısıyla valiliklere devredildiği için henüz net bir sayıdan söz edilememekte!
Ülke genelinde inşa aşamasında olan 145 HES için, başta Rize ve Artvin olmak üzere Giresun, Muğla ve diğer illerde çeşitli davalar açılmış, bu davaların sayısı elde ettiğimiz bilgilere göre 65’e ulaşmıştır.
Şimdi gelelim sorunuzun ikinci kısmına. Yani HES projelerindeki hem en büyük payın Doğu Karadeniz’de olması ve hem de buradaki mücadelenin etkinliği nedeniyle HES’lerle mücadelede toplumsal hareketlilikte Karadeniz’in ön planda olmasına. Bu sorunuza, yine sorunun içinde yer alan ‘HES’lere karşı mücadele Karadeniz bölgesinde nasıl başladı ve yayılmayı nasıl başardı’ vurgusuyla birlikte yanıt vermek gerekir.
Öncelikle, Doğu Karadeniz Bölgesi önemli coğrafik konumu ile stratejik bir öneme sahip. Avrupa’dan Asya’ya hatta Afrika’dan Rusya’ya uzanan bölgenin tam bağlantı noktasında! Küreselleşmenin odağında, emperyalizmin enerji hattı üzerinde, doğal kaynaklarının yanında su kaynakları ile de önemli bir kaynağa sahip… Siyasi, kültürel, sosyoekonomik yapısını da ele aldığınızda -ki, bu çok daha geniş ayrıntıları içerir- o zaman neden en büyük payın bu bölgede olduğunu kavrayabiliriz. Özellikle de gelecek yüzyılın petrolden daha çok ‘su kaynakları’ üzerindeki paylaşımların etrafında şekilleneceğini de unutmamak gerekir.
Aynı vadi üzerinde onlarca HES projesi geliştirilmesi, vadilerde akan derelerin dev tünellere alınarak taşınması, proje çalışmaları sırasında doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar verilmesi, doğal zenginliklerin, fauna ve floranın yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi gibi endişelerle yöre halkı ve çevreciler HES projelerine karşı amansız bir mücadele başlattı. Önceleri bölgesel olarak başlayan tepkiler, protesto eylemlerine dönüşürken yayılarak tüm yurt geneline yayıldı ve beraberinde hukuksal süreçler de başladı.
Aslında, 1996’da Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi Fırtına Vadisi Üzerinde BM Holding tarafından yapımı planlanan Dilek-Güroluk Regülatörleri ve HES projesi ile başlayan Doğu Karadeniz ve dolayısıyla ülkemizdeki HES süreci, burada verilen demokratik ve hukuksal mücadeleyle de bugünkü HES direnişinin temelini oluşturdu.
2000’li yılların başında başlayan süreçle HES projeleri bölgeye ve ülke geneline yayılarak adeta vadileri ve derelerimizi sarmal altına aldı. 2003’te başlayarak 2006’da yenilenen ‘Su Kullanım Anlaşmaları ve ÇED yönetmeliği’ ile ilgili yasal düzenlemeler, enerji üretim lisansları ile de şekillendirilip; adeta bölgemizin baş belası haline gelen HES’le
re ‘kamu yararı’ özelliği katılmasıyla, rant çevreleri için ‘baş döndürücü’ bir hal aldı. Bu süreçte Fındıklı’da verilen sıkı mücadeleyle, bugüne kadar 16 proje yapılması planlanan Fındıklı’nın Arılı ve Çağlayan Vadilerine bir tek kazma dahi vurdurulmadı. Fındıklı Derelerini Koruma Platformu öncülüğündeki mücadele, bölgenin diğer vadilerinde de verilmeye başlayınca, her alanda iletişim ve dayanışmanın sağlanması hedefi ile Derelerin Kardeşliği Platformu oluşturuldu.
Burada eğer bir başarıdan söz edilecekse, bu, yöredeki insanlarımızın, vadilerde nöbet tutan, derelerin etrafında yaşayan, nefes alıp sularını kullanan, üreten herkesin bu mücadeleye yürekten katılarak, samimi bir gönüllülükle kendini ortaya koyması olmalıdır.
İşte burada Derelerin Kardeşliği Platformu’nun bu özelliği ön plana çıkar.
Fındıklı gibi yerel halkın topluca bir arada durduğu ve HES’çi şirketleri vadilerine bile sokmadıkları deneyimlerin başarısının arkasında sizce nasıl bir mücadele tarzı yatıyor?
Sanırım bu sorunuzun yanıtını az önce verdim. Fındıklı’da bu ortak ve toplumsal yaşama bilinci, mücadele gücü sanırım diğer bölgelerimizden biraz daha önde!.. Mücadele tarzı derken şu yöntem veya bu yöntem gibi algılanılmasın veya şöyle bir sistematik izlem olduğu algılanmasın. Buradaki temel, doğal yaşam alanlarımızın korunup kollanması ve bizden önce olduğu gibi bizden sonra gelecek kuşaklara aktarılması için verilen demokratik ve anayasal mücadelenin de tamamen doğal oluşudur. İnsan olmanın verdiği sorumlulukla, günümüz global dünyasının, emperyalist paylaşım hesaplarının, çıkar çatışmalarının, rantçı girişimlerin karşısında durarak hesapsız ve kitapsızca ortak bir yaşam uğruna ortak hareket etmenin deneyimidir bu…
Karadeniz’deki mücadelede Derelerin Kardeşliği Platformu’nun öne çıktığını görüyoruz? DEKAP ne zaman kuruldu, nasıl işleyen bir oluşum?
Evet, sanırım mücadelenin bu bölgede başlaması ve yaşanmışlıkların verdiği birikim ile Karadeniz, daha doğrusu Doğu Karadeniz Bölgesi mücadele anlamında biraz daha önde. Hatta birazdan daha öte epeyce önde. Mücadelenin başını ise her koşulda Rize vadileri çekti. Elbette ki Derelerin Kardeşliği Platformu’nun bu mücadeledeki etkinliği bu durumu sağlıyor.
Çamlıhemşin süreci ile başlayarak, Hemşin’de devam eden ve Fındıklı Derelerini Koruma Platformu tarafından sürdürülen mücadele, bölgenin diğer vadilerinde de verilmeye başlayınca, her alanda iletişim ve dayanışmanın sağlanması hedefi ile 2006 yılı Ağustos ayı içerisinde, bu mücadeleye kendini adayarak her aşamasında yer alan Avukat Remzi Kazmaz’ın öncülüğünde Derelerin Kardeşliği Platformu oluşturuldu. Derelerin Kardeşliği vurgusu ise asıl bütünlüğün temelini oluşturdu. İlk zamanlar hemen her bölgede HES’lere karşı duruştaki çekinceli yaklaşım platform açısından da geçerliydi. Ancak insanlar birbirini tanıdıkça, ortak mücadele hedefleri ve amaçlar, samimiyet ve gönüllülük bağları ortaya konulunca bu durum da aşıldı.
Derelerin Kardeşliği Platformu, gönüllülük esasına bağlı; çevreye, doğaya, ülkemizin doğal zenginliklerine, doğal yaşam alanlarına sahip çıkan, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasiye bağlı birçok sivil toplum kuruluşu ve oluşumunun bir araya geldiği, hiçbir fon veya sponsorluktan faydalanmayan, herhangi bir kurum veya kuruluştan herhangi bir yardım ve destek almayan, herhangi bir grup veya lobicilik faaliyetiyle ilişkisi olmayan ve aynı zamanda herhangi bir hiyerarşik yapısı bulunmayan bağımsız bir halk oluşumudur. Platformun asıl gücü ve etkisi buradan yani halktan, halk olmaktan gelir.
Yaklaşık 2 yıllık çalışmalarımız süresince bunu daha da net bir şekilde gördük ve gösterdik. Bugün 80’i aşkın bileşenimizin olması sanırım bunun bir başka göstergesidir.
Platformun bir yürütme kurulu var. Bileşenlerimizle yaptığımız genel değerlendirme veya koordinasyon toplantılarında bu yürütme kurulumuz yeniden şekillendirilir ve görevlendirmeler yapılır. Dönem Başkanı ve Dönem Sözcülüğü’nün dışında 9 kişilik yürütme kurulumuzda, bilimsel çalışmalar, hukuksal süreç, diğer oluşum ve örgütlenmeler ile ilişkiler, sekreterya ve dökümantasyonla ilgili çalışmalarımızı yapıyoruz. Bunun yanında iletişim ve bilgilendirme açısından www.derelerinkardesligi.org adı altında bir internet sitemiz ve ona bağlı olarak www.derelerinkardesligi.com adıyla bir de forum sayfamızı oluşturduk. İnternet üzerinden bir paylaşım ağımız ve diğer sosyal paylaşım sitelerinde de gruplarımız bulunuyor.
Tamamen gönüllü ve özverili, duyarlılık ve sorumluluk ölçüleri çerçevesinde, hiçbir çıkar veya menfaat hesabına dayanmayan, günümüz politikaları çerçevesinde rant hesapları içerisinde olmayan Derelerin Kardeşliği Platformu ve bileşenleri; HES’lere karşıdır! Çünkü HES projeleri, iddia edildiği gibi temiz ve çevreci bir enerji üretim kaynağı değildir! Aksine, çevreyi ve doğayı katleden, derelerimizi kurutan, sularımızı 3,5 metre çaplı ve yüzlerce kilometrelik tünellere hapseden, doğal yaşam alanlarımıza, tarihi, sosyal ve kültürel değerlerimize geri dönüşümsüz zararlar veren, rant hesapları ile sularımızın, vahşi kapitalizmin emperyalist paylaşım hesaplarında meta olarak kullanıldığı bu projelerin zararlı etkilerini görmekte ve yaşamaktayız. Çünkü biz, bu derelerin can verdiği vadilerin etrafında yaşıyor, üretiyor ve ortak yaşama katkı sağlıyoruz. Bu dengeyi koruyup kollamak bizim asli görevimizdir. Bunun içim hiç kimseden teşekkür, plaket veya ödül beklemeyiz…
Platformun diğer yörelerdeki direnişlerle ilişkisi ne durumda?
Bakın, az önce de söylediğim gibi bugün 80’in üzerinde bileşenimiz var. Çeşitli sivil toplum örgütleri, dernekler, sendikalar, muhtarlıklar, platform veya tüzel kişilikler var platformumuzda. Herhangi bir hiyerarşik yapımız olmamasına karşın kriterlerimiz, önceliklerimiz ve bir çalışma disiplinimiz var. Hedeflerimizi ve bunların karşısındaki duruşumuzu belirleyen bir çizgi oluşturduk. Bu yönde kararlı ve emin, samimi ve sorgulayıcılıkla birlikte güven de olunca ortaya sağlam bir yapı çıkarıyorsunuz.
Rize’den başlayarak Artvin’e, Trabzon, Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Ordu, Tokat, Amasya, Samsun ve Sinop’a kadar uzanan bölgemizdeki bütün HES projelerini takip ederek oradaki mücadele dostlarımızla iletişim kuruyoruz veya oradaki arkadaşlar bizlere ulaşıyor. Mücadelemizde elde ettiğimiz kazanımları, çalışma yöntemlerini, hukuksal süreçteki girişimlerimizi ve bilgi paylaşımlarımızı aktarmaya çalışıyoruz. Mücadele paylaşımının yanında omuz omuza güç birliği ve bütünlük içerisinde kararlılıkla hareket etmemiz gerektiğini biliyoruz.
Bunun dışında Doğu Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan, Munzur’da, Hasankeyf’te, Ege’de, Batı Karadeniz’de nerede bu yönde mücadele varsa oradaki bütün arkadaşlarımıza da ulaşarak veya onlar bize ulaştığında bu paylaşımlarımızı onlara da aktarıyoruz. Yeri geldiğinde kalkıp gidiyoruz.
Burada elbette ki karşımızda büyük bir ekonomik güç var… Vahşi kapitalizm dediğimizde zaten bu gücün ne denli vahşi olduğunu görüyoruz. Ancak bu bizim açımızdan o kadar korkutucu ve ürkünç bir güç değil… Biz halkız ve halkın gücü karşısında hiçbir gücün direnemeyeceğini, başarılı olamayacağını biliyoruz. O nedenle elimizden geldiğince mücadele birliği oluşturma, dayanışma içerisine girme ve mücadelede sürekliliği kılma adına kendimizi ortaya koyuyoruz. Bil
iyoruz ki, ‘taşı delen suyun gücü değil, sürekliliğidir’…
Yerel örgütlenmeler dışında büyük kentlerin merkezlerinde de çalışma birimleriniz var mı?
Elbette ki yerel oluşumların dışında kentlerde de bu oluşumların ayağı olmalıdır. Yönetimlerin merkezi konumundaki büyük kentlerde de örgütlenmeye ve mücadeleye güç katmaya gerek var. Bu nedenle kent merkezlerinde de platformumuzun yürütme kurullarını oluşturduk. Özellikle Ankara ve İstanbul’da önemli bir mücadele gücü oluşturuyor arkadaşlarımız.
Bu mücadele alanında DEKAP dışında farklı meclis, platform örgütlenmeleri olduğunu da görüyoruz. Bu ayrı örgütlenmenin arkasındaki reel nedenler nelerdir?
Evet, daha önce de söylediğim gibi bizim HES’lere karşı mücadelemiz aslında Fırtına Vadisi sürecine dayanıyor. Daha sonrasında ise oluşturulan bütünlükle ortaya çıkan Derelerin Kardeşliği Platformu, kısa adıyla DEKAP var önümüzde. Sanırız, özellikle de HES’lere karşı başlatılan ve çevre mücadelesi olarak algılanan bu örgütlenme, diğer oluşumların da altyapısını oluşturdu. Yani onlara ilham kaynağı oldu bir bakıma. Belki de bizlerin yerel mücadele örgütleri olmasından kaynaklanan bir farklı yapılanma gereksiniminden kaynaklandı bu yapılar. Su Meclisi örneği var önümüzde. Aslında Su Meclisinin temel felsefesi suyla ilgili etkileşimler konusunda çalışmalar yaparak belirli mücadele zeminleri oluşturmaktı ilk başlarda. Oluşum gerçekleştirilirken bizler de Platform olarak gözlemci olarak yer aldık. HES’lere karşı mücadelenin de bu çatı altında yer almasında etkili olduk. Zaten bizim de birçok bileşenimiz bu oluşumun içerisindeydi. Havza planlaması konusunda tartışmalarımız oldu. Bunu da, yürütme kurulu üyemiz ve en başından beri HES’lere karşı verilen mücadelenin içerisinde yer alan, bu konuda oldukça birikimi olan TEMA Rize temsilcisi Sevgili Nevzat Özer’in girişimleri ile aştık. Bu konudaki çekincelerimizi her platformda dile getirdiğimiz gibi burada da dile getirdik.
Bir de Karadeniz İsyadadır Platformu var. Aslında bu platform da adını yine bizim ve arkadaşlarımızın, özellikle de Çayeli Senoz’daki dostlarımızın Senoz Derneği’nin öncülüğünde Senoz Vadisi’nde yaptığı eylemde açılan pankarttan alıyor.
Şimdi, bu oluşumların arkasındaki reel nedenlere girersek sanırım biraz polemik ve felsefe yapmış oluruz. Burada, yani farklı yapı ve oluşumların ortaya çıkmasında bir farklılaşım veya ayrık düşünceler ortaya koymaktan öte bunun bir iletişim ve paylaşım sıkıntısından kaynaklandığını düşünmek gerekiyor.
Burada yine de biz kendimize çuvaldızı batırıyoruz.
Ancak, bu gibi konularda özellikle de ülkemizdeki sosyal ve kültürel değerleri ele aldığımızda çok dikkatli olmamız gerekiyor. Şimdi bunu açmamı isteyeceksiniz! Bu konu polemiğe çok açık. Bir yanda yerel halkın mücadelesi varken, diğer yanda bu mücadeleyi kendi lehine çevirmek isteyen, farklı düşünce ve sistemlere çıkar veya yandaş oluşturarak bir altyapı girişimleri de söz konusu.
Bunu anlatırken, bizim gibi özde düşüncelerle yola çıkan arkadaşlarımızı bunların dışında tutmak gerektiğini vurgulamak istiyorum. Mesela yurt dışından çeşitli kaynaklardan, fonlardan veya başka isimler altındaki vakıf ve derneklerden destek ve yardım alan oluşumların pek de samimi olduğuna inanmıyoruz.
Aslında bu konu da uzunca tartışılması ve ortaya konulması gerekiyor ama burada tek yönlü olarak bir değerlendirme yapmanın da hatalı olacağı kanısındayım.
Ancak, bizlerin ortaya koyduğu kriterler, duruşumuz ve yaklaşım açımızdan, samimi, içten ve özverili olarak bizimle aynı yönde omuz omuza yürümek isteyen her oluşumla aynı paylaşımları yapmaya her zaman olduğu gibi bugün de hazırız.
Farklılaşımların, bu rant ve çıkar hesaplarının ekmeğine yağ süreceğinin de bilincinde olmamız gerek!
HES’lere birçok yerde direniş gösterilse de aslında tüm projeleri düşünürsek karşı duruş göstermeyen yerlerin sayısı çok daha fazla demek yanlış olmayacak. Siz zararları ve arkasındaki niyeti bu kadar ortada olan bu projelerin birçok yerde yerel halk tarafından sahiplenilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, ilk bakışta haklısınız! Binlerce projeden söz ederken, 150’ye yakınında inşaat çalışmaları başlatılmışken açılan davalar ve mücadele edilen alanların dışındaki karşı duruşları hesap edersek o kadar da fazla değil. Sanırım bunun nedenini önceki anlatımlarımız ile daha sonraki bölümlerde de vermiş olacağız.
Bir kere kırsal bölgelerdeki, yani HES projelerinin geliştirildiği vadilerdeki bütün insanlarımızın, üretici, çiftçi veya orman köylüsü olduğunu unutmamalıyız. Bu halk kitleleri her zaman devletiyle barışık ve koşulsuz bağlılıklarını göstermiş fakir ve onurlu insanlardan oluşmaktadır. Projeler de devlet yatırımı olarak önlerine konduğunda, iş ve aş vaatleri ile istihdam, yol ve benzeri vaatler yapıldığında kolayca kanabiliyorlar. Ancak, Senoz ve Güneysu’da olduğu gibi bu projelerin yatırım değil de bir yıkım projesi olduğunu gördüklerinde iş değişiyor. Bazen de iş işten geçmiş oluyor.
HES’lere karşı su hakkı mücadelesinde hukuk alanında elde edilen kazanımlar mücadelelerin başarısı açısından sizce yeterli mi?
Hiçbir şekilde yeterli değil. Bütün HES projeleri iptal edilinceye, su kullanım anlaşmaları ve üretim lisansları tümüyle iptal edilinceye kadar da yeterli olmayacak!
Burada önümüzde çok uzun bir süreç var. Bu süreçte HES projelerinin ‘kamu yararı’ özelliğinin altına sığındırılmasından kaynaklanan bir sürü sıkıntı var. Yasalara aykırılıktan tutun hukuksuzluğa kadar her türlü ayrıntı mevcut.
Aynı vadi üzerinde onlarca HES projesi geliştirilmesi, vadilerde akan derelerin dev tünellere alınarak taşınması, proje çalışmaları sırasında doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar verilmesi, doğal zenginliklerin, fauna ve floranın yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi gibi endişelerle yöre halkı ve çevreciler HES projelerine karşı amansız bir mücadele başlattı. Önceleri bölgesel olarak başlayan tepkiler, protesto eylemlerine dönüşürken yayılarak tüm yurt geneline yayıldı ve beraberinde hukuksal süreçler de başladı.
Elbette ki bu mücadele sürecinde çok önemli kazanımlar elde edildi. Bence en önemli ve büyük kazanım mücadele birliği oldu. Yargı kararlarının ortaya çıkması ile ortadaki hukuksuzluklar da net bir şekilde görülmeye başlandı. Ancak yine de bu yasa ve hukuk tanımaz anlayış, yargı kararlarını uygulatmadı ve birçok proje ‘hukuk tanımazlık’ çerçevesinde devam ederek tamamlandı. Bunun en açık örneği Senoz’da yaşandı.
Bugüne kadar elde ettiğimiz verilere göre ülke genelinde inşa aşamasında olan 145 HES için, bu sayı artmış daha da olabilir, başta Rize ve Artvin olmak üzere Giresun, Muğla ve diğer illerde çeşitli davalar açılmış, bu davaların sayısı 65’e ulaşmış.
HES’lere karşı açılan davalar ilk başlarda genellikle ‘can suyu’ yetersizliği konusunu içerirken, daha sonraları ‘ÇED Gerekli Değildir’ ve ‘ÇED Olumlu Raporlarının’, ‘Toprak Kullanım ve Orman Alanları’ ile ilgili ‘Yürütmenin Durdurulması ve İptali’, bazı projelerde ise projelerin tamamının ‘Yürütmesinin Durdurulması ve İptali’ istemli olup; bugüne kadar 34’ü sonuçlanmıştır. Davalarda verilen kararlar ise bu istemler doğrultusunda gerçekleştirilirken; sadece Rize’nin İkizdere Vadisi’nde bulunan bir proje için, geçtiğimiz gün
lerde deneme üretimine başlayan Sanko’ya ait Cevizlik HES, Platform olarak kesinlikle kabul etmediğimiz bir kavram olan ‘can suyu’ konusunda yapımcı firmanın ‘gerekli miktarda (2800 lt/sn) suyu, dereye bırakacağını taahhüt etmesi’ nedeniyle dava reddedilmiştir.
Dilerseniz su hakkı mücadelesine son kısımda değineyim. Çünkü bu bizim için önemli ve bu soru arasında kaynamaması gerekir.
Bu yatırımların sahiplerinin bir bölümünün aynı zamanda medya gruplarının sahipleri olduklarını görüyoruz. Bu minvalde medyanın konuya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında medya bu konuda bizim umduğumuzdan daha çok destek oluyor. Yani haber ve etkinliklerimize yer vererek kamuoyunun bilgilenmesi ve bu anlamda gerçek bir kamuoyu oluşması açısından bir destek söz konusu. Ancak yine de tam anlamıyla bir destekten söz edilemez. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, Rize’deki basın yayın organları ve basın mensubu arkadaşlarımız gerçekten çok büyük bir özveri gösteriyorlar. Onlar da bu mücadelenin içerisinde yer aldıkları ve mücadeledeki samimiyeti, içtenliği ve hiçbir çıkar hesabı gözetilmeden özverili şekilde insanların kendini ortaya koyduğunu görüyor ve yaşıyorlar.
Elbette ki ulusal medya organlarında da bu konuda duyarlı ve samimi olan arkadaşlarımız var. Ancak sizin de dediğiniz gibi özellikle de bazı medya guruplarının HES’lerle direk ilişkileri olmasının, HES firmaları, şirket ve holdinglerle ticari ilişkilerinin bulunmasının olumsuzlukları da var.
Aslında birçoğu da konuyu tam anlamıyla bilemiyor. Yani buradaki mücadelenin salt bir çevresel mücadele olmadığını, yaşamsal bir direniş olduğunu özümseyemiyorlar. Bu sizin bir acıyı hissettiğiniz ölçüde en yakınınızdakinin bunu sizin hissettiğiniz ölçüde algılamamasına benzetebilirsiniz.
Bazı medya organlarının ise sadece olaya magazin açısından yaklaştığını da görüyoruz.
Burada yine kendimize bir çuvaldız batırıyoruz ki, yeterince ve tam anlamıyla derdimizi anlatamadığımıza veriyoruz bunu da. Aslında burasını görmeden haber yapan veya haberi arka plana iten arkadaşlarımızın buradaki gelişmeleri, mücadeleyi ve yapılanları yakından görmesi gerekir. O zaman daha farklı bir yaklaşım ve değerlendirme ortaya çıkacaktır.
Eklemek istedikleriniz?
Şimdi burada atlanan bazı konular olduğunu düşünüyorum. Mesela ‘Su akar Türk bakar’ lafı, ‘enerjide dışa bağımlılıktan kurtulacağız’, ‘sular boşa akıyor’, ‘HES’ler suları yutmuyor’, ‘Su vardı da biz mi içtik’ gibi söylemler, hatta safsatalar var. Bunlara da değinmek gerekiyor sanırım.
İlk olarak ‘Su akar, Türk bakar’ sözüne girelim. İlginçtir bazıları bunu ciddi ciddi ‘atasözü’ olarak algılamaya başladı. Oysaki 1960 yıllarda İkizdere Vadisinin hidrolik potansiyelini değerlendirmek üzere bölgeye gelen Alman bir mühendis tarafından söylenmiş ve o zamandan bu yana sularımıza göz koyan çevrelerce şiar edinerek insanlarımızın beynine kazınmaya çalışılmış. Bununla birlikte suların boşa aktığı savı var bir de. Malum HES’lerin temel altyapısı. Bu sular boşa aksaydı eğer yüzyıllar boyunca insanlar bu suların etraflarında yerleşim yerlerini, doğal yaşam alanlarını kurar mıydı? Bu doğal denge oluşur mu idi? Çaya, fındığa, tütüne neye isterseniz ona vurun açın açabildiğinizce!
Enerjide hangi dışa bağımlılıktan kurtaracakmışız. Projelerin tamamında yabancı ortaklıklar var iken, İspanyol’u, İsveçlisi ve hatta Venezüellalısı, İsraillisi, ABD’lisi bu projelere çakılma çakılırken hangi dışa bağımlılıktan kurtulmaktan söz edebilirsiniz? Bu yabancı ortaklıklar ile ancak, sularımızın da dışa bağımlı hale getirildiğini ortaya koyarsınız.
Evet, HES’ler suları yutuyor. Çünkü derelerimizin suları, yeraltı sularımız 3,5 metre çapında kilometrelerce uzunluğunda tünellere alınarak, sulara erişim hakkımız engelleniyor. Bir tünelden çıkıp diğer projenin tüneline giren sularımız nedeniyle vadilerimiz boyunca akan derelerimiz kuruyor.
Zaten derelerimizde akan su bu vadilerin bizlerin can suyu idi. Bakan Eroğlu’nun ‘Derelerde su vardı da biz mi içtik’ lafı aynı zamanda bir itirafın belgesidir. Madem bu derelerde su olmadığını biliyordu, neden yüzlerce binlerce HES projesini dayadı bu vadilerin boğazına? Peki, bu su olmayan derelere yatırım yapan ve su bulamadığı için enerji üretemeyen firmalar ne yapacak? Ama asıl hedef enerji değil de su ise o zaman durum farklı. Zaten bugüne kadar yapılanların da başka bir anlamı yok açıkçası!
Bu nedenlerledir ki; Derelerin Kardeşliği Platformu, tüm canlıların yaşam kaynağı olan suyun sadece enerji kaynağı ve para kazanma aracı olarak görülmesini reddetmektedir.
Doğal bir varlık olan su, yaşamın temel kaynağı olarak enerji kaynağı olarak görülemez. Sudan elde edilmeye çalışılan enerjinin alternatifi vardır ama doğal yaşam alanlarımızın, vadi ve derelerimizin başka alternatifi yoktur!
Su ticari bir mal değil, tüm canlıların yaşamını sürdürebilmek için ulaşmaya hakkının olduğu doğal bir varlık, ekolojik sistemin bir parçasıdır. Tüm canlıların sudan yararlanma hakkı vardır. Hiçbir canlı kendisinin su ihtiyacının daha önemli olduğunu ileri süremez.
Su, bulunduğu ortamın asli unsurudur. Hiçbir şekilde yatağı değiştirilemez, bulunduğu alandan başka bir alana taşınamaz. Doğal yaşam ile su ilişkisini dikkate almayan hiçbir karar, uygulama, yasal düzenleme kabul edilemez. Suyun kullanımı; ekolojik, çevresel, kültürel ve sosyal sürdürülebilirlikten uzak ele alınamaz.
Milyonlarca yıldır varlığını sürdüren, suyun beslediği ekosistemleri yok edecek HES Projeleri yenilenebilir temiz enerji olarak görülemez. Canlı türlerinin yok olma noktasındaki suyu ifade eden ‘can suyu’ kavramı veya böyle bir adalet anlayışı kabul edilemez, ahlaki görülemez. Can suyu tartışması dahi yapılamaz.
Bu hedefler doğrultusunda bütün dere ve vadilerimiz koruma alanı olarak ilan edilmeli ve koruma altına alınmalıdır.
Yargı kararlarını hiçe sayarak, vadilerimiz ve doğal yaşam alanlarımıza geri dönüşümsüz zararlar veren; sularımızın özelleştirilerek, uluslararası şirketlerin kontrolüne verilmesini de kapsayan bütün HES projeleri durdurulmalı, üretim lisansları iptal edilmelidir. Senoz Vadisi başta olmak üzere mahkemelerce verilen durdurma veya iptal kararları derhal uygulanmalıdır.
Büyük bir sorumluluk ve yurtseverlik duygusu ile doğasını, toprağını, suyunu, tarihini, kültürünü savunan yöre halkına ve onların sivil örgütlerini hedef haline getiren asılsız suçlamalara, saldırılara son verilmelidir. Bütün karar vericileri, tarafları; başka canlılar, çocuklar yokmuş gibi, gelecek kuşaklar olmayacakmış gibi, sürdürdükleri bu bencil davranışlardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Unutulmamalıdır ki, kararı bizim neslimiz verecek, ancak bu karar bütün nesillerin geleceğini etkileyecektir.
Bölgemizde yaşanan bu katliamların bir an önce durdurulması ve sularımızın ticarileştirilmesinin önünde durmak için var gücümüzle mücadelemizi sürdüreceğiz. Birileri için rant ve gelir kaynağı olarak görülen sularımız, bizler için yaşam kaynağıdır.
Derelerimiz bizim can suyumuz, damarlarımızda akan kandır.
Platform olarak güç birliği içerisinde, bu güne kadar sürdürdüğümüz eylem ve çalışma planlarımızı devam ettirmekte kararlıyız.
Teşekkür ederiz…
Biz mahkemeyi mahkeme salonlarında kurmadık; vadilerimizde halkımızla birlikte kurduk ve çıkan kararı da Türkiye’nin dört bir yanında duyurduk
Bugün Türkiye’nin dört yanında HES projeleri hayata geçirilmeye çalışılırken hem en büyük payın Doğu Karadeniz’de olması hem de buradaki mücadelenin etkinliği nedeniyle konuyla ilgili toplumsal hareketlilikte Karadeniz çok ön planda. HES’lere karşı mücadele Karadeniz bölgesinde nasıl başladı ve yayılmayı nasıl başardı?
Avni Ertaş: HES’lerle ilgili böyle bir yönelişin Karadeniz’de olması gayet normal. Çünkü kaynağında içilebilir su olan dereler, ırmaklar ve bütün kaliteli su Doğu Karadeniz’de bulunuyor. Dolayısıyla petrolden sonra dünyanın önümüzdeki dönemlerde en değerli kaynağı olan suya, suyun elde edilebilmesinin bir aracı olan HES’ler bahanesiyle saldırılması yönelimi başladı. Bu böyle olunca yine doğal olarak bu bölgede geçmişten beri yerel ve genel sorunlara karşı duyarlı olan insanlar suyun, derelerin ellerinden alınıp bir mal gibi başkalarına satılabilir olmasına karşı çıktılar ve bir hareket gelişti. Yani önce saldırı vardır, suları elde etmeye yönelik bir çaba vardır. Dolayısıyla buna karşı mücadele vardır, ikisi paralel gelişmiştir.
Karadeniz’de böyle bir mücadelenin başlaması doğal çünkü Karadeniz insanı suyla özdeştir. Karadenizin doğası, doğal hayatı bütün ekosistemle beraber insanlar suyla birlikte yaşar. Burada vadilere gittiğiniz zaman insanlar günün büyük bir kısmını derenin içinde geçirmektedir. Bahçeler sulanıyor tarım yapılıyor. Geçmiş dönemde yaylada hayvancılık yapılırdı bu hayvanlar gittikleri yayla boylarında bu suları içerek yol alır. Kırmızı alabalık bu sularda olur. Bu suyun kıymeti değeri hiçbir şeyle ölçülemez. Dünyanın diğer bölgelerinde başlayan kuraklık iklim değişiklikleri mevsim değişiklikleri vs. göz önüne alındığında yaşanabilir yerler azalıyor. Doğu Karadeniz bir yanınyla deniz diğer yanı dereler, vadiler ve Kaçkar dağlarıyla ender yaşanabilir bölgelerden. Bu özellikle gelecek yıllar açısından böyle. Bunu bilen uluslararası sermaye ve onların taşeronları olan yerli sermaye bu bölgeyi birçok yönüyle ele geçirmeye çalışıyor. Sahil yolu, bölgede alelacele bitirilen kadastro çalışmaları (babadan atadan kalan araziler bu yolla hazine arazisi haline getirildi) bu sürecin parçası. Bunlar kime peşkeş çekilecek göreceğiz. Yabancılar araziler de alacaklar.
Fındıklı’daki HES projeleri neydi bilgi verebilir misiniz?
Fındıklı’da iki vadi var. Bu vadilerde akan iki dere var. Çağlayan Deresi ve Arılı Deresi üzerinde bugün toplam 23 HES projesi söz konusu. 23 tane HES projesiyle birlikte ayrıca iki tane vadiden başka vadilere suyun tünelle aktarılması söz konusu. Bundan 1 yıl önce 16-17 projeden bahsediyorduk. Hızla artıyor.
HES’lerin kurulum süreci nasıl işliyor?
Bir yerde HES kurulabilmesi için bunun değişik aşamaları var. Önce bir bölgeye gidilip fizibilite çalışmaları yapılıyor. Zemine bakarak araştırmalar yapılıyor. Bunla ilgili bir proje hazırlanıyor. Belli yerlerden geçerek bu proje her yerden olur alarak proje kendisini tamamlanıyor. Sürecin içinde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) aşaması var. ÇED’i aldığında bu iş bitiyor. Hazırladıkları dosyayı bakanlıkta onaylatırlar. Onaylatınca suyun kullanım hakkı sözleşmesini yapıyorlar, bundan itibaren gerek hukuksal mücadele gerekse o bölgedeki insanların mücadelesi devreye gider. Bu aşamada Fındıklı’da hayata geçmek açısından 4 adet son aşamaya gelmiş proje var. Bunlardan biri Çağlayan Vadisi’nde Paşalar HES, Arılı’da Çatak, Turan ve Başköy HES olmak üzere 4 proje. Ancak yaşama geçmeye hazır bu projeler halkın mücadelesiyle engellendi bir kazma dahi vurulmadı.
Fındıklı gibi yerel halkın topluca bir arada durduğu ve HES’çi şirketleri vadilerine bile sokmadıkları deneyimlerin başarısının arkasında sizce nasıl bir mücadele tarzı yatıyor? Bizlere Fındıklı Dereleri Koruma Platformu Deneyimi’nden bahseder misiniz?
Bundan 3 yıl kadar önce 2007 yılında bize duyum olarak geldi. Öncelikle Fındıklı’da Arılı Deresi’nin Norveçliler’e satıldığına dair bir bilgiyi Devlet Su İşleri görevlilerinden duyduk. Bu meselenin üzerine gittikçe çok enterasan gelişmeler oldu. Bu, bölgede heyecan yarattı. Suların uluslararası sermayeye pazarlanıyor olması büyük bir tepkiye neden oldu.
Bütün siyasi partiler, demokratik kitle örgütlerinin bir arada bulunduğu geniş çaplı bir toplantı yapıldı. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı toplantıda katılımcılar kendilerini Fındıklı Derlelerini Koruma Platformu olarak adlandırdılar. 5 kişilik bir yürütme kurulu belirlendi. Platformun bu mücadeleyi nasıl yürüteceğine dair çalışma programı oluşturuldu. HES’lerin yapılacağı Çağlayan ve Arılı Vadisi iki ana çalışma bölgesi oldu. Bu vadilerde de ‘hedef köy’ diye belirlenen yani üzerinde HES projesi yapılması tartışılan 6 tane köy vardı. Bunlar Çağlayan, Aslandere, Beydere, Arılı, Gürsuyu, Yaylacılar köyleriydi. Bu çalışma programında köylerde halkı bilgilendirme toplantıları yapılması planlandı. Halkı bilgilendirme toplantısıyla beraber bu köylerde mücadeleyi birlikte sürdüreceğimiz köy temsilcileri yaratmayı hedefledik.
Merkezdeki Fındıklı Dereleri Koruma Platformu yürütme kurulu ile ilişki kuracak ortak hareketi ve iletişimi sağlayacak temsilciler ağı yaratılması hedeflendi. Köylerde ilişkiler kuruldu ve bu ilişkiler geliştirildi. Bu ilişkiler kurulurken gerçekten suyuna, köyüne sahip çıkacak insanlarla ilişki kuruldu. Köylerde halkı bilgilendirme toplantılarını yapmaya başladık uzun bir süreç boyunca. Kimi zaman camilerden anons ettirdik bu toplantıları. Bu çalışmalar içinde doğal olarak bazı insanlar mücadele içinde köylerde öne çıktılar. Duyarlılığı yüksek olan insanlar o köylerin temsilcileri durumuna geldiler. Bu çalışma programına bağlı olarak köylerde bugüne kadar toplam 36 adet halkı bilgilendirme toplantısı yapıldı. Bunların dışında Fındıklı’da bilim insanlarının geldiği paneller yapıldı. Bu panellerde öncelikle mücadeleyi yürütenler ve halk bilgilendirildi. Aslında bu toplantılarda öncelikle bizler bilgilendik. Biz bilim insanlarından aldığımız bilgileri köylere yaydık. Biz köprü olduk. Bilim insanlarıyla halkın arasında. Onlar bizi, biz köylerdeki duyarlı insanları, onlarda tüm köylüleri aydınlattı. Bu bir dalgaydı. Bir bilinçlenme süreci yaşandı. Bugün artık tüm köylerde her köylü HES’lerler ve suyun satışı ile ilgili her türlü bilgiyi verecek duruma geldi. Bunlar dışında Fındıklı’da iki tane miting yapıldı. Fındıklı 10 bin-11 bin nüfuslu. Bu ilçede komşu ilçelerden çok ciddi bir destek de almadan ilçe nüfusunun neredeyse yarısının katıldığı mitingler yapıldı.
HES süreçlerinde muhtarları işbirlikçileştirmek şirketlerin yaygın biçimde uygulamaya geçirdiği bir süreç. Fındıklı’da muhtarların bu mücadelede rolleri ne oldu?
Fındıklı’da bütün muhtarları içinde barındıran Muhtarlar Derneği var. Bu dernek her zaman yanımızda oldu. HES’lere karşı mücadele için yapılan ilk to
plantıya katılan muhtarlar da vardı. Tüm muhtarlar bizimle birlikte hareket ettiler. Kimi zaman mücadelenin en önüne geçtiler. Halkı bilgilendirmede ve halkın mücadeleye katılmasında etkili oldular. Bizim muhtarları da satın almaya yönelik teklifler yapıldı, üzerlerine gidildi, onlara baskı yapıldı ancak tüm bunlara rağmen muhtarlarımızın yeri halkın yanı oldu.
Fındıklı’da santral yapılması sözkonusu olan köylerde yurttaşlardaki kenetlenme öyle büyük bir boyuttaydı ki, köylerde değil muhtar, HES’e evet diye düşünen kişiler açıktan bunu dile getiremez hale geldi. Çünkü bunu dile getirdiklerinde köylü tarafından çok büyük bir tepkiyle karşılaştılar.
Mücadele sürecinde neler yaşandı?
Fındıklı halkı bir yandan HES’lere karşı örgütlenir ve fiili bir mücadeleyi sürdürürken diğer yandan Arılı ve Çağlayan vadilerini 1. derece doğal sit alanı ilan ettirdi. Şirketler sit alanı kararlarının iptali için davalar açtılar, biz bu davaları kazandık. Çağlayan’da Paşalar HES’le ilgili ÇED’in iptali için dava açıldı ve kazanıldı. Fındıklı halkı suyu baştan kesti yani, şirketlere kazma vurdurmadı.
Biz mahkemeyi mahkeme salonlarında kurmadık vadilerimizde halkımızla birlikte kurduk ve çıkan kararı da Türkiye’nin 4 bir yanında duyurduk bu karar Fındıklı da satılık su yoktur ve heslere geçit yoktur. Bizde mahkeme kararını hakim vermedi halk verdi.
Bu mücadele sırasında olanlara birkaç örnek verelim… yaklaşık 2 yıl kadar Çatak Yaylası’nda (Arılı Vadisi’nin en ucu 2500 m) ekiplerin çalıştığını duyduk. Biz de Arılı Vadisi’ndeki insanlar ve platform temsilcisiler 13 saat yol yürüyerek ekiplerin çalıştığı yere gittik ve o ekibi ordan indirdik. Bundan 2-3 ay önce gece saat 11’de Yaylacılar Köyü’nde 7-8 kişilik HES çalışanı bir grubu köylüler yakaladı ve jandarmaya teslim ettiler. Geçtiğimiz yıl Çağlayan Vadisi’nde sit alanının kaldırılmasıyla ilgili davada bilirkişi mahkeme heyeti ve şirket temsilcileri Çağlayan’a geldiler. Aslandere’de köy halkı şirket sahibinin arabasını tespit ederek yumurta yağmuruna tuttu.
Bugün Tepkiler öyle boyutta ki köylere yabancı plakalı araçlar ya da resmi görevli geldiğinde köylüler HES’çi zannederek müdahale ediyorlar.
Örneğin DSİ’den aldığımız bilgiye göre 2009 yılında Arılı Köyü’ndeki DSİ’ye ait debi ölçme merkezi 1 yıllığına 61 milyara ihaleye veriliyor. Bu şirketten debi ölçmeye gelen şirket elemanlarına halk yoğun tepki gösterdi ve şirket 2010 yılında sözleşmeyi yenilemedi. 2010 yılında DSİ artık kendi elemanlarını gönderiyor. Ve DSİ elemanlarına bile halk öyle tepki gösteriyor ki DSİ elemanları jandarma eşliğinde ölçüm yapmak zorunda kalıyor.
Karadeniz’deki mücadelede şemsiye örgüt olarak Derelerin Kardeşliği Platformu’nun öne çıktığını görüyoruz? Derelerin kardeşliği platformu ne zaman kuruldu, nasıl işleyen bir oluşum?
Derelerin Kardeşliği Platformu sadece Karadeniz’deki platformlardan oluşan bir yapı değil, önceliği böyle oluşuyor. Gönlü su için mücadele edenlerden yana. Karadenizden ibaret değil. Mesele şu öyle bir saldırının karşısındayız ki bu saldırının karşısında hiçbir dere, vadi tek başına duramaz. Mutlaka geleceğe dünyaya aynı pencereden bakan insanların omuz omuza vermesi gerekiyor. Mutlaka yan yana durması gerekiyor. Bugüne kadar verdiğimiz mücadele bunun ne kadar doğru olduğunu kanıtladı. Saldıranlar yasa ve kural tanımıyor.
Derelerin kardeşliğinin kuruluş sürecine gelince, Doğu Karadeniz bölgesinde mücadele eden bölgelerden insanlar olarak bir televizyon programına katılmak için İstanbul’a gittik. Televizyon programına katılmadan önce HES mağdurlarının bir araya geldiği tanışma toplantısı yapıldı. O toplantıda ortaya konulan görüşler doğrultusunda böyle bir dayanışmanın ve bileşenin yaratılmasının kaçınılmaz olduğu konusunda hemfikirlik olundu. Ondan sonra genel kabul gören bir düşünce oluştuğunda ardışık toplantılarla, mücadele edenlerin bir araya gelişiyle belirli çalışma programları ve ilkeler belirlenerek çalışmalar yürütüldü. Derelerin Kardeşliği henüz kendisini tamamlamış bir yapılanma değil. Sürece yeni katılan yerler var. Derelerin Kardeşliği giderek daha güçlenen, kardeşliği pekiştiren bir duruş sergilemek zorunda. Derelerin Kardeşliği sularımıza derelerimize saldıran küresel sermayeye karşı bölgemizde bir bölgesel karşı duruş gücü olarak sermaye saldırısına karşı bir set olmalı. Derelerin kardeşliği platformunun ülkemizin diğer bölgelerinde rastlanan benzer platform ve yapılanmalardan ayıran temel özellikleri, farklılıkları vardı. Bunlardan biri Derelerin Kardeşliğinin HES’lere bir bütün olarak karşı çıkışıdır. Derelerin Kardeşliği yerel halk hareketlerinden ortaya çıkan doğal örgütlenmedir. Derelerin Kardeşliği suların üzerinde HES sayısını veya yapımı planlanan HES’lerde vadilere bırakılan cansuyunun biçimini ve miktarını asla tartışma konusu yapmamaktadır. Biz haklarımızın uluslararası birtakım fonlardan desteklenerek veya birtakım pazarlıklar sonucu elde edileceğine inanmıyoruz. Biz yaşama hakkımızın, su hakkımızın, geleceğimize sahip çıkma hakkımızın vadilerimizde yerel halk inisiyatifleriyle birlikte direne direne kazanılacağına inanıyoruz.
Yerel örgütlemeler dışında büyük kentlerin merkezlerinde de mücadelenize paralel çalışma birimleriniz var mı?
Var. Çok fazla bir zaman olmadı, yaklaşık bir yıldır Fındıklı Derelerini Koruma Platformu kendi yerel örgütlenmesini kurduktan ve mücadele bir yere geldikten sonra İstanbul, Ankara ve İzmir’de yaşayan Fındıklılı gönül dostlarımız bize destek sundular. Ve bu illerde Fındıklı Derelerini Koruma Platformu yürütmeleri bağlamında oluşumlar var. Bu oluşumlar üzerinden bize birçok destek sunulmakta ve o temsilcilikler bizimle kordineli oalrak o illerde birçok faaliyet ve etkinlik yapıyorlar.
Bu mücadele alanında Derelerin Kardeşliği Platformu dışında farklı meclis, platform örgütlenmelerini olduğunu da görüyoruz. Ayrı örgütlenmeler olmasının arkasındaki temel nedenler nelerdir?
2 yılı aşkın bir süreden beri bölgesinde mücadele yürüten Derelerin Kardeşliği Platformu yapılanması varken bunun dışında başka bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulduysa bunun üzerinde durulması gerekiyor. Neden sonuç ilişkilerini iyi gözlemlemek gerekiyor. Bu bölgede derelerin kardeşliğinin yürüttüğü mücadele aksak gidiyorsa, gerçek mecrasında yürümüyorsa elbette ki birilerinin söyleyecek sözü olabilir. Yapılanlarla, yapılmaya çalışılanlarla ilgili farklı düşünceler olabilir. Ancak asla ve asla bu bölgede iyi niyetle ve yerel halk inisiyatifleriyle birlikte yürütülen bu mücadeleyi törpüleyecek, sekteye uğratacak, kafa karışıklıklarına yol açacak biçimde ve aslında ayrı bir yapılanma oluşturma gerekçeleri ortaya konulamazken neden bu türden girişimlerin ortaya çıktığı üzerine herkesin düşünmesi gerektiğine inanıyoruz.
HES’lere birçok yerde direniş gösterilse de aslında tüm projeleri düşünürsek karşı duruş göstermeyen yerlerin sayısı çok daha fazla demek yalan olmayacaktır. Siz zararları ve arkasındaki niyeti bu kadar ortada olan bu projelerin birçok yerde yerel halk tarafından sahiplenilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
HES yapıcılarında entrika bitmiyor. HES yapmak istedikleri bölgelerde insanları kandırmak için ortaya koydukları yöntemler, söyledikleri yalanlar, halka vaatleri çok çeşitli biçimler alıyor. HES’ler genellikle köylük yerde yap
ılıyor. Köylü, toplum içinde en çok yoksullaşan en dibe vuran kesim. HES yapıcılarda sermaye birikimi çok fazla. Bunlar iş ve hizmet vaatleriyle özellikle yoksul köylülüğü kandırma noktasında ilk zamanlarda çok yol aldılar. Bu durumda Fındıklı’da yoksul köylü yok mu neden burada olmadı diyebilirsiniz. Bizim farkımız daha HES’ler söylenti halindeyken harekete geçmemizdir. Oysa birçok yerde HES projeleri yaşama geçmeye başladıktan sonra halk kendilerine vaat edilenlerin gerçekleşmediğini ve HES’lerin yarattığı yıkımı gördükten sonra tepki oluşmaya başladı. Kendilerinin dışındaki bölgelerde tepki açığa çıkmaya başlayınca HES’lere karşı çıkılabileceğini gördüler.
HES’lere karşı su hakkı mücadelesinde hukuk alanında elde edilen kazanımlar mücadelelerin başarısı açısından sizce yeterli mi?
Açılan davalar kazanılsa da kaybedilse de asıl mücadele, gerçek mücadele alanı olan vadilerimizde kazanılacak. Mücadele, vadilerde, köylerde yaşayan Hatice teyzeler, Ayşe ablalar, Hasan amcalar mücadelenin gerçek sahibi olduğunda başarıya ulaşacaktır.
Bu yatırımların sahiplerinin bir bölümünün aynı zamanda medya gruplarının sahipleri olduklarını görüyoruz. Medyanın konuya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu proje sahiplerinin hayatın içinde farklı iş kollarında da faaliyet gösterdiğini biliyoruz. Sanko gibi, Zorlu gibi beyaz eşyadan tekstile kadar. Şu anda burada HES yapıcılar borsada hisse sahibi şirketler; bu şirketlerin doğrudan uluslararası sermayeyle doğrudan ilişki içinde olduğunu biliyoruz. Örneğin İsrail’e giden konvoy saldırıya uğradığında Zorlu grubu İsrail’le enerji alanında kurduğu ilişkilerle öne çıktı. Sularımıza saldıran şirketler medya dahil birçok iş alanında faaliyet yürütyorlar. Biz bu şirketlerin su hırsızı olduğunu her yerde teşhir ettiğimizde bütün ticari rant ilişkileri sarsılacaktır. Dolayısıyla bütün mitinglerde panellerde her fırsatta bu şirketlerin gerçek yüzünü, şirket isimlerini kullanarak teşhir etiğimizde ülkenin diğer alanlarında yürütükleri faaliyetlerde (ki kimi faaliyetlerini hayır işleri vb. ile kendilerine temiz bir vitrin oluşturuyorlar) de onların su ve doğa düşmanı olduklarını açığa çıkarttığımızda tepkileri genelleştirebiliriz.
Eklemek istedikleriniz?
Bazı bölgelerde heslerle ilgili ayağa kalkışlarda geç kalmış görünsek de daha önce bu konuda sesini duyuran bölgelerle deneyimleri paylaşarak mücadele örneklerini çoğaltarak geç kalmış olmanın boşluğunu telafi edebiliriz. Heslerle ilgili ülke genelinde bir takım karışık söylemler le karşılaşıyoruz. Çok hızlı bir şekilde genel anlamda ortak bir söylem ve ortak bir davranışı oluşturmamız gerekiyor bunun oluşması için derelerin kardeşliği gibi ortak ve üst yapılanmalar doğru yapılanmalıdır. Yeni mücadelelerin geliştiği bölgelere doğru mesajlar iletmeliyiz. Yeni mücadelenin başladığı yerlere doğru mesajlar göndermeliyiz ki oradaki mücadelelerde direne direne kazanılabileceğine dair bir anlayışla gelişsin.
Teşekkür ederiz…
Sendika.Org