Datça’da bu uzak zürafasında Anadolu’nun Filizkıran fırtınası esiyor Eş zamanda İstanbul’da Gaziosmanpaşa’da Dal gibi Aleviler kırılıyor. İşte bu vatanla milletin bölünmez Bütünlüğüdür. Böyle diyordu Can Baba, Gazi katliamının ardından. Gerçekten de bu ülkede çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden bir dal gibi kırıldı Aleviler. Hem de bir defa değil, birçok defa. Bazen bir panzerden fırlayan yasal mermilerle […]
Datça’da bu uzak zürafasında
Anadolu’nun
Filizkıran fırtınası esiyor
Eş zamanda İstanbul’da
Gaziosmanpaşa’da
Dal gibi Aleviler kırılıyor.
İşte bu vatanla milletin bölünmez
Bütünlüğüdür.
Böyle diyordu Can Baba, Gazi katliamının ardından. Gerçekten de bu ülkede çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden bir dal gibi kırıldı Aleviler. Hem de bir defa değil, birçok defa. Bazen bir panzerden fırlayan yasal mermilerle kırıldılar. Bazen insanlıktan çıkmış “vahşi hayvanlar sürüsü”nün saldırısına uğradılar. Ağzı salyalı “insancıklar”ın yaktıkları ateşte semah olup ölüme döndüler. Nerelerde ölmediler ki bu ülkede Aleviler: Malatya’da, Çorum’da, Maraş’ta, Gazi’de, Sivas’ta…
Bazılarının fotoğraflarına bakarken bile dayanamadı, dağlandı yüreğimiz, utandık insanlığımızdan. Bazılarını elimiz kolumuz bağlı, milli bir maç seyrettirir gibi seyrettirdiler bize beyaz camdan. Maraş’ta,yeni doğan bebekleri, canlı canlı bacaklarından iki parçaya böldüklerini anlatır tanıklar. “Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak” gibi sloganları salya sümük içinde haykırarak hepimizin gözü önünde yaktılar İnsanlığı Madımak’ta. Milyonlarca yurttaş, yüz binlerce güvenlik görevlisi, valisinden bakanına, başbakanından cumhurbaşkanına ülkeyi yönetenlerin tümü seyretmekle yetindi bu vahşeti. Oysa hayvanın bile yapmayacağı şeylerdi Sivas’ta yaşananlar. En vahşi hayvanın bile yapamayacağını, insan kılığına girmiş insancıklar yaptı bu ülkede maalesef.
Ve aydınlanmayan, kollanan, unutulan, zaman aşımına bırakılan, görmezden gelinen her bir katliam, katliamcıları cesaretlendirip yeni katliamları getirdi. İşte, yeni katliamlara davetiye çıkarılmaması için haykırıyor hep bir ağızdan, bir dal gibi kırılan Alevilerin temsilcileri: “MADIMAK UTANÇ MÜZESİ OLSUN!” diye. Bunu sadece Aleviler değil, hangi dine, millete, düşünceye, ideolojiye mensup olurlarsa olsunlar, utanma duygusunu yitirmemiş, vicdanlarını kaybetmemiş, insanlıktan başka bir sığınağı olmayan tüm insanlar istemeli aslında. Zira bunu istemenin nedeni kin, nefret, intikam gibi hayvani duyguları canlı tutmak, birilerini suçlamak, kardeşlik duygularını zedelemek değildir şüphesiz. Lakin Madımak’ın Utanç Müzesi olması en başta iki amaca hizmet eder kanımca: birincisi bu katliamı ve katliamcıları teşhir eder, bu ve bunun gibi tezgâhlara insanların gelmesini önler… Bu da insanlık suçu olan katliamları tarihin çöplüğüne gömer belki de. En azından buna yardımcı olur. İkincisi ise bu katliamın mağdurlarının unutulmasının önüne geçer…
Lakin ülkemizdeki birçok sorunda olduğu gibi bu talebi, sadece mağdur tarafının dillendirmesi gerçekleşmesine yetmiyor. Zaten sadece mağdur tarafının gönlü yerine gelsin diye yapılacak bir müzenin de (adı ne konulursa konulsun) anlamı yok. Alevilerin bu haklı sesine bu ülkede yaşayan ve alevi olmayan ama yaşanan bu vahşetten utanç duyan insanların sesi karışınca MADIMAK GERÇEK BİR UTANÇ MÜZESİ olur ancak. İşte bu mantıkla Sivas katliamının yıl dönümünde Müslüman kimlikleriyle tanınan ve aralarında Cihan Aktaş, Neslihan Akbulut, Mualla Kavuncu, Aslı Öztürk gibi isimlerin de bulunduğu bir grup kadının imzaladığı bildiriyi eksik bulsam da çok önemsiyorum açıkçası. Bu, vicdanlarını yitirmemiş, yürekli bir grup kadın;
“Sünni Müslümanların, boyutları insan havsalasına sığmayan bir zulmün sorumlusu olarak gösterildiği bir dönemde; bu yüzden karşılaştığım suçlamalara isyan ederken, bir tür şok hali içinde o zulmü tanımlamakta ve sorgulamakta yeteri kadar sorumlu davranamadım. O yangın bana da değdi, dağladı beni. Eğer bugün 2 Temmuz’a dönebilme imkanım olsaydı, Madımak otelinin kapısında durup bedenimle bir duvar olmak isterdim…
Şimdi bütün varlığımla bir daha hiçbir zulmetin kitleleri esir edemediği, kimsenin sevdiklerinden zamansız ve haksız koparılmadığı bir ülke hayal ediyorum. Ölümü değil, hayatı kucaklayan bir ülke! 17. yılında Sivas mazlumlarını anıyor, ailelerinin ve sevenlerinin acısını paylaşıyoruz.”
diye haykırıyorlar. Bu acı paylaşımına Madımak’ın Utanç Müzesi olması da eklenmeli elbette. Bu talebin ekli olduğu bu tür bildirilerin çokluğu Alevilerin acılarını hafifletir, kardeşliği pekiştirir, canileri yalnızlaştırır… Bu, sadece Alevi sorunuyla sınırlı kalmamalı. Kürt sorununda da, Sünnilerin yaşadıkları sorunlarda da, Türk sorununda da, başka sorunlarda da yöntem bu olmalı, sorunların ortadan kaldırılmasının yolu bundan geçer kanımca. İki tarafın sesinin ortaklaşmasından… Başkasının sorununu kendi sorunumuz kabul edip sesimizi mağdurun sesiyle buluşturduğumuzda sorunun temelli ortadan kalkacağına inanıyorum.