Bu yıl İstanbul’da düzenlenen ve haftasonu sona eren Avrupa Sosyal Forumu’nda (ASF) en fazla ilgi gören tartışmaların başında Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik-siyasal kriz geliyordu. Yunanistan’daki toplumsal hareketlerin kriz karşısında elde edeceği başarıların da başarısızlıklarının da diğer Avrupa ülkelerinde büyük etkide bulunacağı birçok katılımcının ortak görüşüydü. Ne de olsa yazar Foti Benlisoy’un Mesele dergisinin Haziran sayısında yer […]
Bu yıl İstanbul’da düzenlenen ve haftasonu sona eren Avrupa Sosyal Forumu’nda (ASF) en fazla ilgi gören tartışmaların başında Yunanistan’ın yaşadığı ekonomik-siyasal kriz geliyordu. Yunanistan’daki toplumsal hareketlerin kriz karşısında elde edeceği başarıların da başarısızlıklarının da diğer Avrupa ülkelerinde büyük etkide bulunacağı birçok katılımcının ortak görüşüydü. Ne de olsa yazar Foti Benlisoy’un Mesele dergisinin Haziran sayısında yer alan röportajında söylediği gibi Yunanistan Avrupa’nın zayıf halkası! Bu meseleleri ASF’ye katılan, Yunan solunun önemli yapılarından Synaspismos’un (Yunanistan Sol Hareketler ve Ekoloji İttifakı Partisi) henüz 30’lu yaşlarının ortasındaki genç genel başkanı Alexis Tsypras’la konuştuk. 2009 yılındaki genel seçimlerde yüzde 4.6 oranında oy alan ve parlamentoya 13 milletvekili gönderen partinin lideri Tsypras’ın özellikle AB’ye yönelik eleştirileri Türkiye’deki toplumsal hareketler açısından derslerle dolu
Mahmut Hamsici / Ali Şimşek
Yunanistan’da bugün yaşanan krizin nedenini kısaca açıklayabilir misiniz? Ortadaki durum küresel ekonomik krizin bir yansıması mı yoksa yerel anlamdaki nedenlerden de bahsedebilir miyiz?
Muhakkak dünyadaki krizin bir parçası ama bu yapısal bir kriz. Yunanistan’ın bir borç krizi var. Bu borç değişik hükümetler döneminde oluştu. Bazıları bunu gizleyerek kamuoyunun gözünden kaçırdı, bazıları da bu aşırı harcamaları destekleyerek buna katkıda bulundu. Ancak şu da bir gerçek ki bu borcun oluştuğu yıllar içerisinde Yunanistan’da ciddi bir kalkınma oranı da söz konusuydu ve Avrupa Birliği bazı alanlarda Yunanistan’daki kalkınmayı örnek bir kalkınma olarak gösterdi ve Yunan hükümetini ödüllendirirdi. Bu kalkınmanın temel ilkesi zenginliğin küçük bir kesimde toplanması ve devletin ekonomiye müdahalesinin sıfıra inmesiydi. Yunanistan’daki kalkınmanın esas çizgileri bunlardı. Burada söz konusu olan kalkınma daha çok borçla yapılan bir kalkınmaydı. Bu, hizmet sektörüne yapılan bir kalkınmaydı, temel üretim yapısına yönelik bir kalkınma değildi. Bu kalkınma modelinden en fazla bankacılık sistemi yararlandı. Bunun ötesinde bu kalkınma sisteminden AB içerisindeki Kuzey ülkeleri de yararlandı. Onların ekonomilerinin iyiye gitmesi için bizde bu tür bir gelişmenin olması gerekiyordu.
Kötü olan, ilginç olan da diyebiliriz, Yunanistan AB’nin sert çekirdeği içerisinde bulunuyor. Avro bölgesi dediğimiz alanın içerisinde yer alıyor. Yunanistan, ekonomi stratejisini, ekonomisinin nasıl düzenleneceğine ilişkin stratejisini Brüksel’deki Avrupa Merkez Bankası’na devretmiş durumda. Yani bu hükümetin yaptığı tercihler için sadece hükümet sorumlu değil aynı zamanda Avrupa Komisyonu da sorumlu. Yunanistan’ın parasını denetleyip kontrol edecek bir hali de yok yani bugün parası Euro ve bu, Avrupa Komisyonu ile Avrupa Merkez Bankası tarafından denetleniyor. Bugün bu borcun arttığı ve krizin katmerlendiği dönemde ciddi ve samimi bir destek olacağına, AB tarafından çok yoğun bir şantaj politikası uygulanıyor. Deniyor ki “Biz size para verirsek olur ama var olan bütün toplumsal dayanışma, toplumsal politika alanlarını dağıtıp ortadan kaldıracaksınız.”
Türkiye’de özellikle 2000’lerin başında Avrupa Birliği’ne giriş tartışmaları çok yoğun olarak yaşandı. Türkiye solunun bir bölümü dahil birçok siyasal kesim Avrupa Birliği’nin siyasal olarak demokratikleşme, ekonomik olarak da büyüme getireceğini öne sürerek AB’ye katılım çabalarını destekledi. Yunanistan’ın AB’ye girişininin de benzeri büyük umutlarla gerçekleştirildiğini biliyoruz. Oysa siz bu krizde payı olan uluslararası aktörler arasında sadece IMF’yi değil AB’yi de sayıyorsunuz…
IMF’nin Avrupa ülkelerinin ekonomilerine karışması, AB yöneticilerinin kendi tercihleriydi. Bizim Avro-atlantik stratejisi dediğimiz strateji teslim olmanın somut bir belirtisidir. Bugün IMF’nin politikası mı çok daha sert ve çok daha halk düşmanı yoksa Avrupa Komisyonu’nun ya da AB’nin uyguladığı ekonomi programı mı, ayırt edemiyoruz. Bugün Yunanistan’ın önündeki sorunlar başka Avrupa ülkelerinin de önünde duruyor. Şimdiye kadar kazanılmış hakların ortadan kaybolması gerçekleşirse, AB kavramının içi boş bir gömlek olduğunu tespit edeceğiz.
‘PASOK Hükümeti Truva Atı rolü oynadı’
Hükümetin krize karşı verdiği ilk tepki ne oldu? Hazırlanan ekonomik programların emekçiler açısından anlamı neydi?
Olabileceğin en kötüsüydü. Bu Avro-atlantik stratejisinin ülkemize girmesi için, Avrupa’ya girmesi için, hükümet Truva Atı rolü oynadı diyebiliriz. Özellikle ilk aylarda var olan borç krizini tamamen amatör bir şekilde kullandı. Borç alacağı her dönemde başbakan kamuoyu önüne çıkıp, batıyoruz, ‘iflas ediyoruz, ülke iflasın eşiğinde’ gibi sözlerle etrafa korku salıyordu. IMF’ye başvurmanın tek çare olduğunu kanıtlayabilmek için ne yapması gerekiyorsa yapıyordu.
Sonra da ‘kemer sıkma politikalarının’ yaşama geçirilmesi başladı sanırsak…
Evet ve bunların en kötüsü, bugünlerde tartışılan sigorta kanunu. Benim kuşağım ve benden daha genç kuşaklar galiba hiçbir zaman rahat emekliye ayrılamayacaklar. Emekli olduklarında ellerindeki bir sadaka olacak.
‘Krizden en fazla etkilenenler orta sınıflar’
Genel anlamda rahatı yerinde orta sınıflar Yunanistan’daki bu krizden nasıl etkilendiler, nasıl tepkiler verdiler?
Bu kesimlerin krizden en fazla etkilenen kesim olduğunu görüyoruz. Yoksul kesimde zaten bir sosyal güvensizlik vardı, yoksulluk sınırı dahilinde yaşıyorlardı. Bugün maaşları, destek primleri kesilen kesim çoğunlukla orta kesimler ve onların ciddi sorunlarla karşılaşacağına inanıyoruz. Mesela eğitimci bir aile bu tedbirler sonucu altı tane kadar maaş kaybediyor.
Yunanistan’da kriz döneminde sokağa çıkan hareketler içinde biz medyanın ihbar söylemiyle daha çok anarşist grupların eylemlerinden haberdar olduk. Daha genel anlamda kriz karşısındaki tepkileri aktırır mısınız?
Medyanın olaylara bu şekilde yaklaşması doğal. Gerçek olan şudur ki, Yunanistan’da son dönemde ciddi toplumsal dönüşümler yaşanıyor. Bütün yurttaşlar bu kadar kısa bir zaman içerisinde bütün beklentilerinin ve özlemlerinin bir yalana dönüştüğünü görüyorlar. Sekiz ay önce seçimler oldu, bir sosyal demokrat parti iktidara geldi. Sekiz ay önce bu sosyal demokrat parti, sağın izlediği politikayı değiştireceğini, sosyal devleti koruyacağını ve bunu daha da ilerleteceğine söz vermişti. Seçilir seçilmez söylemini değiştirdi, IMF’nin yolunu seçti ve şimdi Yunanistan toplumunun yıllardır tanımadığı bir saldırı politikasını yaşama geçirmeye çalışıyor. Yurttaşlarda mevcut duruma bugün çok ciddi bir tepki ve hınç var. Solun, bugün bu tepkiden faydalandığını söyleyemeyiz. Tabii basın yayın organları da yaşadığımız cehennem karşısında bir alternatif olmadığını söylüyor ve bu konuda kamuoyunu, halkı inandırmaya çalışıyor.
‘Sendikalar toplum nezdindeki itibarını kaybetti’
Yunanistan’daki sendikaların kriz karşısındaki tutumu nasıl?
Grevler her gün, her hafta yaşanıyor ancak ‘resmi’ sendikalar da toplumun değerini kaybetmiş durumda. Sendikal hareket toplum içerisindeki itibarını kaybetmiş durumda.
Solun kriz karşısındaki durumu nasıl? Ortak eylemlilikler sağlanabiliyor m?
Maksimum öncülüğü yapıyorlar ama bu yeterli değil.
5 Mayıs’ta 1974’ten sonra görebildiğimiz en büyük sendikal gösteriyi yaşadık. Ancak bu gösteri trajik bir şekilde üç insanın ölmesiyle sonuçlandı. Kriz dönemlerinde solun muhakkak atlama yapacağı, ilerleyeceği, gelişeceği diye bir kural yok. Tarihe baktığımızda da bazen kriz dönemlerinde solun gerilediğini de görüyoruz. Bizim parti olarak amacımızsa mümkün olduğu kadar daha fazla kesimle, solun daha değişik kesimleriyle buluşabilmek.
(Röportajın gerçekleştirilmesindeki katkılarından ötürü Elif Erdoğan’a teşekkür ederiz)