Her yıl Temmuz ayında 11-16 Temmuz 1995 tarihinde vuku bulan “Serebrenitza katliamı”nı ayinlerle anmak bir alışkanlık haline geldi. Bu katliamın kurumsallaştırılmış şimdiki söylemi, “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’nın görmüş olduğu bu en vahşî kitlesel katliam sırasında 8,000 yetişkin ve genç Bosnalı Müslüman erkek nüfusun Sırplar tarafından kurşuna dizildiği”dir. Bu tören, her yıldönümünde yapılmakta, ve Bosna’da […]
Her yıl Temmuz ayında 11-16 Temmuz 1995 tarihinde vuku bulan “Serebrenitza katliamı”nı ayinlerle anmak bir alışkanlık haline geldi. Bu katliamın kurumsallaştırılmış şimdiki söylemi, “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’nın görmüş olduğu bu en vahşî kitlesel katliam sırasında 8,000 yetişkin ve genç Bosnalı Müslüman erkek nüfusun Sırplar tarafından kurşuna dizildiği”dir. Bu tören, her yıldönümünde yapılmakta, ve Bosna’da “bir dizi ağlaşan akrabaların da katıldığı” yürüyüşlerle, kurbanların aileleriyle yapılan röportajlarla, tartışma gruplarıyla, ve konferanslarla tekrarlanmakta; medyada çıkan sayısız makaleler ve diplomatların ve politik yöneticilerin beyanlarıyla hikâye tekrar tekrar anlatılmakta ve katliamı önlemede başarısız kalan Birleşmiş Milletler, Hollanda ve Büyük Güç hedef gösterilerek üzüntüler ifade edilmektedir. Bu yıl törenlerde, Yeni Sırbistan’ın yenilmiş, yumuşatılmış ve başı önüne eğdirilmiş tövbekâr yüzünü göstermek üzere Sırbistan Başkanı Boris Tadic de hazır bulunmaktaydı. Başkan Obama katliamı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra verdiğimiz “bir daha asla” sözünün ihlali olarak, “ortak bilincimize sürülmüş bir leke” şeklinde ilân etti ve “adalet olmadan sürekli barışın da olamayacağını” söyledi.(1)
Bu trajedi ve şiddet üzerine her yıl bu kadar düzenli odaklanılması ve dikkatlerin bu olay üzerine çekilmesi bir açıklama gerektirir. Zira, hiçbir Batı ülkesinde 16-18 Eylül 1982’de binlerce Filistinlinin öldürüldüğü Sabra-Şatilla katliamının anısına, öldürülenler siviller olduğu halde, hiçbir anma toplantısı yapılmamaktadır. (Serebrenitza’da öldürülen Bosnalı Müslümanlar’ın hemen hepsi askerî yaşta erkekler ve çoğu askerdi). Aynı şekilde Serebrenitza katliamından bir ay sonra, Hırvat askerî güçleri, Balkan savaşlarından sonraki en büyük etnik temizliğe damgalarını vurarak, Krajina bölgesine saldırdı ve yüzlercesi kadın ve çocuk olmak üzere binlerce Sırbı öldürdü, 250,000 kadar Sırbı da göçe zorladı. İlginçtir bu olay, ne yıllık törenlerle anılmaktadır, ne de Hırvatistan’da, saldırının “Zafer ve Vatana Şükran Günü” olarak kutlanması sırasında Avrupa Birliği resmî görevlileri ve Başkan Obama, verilen Sırp kurbanlar için üzüntülerini belirtmemekte ve etnik temizlik başarılarını kutlayan Hırvat halkının duyarsızlığı hakkında teesüflerini ifade etmemektedirler.
Madeleine Albright 10 Ağustos 1995’deki Güvenlik Konseyi toplantısında Krajina’dan zorla yaptırılan göçü lânetledi, ancak Serebrenitza’daki “13,000 erkek, kadın ve çocuğun evlerinden sürülmesine” daha çok hiddetlenmişti.(2) 15 Ocak 2009 tarihli bir Avrupa Parlamentosu kararı, her yıl yapılacak bir “Serebrenitza katliamını anma günü” saptayıp “binlerce kadın, çocuk ve yaşlı kimsenin Serebrenitza’dan göç ettirilmesinden” bahsederken, kararın hiçbir yerinde resmî olarak 250,000 Sırbın Krajina’dan zorla ayrılmaya tabi tutulmasını lânetlememekte ne de bu olayın anılması çağrısını yapmaktadır.(3)
Bu ayrımcılık muazzam bir politik olaydır. Sabra-Şatilla katliamı ve Hırvat’ların yaptığı etnik temizlik ABD müttefiklerince gerçekleştirildi ve Hırvat’ların yaptığı etnik temizlik, ABD desteğiyle (Albright bunu Güvenlik Konsey’inde “katî” olarak inkâr etmiş olsa da4), üstü örtülü bir şekilde, Batılı kurumların hiçbir resmî görüntüsü veya hiçbir adalet talebi olmadan yürütüldü. Serebrenitza kırımı ise, aksine, ABD-NATO’nun hedefine ulaşmasına hizmet olarak, en uygun zamanda gerçekleştirildi ve o zamandan beri de bu güçlere sağladığı faydadan yararlanılmakta. Bu katliam, ABD ve NATO’nun bu ülkeye yoğunlaştırılmış askerî müdahalesini, nihayetinde NATO’nun1999’un Mart-Haziran aylarında Kosova-Sırbistan’ı bombardımana tutmasını, bunu takiben NATO’nun Kosova’yı işgal etmesini ve bütün bu saldırıların, sonunda, Yugoslavya’nın parçalanmasına neden olmasını meşrulaştırmaktadır.
Serebrenitza olayı, Bosna’lı Sırp liderliğinin itibarını düşürerek 1995’deki Dayton barış görüşmelerinde yer almasına engel oldu ve sonrasında da ülkelerin destek verdiği NATO nezdindeki Uluslararası Suç Mahkemesi’nin Yugoslavya hakkında aldığı karar (ICTY) kullanılarak, Miloseviç’in yargılanması, sıkıştırılması ve tamamen bitirilmesi için olanak elde edilmiş oldu. Aynı katliam, Sovyet-sonrası dönemde Batılıların Balkanlara güç yerleştirme projelerine Sırbistan’ın direnmesinin intikamını almak üzere, Sırbistan’ın daha da aşağılanması ve boyun eğdirilmesi için ayrıca bir bahane oluşturdu; tıpkı Vietnam’ın, ABD’nin işgaline ve bu uzak ülkede bir uydu rejim kurma dayatması girişimine karşı direndiğinde 18 yıl süren bir boykotla cezalandırılması gibi.
Ancak beyni yıkanmış Batılı seyirciler için, Batılı askerî güçlerin Srebrenitza’ya müdahalesi iyi bir şeydi – soykırım önlenememiş olsa da, Batı hiç olmazsa alçakları yargılayacak gecikmiş bir adalet getirmişti. Batı askerî güçlerinin müdahalesinin bu insancıl vasfı, her yıl yapılan Serebrenitza’yı anma törenlerinde sürekli tekrarlanmaktadır.
İtiraf etmek gerekir ki 8,000, büyük bir rakam. Fakat Sırp sığınmacıların 250,000 sayısı daha büyük bir rakam. Albright’ın 1996’daki ünlü beyanatını da hatırlayalım: “ABD’nin politik çıkarları için ve kitle imha silahı bulundurduğu gerekçesiyle Irak’a ABD’nin dayatmasıyla uygulanan önlemler nedeniyle 500,000 Iraklı çocuğun ölmesine “değerdi” “. Aynı şekilde, The Politics of Genocide(6)‘da alıntılanan Eylül 1994 tarihli bir ABD Dışişleri Bakanlığı yazısının da işaret ettiği gibi, Ruanda’da her ay 10,000 sivil Hutu, ABD’nin müttefiği olan Kagame güçleri tarafından boğazlanmaktaydı. Bu büyük sayı, ABD’nin Kagame’yi desteklemesini etkilemedi, ne hakimgörüşçü günlük medyada bahsi geçti, ne de insanî müdaheleciler tarafından hiçbir şekilde konu edildi; ve Kagame, Uluslararası Suçlar Mahkemesi tarafından mahkûm edilerek siyah Afrikalı liderlerin oluşturduğu (şimdiye kadar 14 liderin oluşturduğu) uzun listeden ihraç edildi. Şüphesiz bu değersiz kurbanlar için de ne anma törenleri düzenlenmekte ne de Batı’nın bu insanlar için bir adalet talebi var.
8,000 rakamının seçiciliği yanında, bu büyük rakamın doğruluğu bakımından da şüpheler bulunuyor. Yugoslav savaşlarından şişirilmiş, bazen gülünç derecede şişirilmiş, hedef gösterilen ölümlerin olduğu iddiaları haberleri düzenli şekilde gelmeyi sürdürmüştür. 1993’den itibaren, Bosnalı Müslümanların 200,000-300,000 kurban verildiği yolundaki hem inanılmaz hem de doğruluğu isbatlanmamış iddiaları, Batılı hakimgörüşçü medya tarafından hiçbir eleştiriye tâbi tutulmadan, kabul edilmiş ve kurumsallaştırılmıştır. Bütün bu iddialar, 2003-2007’de, hem ICTY hem de Norveç hükümeti sponsorluğunda yapılan çalışmalarla çökertilmiş ve iki çalışma da, her iki taraftan toplam ölümlerin sayısının, askerler de dahil olmak üzere, 100,000 olduğunu ortaya çıkarmıştır.(7)Rakamdaki bu düşme, hakimgörüşçü medyaya ancak belli belirsiz yansımış ve bu medya, aldatılmış olduğunu belirten bir beyanatta asla bulunmamış veya hiçbir şekilde özür dilememiştir. Mart-Haziran 1999’da, Kosova’nın yoğun bombardımana tutulduğu savaşta, ABD görevlileri, Sırplılar tarafından öldürülen kurbanların sayısını 500,000’e kadar çıkarıyorlardı ve Batılı görevliler ve medya âlimleri bu konu hakkında histerik bir şekilde suçlamalarda, ithamlarda bulunuyor ve öfke krizlerine giriyorlardı. Sonunda resmî rakam 11,000’e d