İlkokul öğretmeni baba Ömer Kurt: “Bin yıldır kardeşiz. Türkler bu olaya sessiz kalmasın. Benim gönlümde yatan halkların arasındaki dostlukların geliştirilmesi, güçlendirilmesidir. Çocuğum son olsun.” Tekel çalışanı anne Necla Kurt: “Anneler çocuklarını kaybetmek istemiyorsa bu ülkede el ele vererek çözüm aramalıyız. Ben bunu devletten beklemiyorum. Bunu yapacaklarsa Türk ve Kürt kadınları birlikte yapacaklar.” Muğla’da ülkücülerin öğrencilere […]
İlkokul öğretmeni baba Ömer Kurt: “Bin yıldır kardeşiz. Türkler bu olaya sessiz kalmasın. Benim gönlümde yatan halkların arasındaki dostlukların geliştirilmesi, güçlendirilmesidir. Çocuğum son olsun.” Tekel çalışanı anne Necla Kurt: “Anneler çocuklarını kaybetmek istemiyorsa bu ülkede el ele vererek çözüm aramalıyız. Ben bunu devletten beklemiyorum. Bunu yapacaklarsa Türk ve Kürt kadınları birlikte yapacaklar.”
Muğla’da ülkücülerin öğrencilere saldırılarını protesto sırasında sokak ortasında vurularak yaşamını yitiren Şerzan Kurt’un Batman’daki taziye çadırı her gün yüzlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Hem Batman’dan hem de civardaki yerleşimlerden genç, yaşlı her kesimden insan gün boyunca Şerzan’ın acılı ailesinin yanına geliyor. Lise ve dershane öğrencileri Şerzan’ın fotoğrafının asılı olduğu çadıra, mahalle içinde yürüyüş sonrası sloganlar eşliğinde giriyor. Şerzan’ın babası, bir dönem Eğitim-Sen Batman Şubesi başkanlığı da yapmış olan ilkokul öğretmeni Ömer Kurt, gelen tüm gençlere tek tek ellerini sıktıktan sonra aynı nasihati veriyor: “Öfkeniz, kızgınlığınız barışa dostluğa hizmet etsin. Okuyun, Şerzan’ı okutmadılar ama siz okuyun. Ancak okuyarak, bilim üreterek sizler Şerzan’ı yaşatabilirsiniz.”
‘Şerzan’ın Ülkücü Arkadaşları Dahi Vardı’
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP’li milletvekillerini beklerken Ömer Kurt’la konuşuyoruz. Şerzan’ın elinde kalem, defter ve kitabından başka bir şeyi olmayan, derslerini de takip eden bir öğrenci olduğunu belirten Kurt, oğlunun her düşünceden insanla diyalog halinde olan biri olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Dindarından, sosyalistine, Kürt arkadaşlarından, ülkücülere kadar arkadaşları vardı. Geçen sene Muğla’ya gelmiştim, yanımda iki öğrenciyle selamlaştı ve ‘baba bunlar benim ülkücü arkadaşlarım’ dedi. Şerzan ister insanlar aleminde olsun ister doğada olsun hep kardeşlikten bahsederdi. Doğada bir böceği, bir yaprağı saatlerce izleyebilirdi.”
‘Kurşun polisin tarafından geldi’
Şerzan’ın Kürt olduğu, kardeşlikten yana bir tavrı olduğu için birilerini rahatsız ettiğini ve hedef seçildiğini söyleyen Kurt olay anını anlatırken kurşunun polisin olduğu taraftan geldiğinin de altını çiziyor: “O gün çocuk okula gitmiş. İkinci öğretim olduğu için saat 22.30’a kadar okulda kalmış sonra da eve gitmiş. O sırada olaylar olmuş ama problem çıkarılmadan dağıtılmış. Sonradan Şerzan’a bir telefon gelmiş ve arkadaşlarıyla buluşmaya gitmiş. Ortalıkta polisler varmış, ‘olayları dağıttık siz eve gidin’ demişler. Onlar da ‘biz eve gideceğiz ama can güvenliğimiz yok’ demiş. Polisler de ‘karakolun önündeki caddeden gidin, biz burayı emniyet altına aldık’ demiş. Çocuklar da güvenerek oradan gitmişler. Orada bir kahve var, ülkücüler kalıyormuş ama çocuklar ışıkların sönük olduğunu görmüşler. Çocuklar geçerken ışıklar yanmış ama arada mesafe çok varmış. Ülkücülerle birbirlerine taş atmışlar ama taşlar yetişmemiş. Sonra ülkücüler bir şekilde aşağı doğru gitmişler. Bu sırada Şerzan ve arkadaşlarının üzerine gaz bombaları atılmış ve Şerzan vurulmuş. Şunu açık söyleyeyim, kurşunun geliş tarafı onu koruması gerekenlerin tarafıdır. Bu, arkadaşlarının gözü önünde yapılmış. Orada diğer grubun ona kurşun sıkma ihtimali yok çünkü polis iki grubun arasında. O şekilde sıkılsa dahi 50-60 metreden bu şekilde isabet edecek bir kurşun olamaz. Kurşun çok yakın bir mesafeden ve doğrudan hedef alınarak sıkılmış. Çok yakından vurulduğu için vücudunu delerek geçmiş.”
Baba Kurt hastane sürecinde de kendilerine çeşitli kesimler tarafından zorluklar çıkarıldığını ve çeşitli provokasyon çabalarında bulunulduğunu anlatıyor: “Oraya gittiğimde gözlemlerim çok kötüydü, baş hekimliğe bir dilekçe yazdım. Baş hekim çok hümanist bir insandı, ilgilendi. Özel güvenlik birimleri arasında çocuğumun sıradan bir insan olmadığı, dağdan bomba uzmanı olarak getirilmiş bir insan olarak bahsettiklerini duydum. Karalamak için insanlar arasında böyle yalanlar yayıyorlardı. Provokasyon yapılmak isteniyordu. Biz o provokasyonlara gelmemek için elimizden geleni yaptık.”
“Çocuğum benden 1700-1800 km uzaktaydı ben onu devlete teslim ettim. Onun koruması altındayken devletin içine sinmiş karanlık güçler tarafından öldürüldü. Ben adalet, adalet ve adalet istiyorum” diyen Kurt katilin derhal bulunmasını istiyor: “Eğer devletin emniyet grubu zan altında kalmayacaksa bu şahsın ortaya çıkarılması gerekir. Hem devlet kendini temize çıkarmış olur hem de bizim gönlümüze su serpilmiş olur. Şerzan’ın ölümü basit bir olay değildir.”
‘Ege’nin demokrat ruhuna sesleniyorum…’
Ancak Baba Kurt’un asıl çağrısı ise tüm Türkiye’ye ve özellikle Türk halkına. Kurt, halkların kardeşliği adına Batı’ya cinayete sessiz kalmama çağrısı yapıyor: “Ben Türk halkına sesleniyorum, ben Ege’nin demokrat ruhuna sesleniyorum, ben orada vicdanı yaralananlara sesleniyorum. Bu olayın ortaya çıkması karanlık güçlerin bir nebze de olsa geri tepmesine sebep olur. Benim gönlümde yatan halkların arasındaki dostlukların, kardeşliklerin geliştirilmesi, güçlendirilmesidir. Bu çocuğun bu şekilde gitmesine sessiz kalmasınlar. Ben yıllarca Ege’de görev yaptım. Onlarla kardeştim, onların ekmeğini yedim, onlarla her şeyimizi paylaştık. Hiçbir zaman, bu en acılı dönemimizde dahi ben kimseye kin gütmedim, ben çocuğum üzerinden nefret uyandıracak bir şey yapmak istemedim. Biz bu halkla bin yıldan beri kardeşiz. Umuyorum çocuğum son olsun, öğrenciler ölmesin, insanlar ölmesin, anların babaların yüreği dağlanmasın. Bütün Türk ve Kürt kamuoyuna sesleniyorum. Sizler kardeşsiniz, birbiriniz anlayın. Kürt kendini Türk’ün yerine koysun, Türk kendini Kürt’ün yerine koysun, Kürt’ün derdini, ıstırabını algılasın. Eğer biz empati kurarsak, birbirimizi anlarsak acılarımız aza iner, dostluklar gelişir.”
Baba Kurt’tan sonra binanın diğer tarafında bulunan ve kadınların taziyelerini kabul ettiği çadıra geçiyoruz. Bu kez Tekel çalışanı acılı anne Necla Kurt’la birlikteyiz. Anne Kurt da tıpkı eşi gibi her cümlesinde ölümlere karşı birlikte mücadeleden, barıştan ve kardeşlikten söz ediyor.
“Ben çocuğumun eline silah vermedim, okul okumaya gönderdim. Benim burnumun dibinde Gaziantep var, Diyarbakır var, Van var, Muğla’yı farklı bir yer olarak görmedim. Orada okumasının bir sakınca doğuracağını, ona farklı bakılacağını düşünmedim. Fakat çocuğum Kürt olduğu için, ismi Şerzan olduğu için ve çok iyi niyetli bir insan olduğu için bundan rahatsızlık duyuldu, bilinçli olarak seçilerek kurşun sıkıldı, öldürüldü” diyen anne Kurt oğlunun nasıl biri olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Şerzan’a kurşun sıkan el onunla konuşmuş olsaydı onunla sohbet etmiş olsaydı yüreğinin ne kadar güzel, ne kadar iyi şeyler düşünen biri olduğunu görür, değil silah sıkmak ona bir tokat bile atmazdı. Ben oğlumla dosttum, arkadaştım. Benim 45-50 yaşındaki bayan arkadaşlarımla bile arkadaştı. Şiddet yanlısı bir çocuk değildi. Ben 18 onu yaşına kadar onu Batman’da büyüttüm. Bir gençle onun kavga ettiğini, şiddete karıştığını görmedim.”
‘Benim Türk evlatlarım oldu’
Anne Kurt tıpkı baba gibi
Türk halkına çok anlamlı bir çağrı yapıyor: “Bu sorun sadece Kürtler’in mücadelesiyle sonuçlanacak bir şey değildir. Acımı bir Türk annesinin de duyması, hissetmesi ve onunla el ele vermemizle sorunların çözümleneceğini düşünüyorum. Çocuklarımızı kaybetmemek adına birlikte hareket etmeliyiz. Kimsenin kendi annesini, babasını, rengini, cinsiyetini, dilini belirleme şansı yok. Ben Kürt doğmuşsam Türk olarak da doğabilirdim, Türk doğmuşsam Kürt olarak da doğabilirdim. Bizim gençlerimiz silahla mücadele etmesinler. Kimse kimsenin düşüncesini bu şekilde yıldıramaz. Beyinler kavga etsin. Okula gönderdiğiniz çocuğunuzun ölüm haberinin geleceği korkusunu hiçbir anne yaşamasın. Benim Türk arkadaşlarım var ben niye onlarla savaşmıyorum neden onlarla kavga etmiyorum? Neden bizim çocuklarımızın arasında bu yapılmaya çalışılıyor? Ben bir Türk’ü düşman olarak görmüyorsam benim çocuğum da düşünmez. Benim ilk haber verdiğim Türk arkadaşımdı. Çocuğumun yanına Türk arkadaşımı gönderdim. Orada bana destek olmak isteyen Türk öğrenciler geldiler, manevi evlatlığın olmak istiyoruz dediler. Benim Türk evlatlarım oldu.”
‘Çözümü devlet değil Türk ve Kürt kadınlar yaratacak’
Ülkücü gençlerin anneleriyle dahi bir araya gelmek istediğini belirten anne Kurt çözümün ancak Türk ve Kürt kadınların el ele vermesiyle çözüleceğini belirtiyor: ” Ben o okuldaki ülkücü gençlerin anneleriyle de bir araya gelmek istiyorum. Çocuklarımız ne adına kavga ediyor. Biliyor musunuz, haberdar mısınız? Onlar benim yanıma gelmedi. Bizim çocuklarımız kavga etti, bizim çocuklarımızın kavgası sonucu bir genç öldü, onlardan hiçbir beni aramadı ama ben o insanlarla bir araya gelebilirim. Ben bu saatten sonra çocuğumu geri getiremem ama başka çocuklar ölmesin istiyorum. Anneler çocuklarını kaybetmek istemiyorsa bu ülkede el ele vererek çözüm aramalıyız. Ben bunu devletten beklemiyorum. Bunu yapacaklarsa Türk ve Kürt kadınları birlikte yapacaklar diye düşünüyorum. Ben hiç çocuklarını kaybetmemiş annelere sesleniyorum, çocuklarının hayatlarını garantiye almak istiyorlarsa bu ülkede ölümlere hayır diyelim. Beddualarla, ‘elleri kırılsınlarla’, öfkeyle bu sorunun çözülmeyeceğini biliyorum. Sağduyulu olacağız. Diğer çocukların hayatının garantisi için mücadele edeceğiz. Ben çocuğumu kaybettim ama barışın olması için, kan dökülmemesi için, insanların hayatlarını kaybetmemesi için mücadele edeceğim. Ben bir kamuoyu oluşsun istiyorum. O zaman başımı yastığa koyduğum zaman rahat uyuyacağım. Ama bu mücadeleyi yapmazsam her gece sabahlayacağım.”
HABER VE FOTOĞRAFLAR: MAHMUT HAMSİCİ