Ve 1 Mayıs Taksim’de kutlandı; binlerle, on binlerle, yüz binlerle. Ülkenin her yerinde emekçiler ve emekten yana olanlar meydanlardaydı. Sadece bayramlarını kutlamadılar, sadece kaybettiklerini anmadılar. İşçi sınıfı ve onun ideolojisi alanlara taşındı. Siyasal, ekonomik talepleri taşındı. Toplumsal muhalefetin bileşenlerinin varlığı ve siyasal tercihleri de alanlardaydı. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün aynı zamanda tarihsel, […]
Ve 1 Mayıs Taksim’de kutlandı; binlerle, on binlerle, yüz binlerle. Ülkenin her yerinde emekçiler ve emekten yana olanlar meydanlardaydı. Sadece bayramlarını kutlamadılar, sadece kaybettiklerini anmadılar. İşçi sınıfı ve onun ideolojisi alanlara taşındı. Siyasal, ekonomik talepleri taşındı. Toplumsal muhalefetin bileşenlerinin varlığı ve siyasal tercihleri de alanlardaydı. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün aynı zamanda tarihsel, mekânsal ve siyasal anlamıyla da bir bütün olduğu yeniden gösterildi.
Her 1 Mayıs önemlidir, her 1 Mayıs özeldir. Her 1 Mayıs yeni bir tarih yaratır, tarihi yeniden canlandırır.
1 Mayıslar işçi sınıfının tarihe yayılmış mücadelesinin yeniden hatırlandığı ve hatırlatıldığı özel günlerdir. Söz konusu olan, sömürü ve zulüm karşısında emeğin ve özgürlüğün mücadelesinin tarihidir. Bu tarih bilincini, ne patronların baş temsilcisi TÜSİAD’ın kutlama mesajları ne de yıllardır emekçilere şiddet uygulatan AKP’nin ve Vali Güler’in yeni maskeleri unutturamaz, değiştiremez. Her 1 Mayıs’ta işçi sınıfının ideolojisi, sosyalizm yeniden ete kemiğe bürünür.
1 Mayısların tarihi sadece 77 katliamını hatırlatmaz bizlere. Anılarımızda 1886’da katledilen, idam edilen Şikago’lu işçilerden Mehmet Akif Dalcı’ya kadar kaybettiğimiz yüzlercesi vardır. Ancak onlar geçmişte bıraktıklarımız değil, bugün birlikte yürüdüklerimiz ve yarın da birlikte yürüyeceklerimiz arasındadır. Ve her 1 Mayıs, bu katliamlarının hesabının kapanmayacağının, geleceğe taşınacağının kanıtıdır.
Her alan önemlidir; ama Taksim ayrıca önemlidir.
Egemenlik kurmak için yasaklamayı, yasaklamak için katliam yapmayı amaç edinmiş zihniyeti yenilgiye uğratmak için önemlidir. Taksim, egemenlerin katliam suçunu işledikleri ve onlarca yıl işçi sınıfı mücadelesine barikat kurdukları yerdir. Ancak yeniden kanıtlandığı üzere, egemenler bu mücadelenin başarısını sadece geciktirilebilir.
1 Mayıs elbette siyasal mücadelenin bir parçasıdır.
Egemenler ya da sınıfın bazı bileşenleri istedikleri kadar sınıfın mücadelesini engellemeye ve “sulandırmaya” çalışsınlar, sömürü ile emek arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi gideremezler. 1 Mayıs, işçi sınıfının siyasal varlığının ve siyasal çizgisinin en net gösterildiği gündür.Yığınsal bir güç değil, politik bir güç olduğunu göstermesi açısından değerlidir. Bugüne ve geleceğe dair somut siyasal ve ekonomik taleplerle doludur.
Bu yılki 1 Mayıs’ın iki kritik farkı mevcut. Kuşkusuz en önemlisi 33 yıl aradan sonra Taksim’in açılmış değil, açtırılmış olmasıdır. Taksim artık ve yeniden 1 Mayıs alanıdır. İstanbul’un en önemli meydanı işçi sınıfı mücadelesinin simgelerinden olmaya daha güçlü bir şekilde devam edecek ve katliamın sorumlularından hesap sorma cüretini de büyütecek. Diğer yandan 1 Mayıs 2010’un Taksim’de “olaysız” yaşanması, gerçek provokatörlerin kimler olduğunu da bir kez daha kanıtlamıştır. AKP hükümetinin ve Vali Güler’in daha önceki 1 Mayıslarda “provokatörler olay çıkaracak, biz o yüzden müdahale ediyoruz” yalanının yerine yeni yalanlar bulmaları gerekecek. Ancak yeniden hatırlatmakta yarar var; halka karşı işledikleri suçlar hiçbir zaman unutulmayacak. Hesabı ödemeyi sadece geciktirebilirler.
İkinci kritik fark ise altı konfederasyonun bu 1 Mayıs’a ortak katılımı idi. Türkiye’de uzun yıllar Türk-İş ve Hak-İş gibi sendikalar 1 Mayıs’ı sosyalizmin yaygınlaşmasının bir aracı olarak gördü. Hatta kendi üyelerini korkutmak için bunu doğrudan söylediler. Sosyalizmden korkmalarının nedeni bağımsız sınıf sendikacılığı yapmamaları ve sermayenin doğrudan/dolaylı etkisinde olmalarıdır.
Yıllardır gerici ve faşist sendikacılar patronlara karşı işçi taleplerinin sözcüsü olmak yerine, patronlar adına işçi sınıfının mücadelesini bastırmak için yırtındılar. Ancak özellikle son birkaç yıldır taktik değiştirmiş durumdalar. Sınıfın ortak mücadelesinin içinde olmaya özen gösterir oldular. Bu durumu, sosyalizmin özdeşleştirildiği Sovyetler Birliği’nin dağılmasına ya da “aşağıdan” gelen baskılara artık tahammül edememelerine bağlamak eksik olacaktır. Söz konusu olan bir taktik değişikliğidir.
Benzer bir biçimi AKP’nin 1 Mayıs’a yaklaşımında da görmek mümkün. 1 Mayıs’ı “emek ve dayanışma bayramı” ilan eden, CHP’nin “77 katliamını soruşturma önergesini” geri çevirip içine Sivas katliamını da katarak yeni önerge veren AKP, kendini demokrasi havarisi ilan etti. AKP, demokratlığına üç-beş tane liberalden başka kimi inandırabilir? Kendi kitlesi buna gerçekten inansa AKP’ye oy vermez. Doğrudan demokrasiye inanan ve uygulayan, demokratik hakları gerçekleştiren, kadın-erkek eşitliğini hayatın tüm alanlarında sağlayan, kul olmayı değil özgür iradeyi savunan bir AKP, gerici-tarikatçı tabanından nasıl oy alabilir? Temsilcisi AKP olmak üzere, gerici ve faşist sendikacılar sınıfa karşı mücadelede “akıllarınca” yeni bir taktik geliştiriyorlar: Mücadelenin sözde en önünde gitmeye çalışarak, sınıf mücadelesini kontrol altında tutmak, farklı kanallara ve örgütlenme biçimlerine dönüşmesini engellemek. Buna bu dönem niye bu kadar ihtiyaçları var? Çünkü emekçilere tarihin en büyük saldırılarından birini gerçekleştiriyorlar ve bu saldırıyı daha büyütmek ve genişletmek amacındalar. Mülksüzleştirme, işsizleştirme ve güvencesizleştirme siyasetinin yıkıcılığı her geçen gün daha büyüyecek.
Ancak bu böyle gitmez.
Toplumsal muhalefet ve emek hareketi artık daha rahat. Taksim barikatının aşılması sadece manevi bir kazanım olmayacak ve tek bir alanla sınırlı kalmayacak. Sırada diğer yasaklı alanların açtırılması var. Kendi gücünün bir kez daha farkına varan işçi sınıfı yeni dönemde hedeflerini büyütecektir. Tekel işçilerinin başarılı direnişinin, sağlık emekçilerinin kazanımlarının üzerine eklenen Taksim zaferi yenileriyle ilerleyecektir. 1 Mayıs’ın “gelecek yıllarda daha coşkulu geçmesini dileyen” Vali Güler’i de “memnun edecektir”, merak etmesin. “Emek hareketinin birlik ve beraberliğini çok önemseyen”(!) Mustafa Kumlu’ya ise bu birlik ve beraberliğe ulaşmanın tek yolunun işçi sınıfının ideolojisinden, bağımsızlıktan, sarı-sendikacılığın tasfiyesinden geçtiğini de mutlaka kanıtlayacaktır.
Yeni dönemin kuşkusuz en önemli hedefi güvencesizliğin ortadan kaldırılmasıdır. 26 Mayıs’ın içeriğini de bu hedef belirleyecek. Ancak unutulmamalı ki “hak mücadelesi”yle bütünleşmeyen tekil talepler eksiktir, sınırlıdır. Devrimcilere şimdi çok daha kapsamlı görevler düşüyor. Bu yıl mayıs ayının tamamı yoğun ve yorucu geçecek. Anayasa tartışmaları da yeni bir siyasi krizin büyüyeceğinin göstergesi. İkinci tur oylamanın sonuçlarının belirsizliği AKP’ye panik yaptırıyor. İstediği sonucu alsa bile sırada referandum ve Anayasa Mahkemesi’nin kararı var. Bunlarda sorun yaşamasa bile ciddi bir rejim içi kapışma artarak büyüyecek. Üstelik toplumsal muhalefet devrede bile değil henüz. Göstermelik birkaç adımla yetineceğe de hiç benzemiyor. Kumlu’nun hesabının boşa çıkması, işçiler tarafından kürsüden yaka-paça indirilmesi diğerleri açısından da ders olacaktır. O kürsülerde zaten tedirgindiler artık hiç rahat olmayacaklar.
Taksim hakkımızdı, aldık. Yola devam…