İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarının her geçen gün biraz daha kötüye gittiği işçi sınıfının çıkarlarına siyaset yapan ele avuca gelir bir siyasal aktörün olmadığı, geleneksel sendikal yapıların bir çözülme sürecinde olduğunu az sayıdaki sendikanın yeni dinamikleri doğru okuyup büyüme potansiyeli taşıdığı bir ortamda birileri çıkıp emek-sermaye ilişkilerinde “sınıf mücadelesi” yerine “sosyal-barış” lafını ediyorsa bu ne […]
İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarının her geçen gün biraz daha kötüye gittiği işçi sınıfının çıkarlarına siyaset yapan ele avuca gelir bir siyasal aktörün olmadığı, geleneksel sendikal yapıların bir çözülme sürecinde olduğunu az sayıdaki sendikanın yeni dinamikleri doğru okuyup büyüme potansiyeli taşıdığı bir ortamda birileri çıkıp emek-sermaye ilişkilerinde “sınıf mücadelesi” yerine “sosyal-barış” lafını ediyorsa bu ne anlama gelir?
Milli Gazete’nin 12 Nisan tarihli sayısında taşeron işçilerinin çok ağır koşullarda çalıştırıldığı ve sendikasız olmalarının bunda önemli bir rol oynadığı gündeme getirilmiş. Röportaj HAK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı ve Hizmet İş Sendikası Genel Başkanı Mahmut Arslan’la yapılmış.
HAK-İŞ nihayet hastanelerde ve belediyelerde çalışan taşeron işçilerin farkına varmış. Taşeron işçilerin en çok ezilen kesim olduğu, bu alanda yasaların bile uygulanmadığından bahsediliyor. Peki bunun karşılığında HAK-İŞ ne öneriyor. Bir mücadele bayrağı açmaktan mı bahsediyor? Hayır. Çünkü HAK-İŞ’in sendika sözlüğünde “mücadele” diye bir kelime/kavram yok. Çünkü sendika yetkilisinin kurduğu cümlelerde bu köle sömürüsüne sebep olanlara dair bir özne tarifi yok. Bütün bu işler kendi kendine olmuş!…
Peki bu sorunu nasıl çözmeyi istiyor ya da düşünüyor HAK-İŞ? Her şeyden önce taşeron örgütlenmesine dönük “özel ofisler” oluşturmuşlar ve bunlarla “yeni bir vizyon” geliştirmeye çalışıyorlarmış. Bu vizyonun stratejik cümlesi “beddua”. Taşeron firmada çalışanlar kötü çalışma koşullarının sorumlularına karşı beddua ediyormuş bu da çalışma barışını bozuyormuş. Mustafa Arslan’a göre “işçilerin bedduasının karıştığı hizmet ne ucuz, ne kaliteli ne de bereketlidir.” Bu nedenle din tüccarı sendikacımız, işverenlerin de bu “beddua”ya maruz kalmamak için hemen işçilerin çalışma koşullarında iyileştirmelere gideceğini düşünüyor. Öyle ya, çalışan da Müslüman patron da… Niye olmasın?.. Her ne kadar 20 yılı aşkın bir süredir işçilerimiz Müslümanlıklarını unutmadan yaşamlarını sürdürmeye devam ettiklerine göre anlaşılan HAK-İŞ kamu veya özeldeki patronlara Müslüman olduklarını hatırlatma turları yapacak.
Gazetecinin “nasıl olacak” sorusu konusunda da kafası net HAK-İŞ’in: Belediyelerdeki taşeronlaşmayla ilgili “Belediye başkanlarının iyi niyetli olması sorunu çözer.” Ve en önemlisi, misyonlarının “sosyal barışı tesis etmek” olduğunu söylüyor HAK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı.
HAK-İŞ sosyal barışın nasıl tesis edildiğine dair bir fikri var da bilerek mi söylüyor yoksa moda laflardan biri haline gelen “sosyal barış”ın karşı konulamaz cazibesine o da mı kapılmış bilemiyoruz. Çünkü kapitalist düzende gerçek anlamda “sosyal barış” diye bir şey yoktur. Eğer “sosyal barış” demekle işçi haklarına saygılı bir kapitalist düzeni kastediyorsa bunun tek yolu işçilerin bir sınıf olarak sermaye sınıfı karşısında güçlü bir denge oluşturmasıdır. Yoksa bugün olduğu gibi sendikal örgütlerinin çözüldüğü, siyasal temsilcilerinin mumla arandığı bir dönemde ne Türkiye’de ne başka bir ülkede ne Müslüman bir coğrafyada ne de başka bir dinsel ortamda kimse işçinin gözünün yaşına bakmaz. Eğer aksini iddia eden varsa kapitalist sistem karşısında bir alternatif oluşturan sosyalist sistemin çökmesinden sonra bunun neden dünyanın hiçbir yerinde gerçekleşmediğini izah etmek zorundadır.
Bu nedenle HAK-İŞ’in bahsettiği “iyi niyet”, “beddua”,”sosyal barış” gibi söylemlerin gideceği yer çok bellidir. İşçilerin dini inanç ve duyguları kötü niyetli kullanılarak hak arama mücadelesine girişen işçiler HAK-İŞ’in değirmenine taşınacak ve etkisizleştirilecektir. Bir savaşta ya da mücadelede taraflardan biri teslim olduğunda da fiilen barış olur ki zaten 20 yıldır sermaye sınıfının koşulsuz egemenliğinin sürdüğü bu topraklarda böyle bir “barış” yaşanmaktadır. İşçi sınıfı şimdi “teslimiyet” bayrağını yırtıp yeniden mücadele bayrağını göndere dikmek istiyor. Tarihin bu davetine icabet edenlerin 21. yüzyılın sınıf mücadelesi tarihini yazanlar olarak not edileceği çok açıktır. HAK-İŞ’in aklına taşeron işçilerin düşmesi boşuna değil!