Metin Yeğin yıllardır dünyanın dört bir yanını gezip sırtladığı izlenimleri bizimle paylaşan bir isim. Yeğin bugüne kadar farklı coğrafyalardaki ezilenlerin mücadele öykülerini hem kitaplara hem de belgesellere aktardı. ‘D’, Yeğin’in ilk uzun metrajlı kurmaca filmi. Bir grup devrimcinin 12 Eylül koşullarında cezaevinden kaçışını anlatan film ilk kez İşçi Filmleri Festivali’nde ‘görücüye çıkıyor’. Filmle ilgili bilgileri […]
Metin Yeğin yıllardır dünyanın dört bir yanını gezip sırtladığı izlenimleri bizimle paylaşan bir isim. Yeğin bugüne kadar farklı coğrafyalardaki ezilenlerin mücadele öykülerini hem kitaplara hem de belgesellere aktardı. ‘D’, Yeğin’in ilk uzun metrajlı kurmaca filmi. Bir grup devrimcinin 12 Eylül koşullarında cezaevinden kaçışını anlatan film ilk kez İşçi Filmleri Festivali’nde ‘görücüye çıkıyor’. Filmle ilgili bilgileri almak üzere Yeğin’e kulak kesiliyoruz… (Bu söyleşi 5. İşçi Filmleri Festivali’nin festival gazetesinde yayınlanmıştır. Filmin gala bilgileri aşağıdadır)
Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Metin Yeğin kimdir? Sinemayla ilişkinizi nasıl tarif ediyorsunuz? Bugüne kadarki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Ben devrimciyim. Televizyon programları, radyo programları, Dünyanın Sokakları, kitaplar, Zapatistalar ya da işgal fabrikaları, sokakları anlatan belgeseller, gazete yazıları, Türkiye’de ya da dışarıda, kahve ajitasyonlarından bugünkü kongre, sempozyum konuşmalarına, beş-on kişinin katıldığı küçük toplantılardan siyasi yaz toplantılarına, Narlı’daki çimento fabrikasına karşı direnişten Çay borsasına, Brezilya Topraksızları’nın uzun yürüyüşünden Kore’deki çiftçi direnişine, Mısır işçi direnişine, Evo Morales ya da Sub Kumandan Marcos görüşmesine, ne bileyim alternatif eğitimden, medyaya, kerpiç ev ameleliğine ve hatta burada ve dünyadaki üniversitelerde verdiğim derslere kadar her şeyi anlatıyor bence devrimci olmak. Bazen toplumun muteber işleri arasında sayılan avukatlık, yazarlık, gazetecilik, öğretim üyeliği, sanatçılık, yönetmenlik gibi bir sürü şeyi işime gelince kullanıyorum galiba. Tabii bütün bunların arasındaki ortak nokta pek para kazanmamam olsa gerek. Yani aslında bugünki değerler kategorisinde pek beş para etmiyorum senin anlayacağın. (Gülüyor)
Sinema da aslında benim için daha önce gerek yazılarımda gerekse belgesel filmlerimdeki gibi bir dünyayı değiştirme aracı. ‘Militan sinema’ yapmaya çalışıyorum. ‘Militan Sinema’ kaba, vulgar bir sinema ya da estetiği hiçe sayan bir biçim değil, sokağın estetiğini yansıtmaya çalışan bir şey bence.
BANKA PARASIYLA BANKA SOYGUNU FİLMİ!
Büyük bir yapımcınız veya büyük sponsorlarınız olmadığını biliyoruz. Filmi nasıl olanaklarla oluşturdunuz?
Hayır koca bir banka var arkamızda! Televizyon için banka sponsorluğunda yedi bölümlük bir trekking belgeseli yapmıştım. Aynı banka ‘bunun kitabını da yazar mısın?’ dedi. Onu da bir arkadaşla birlikte yazdık. Kitabı o sırada basmadılar. Aradan dört-beş yıl geçti, bir baktım kitabı basmışlar ama benim adım yazmıyor. 10 bin dolar verdiler. Ben de bu paraya çok parasız kaldığım halde hiç dokunmadım, ‘bununla bir banka soygunu filmi yapacağım’ dedim ve ‘D’nin ilk parası bu oldu işte. ‘D’ aslında bir banka soygunu filmidir de. “Banka soygunu mu, banka kurmanın yanında hiçbir şeydir” diye Brecht’in sözüyle başlar. Devrimcilerin yaptığı 1 milyon dolarlık gerçek bir banka soygununa küçük bir göndermedir. Tabii senaryoyu yazdığım yıllarda Brecht’in bu sözü İstanbul Bienali’inin sanat koridorlarına düşmemişti. Hani bir sürü filmde bütçe övünülecek bir şeydir ya. Biz de övünüyoruz bütçemizle. Bizim bütçemiz sanırım toplamda 70 bin lira gibi bir şey. Bununla cezaevi inşa ettik. Dönem filmi olduğu için dönem arabaları kiraladık, her gün sette 40-50 kişi yemek yedik ve daha da önemlisi sesi, ışığı ve bir sürü şey…. Bizim esas gücümüz filmi birlikte yaptığımız bütün arkadaşlarımızdı.
Filmin ilk ortaya çıkış hikâyesinden bahseder misiniz?
2000 yılında hikâyenin bir belgeselini yapmıştım ve aslında o günlerde filmi yapmak için daha iyi olanaklara sahiptik ama cezaevlerinde ölüm orucu direnişi başladı. O sırada bir cezaevi kaçış filmi yapmak iyi olmazdı. Bu yüzden başlamadık ve belgeseli de hiç yayınlamadım. Bu belgeselde konuştuğum arkadaşların anlatımı üzerine temelini kurdum filmi aslında.
“ORTADAKİ HİKÂYE OLAĞANÜSTÜ O YÜZDEN BELGESEL DEĞİL”
Belgesel sinemadan kurguya geçmek hikâyenizi anlatmak açısından önünüze nasıl olanaklar veya kısıtlılıklar koydu?
Cuntanın baskısı karşısında bu koşulları ortaya çıkartan mücadeleyi düşünsenize! Hepsi inanılmaz, olağanüstü bir yaratıcılığın ve dayanışmanın eseridir. Bu yüzden ‘D’ filmi bir belgesel değil yani gerçeği yansıtmıyor, bir kurmaca film. Yani gerçek Hemingway’in dediği gibi, gerçek olamayacak kadar gerçek. Şunu çok açıkça söyleyebilirim ki bizim filmimizde hiçbir abartı yoktur ama hiçbir abartı. Bu olağanüstü firarı seyredenler şundan emin olsunlar ki bu firari gerçekleştirenlerin, kalanların ve gidenlerin öyküsü hepsi filmden daha olağanüstü.
Sol ve devrimciler üzerine bugüne kadar çeşitli filmler yapıldı. Sola ve devrimcilere bakışta sizin filminizin özgün yanı nedir?
İşte bu soru esas benim bu filmi yapmamda en önemli etkenlerden biri. 12 Eylül filmlerinde, sol filmlerde devrimciler sürekli olarak mazlum olarak varlar. Son zamanlarda televizyon dizilerinde de böyle oldu. Her zaman işkenceye, baskıya maruz kalmış solcu gençler olarak anlatılıyorlardı. Eh tabii ki bu doğru ama solcular ve devrimciler sadece mahallenin kaybedenleri miydi? Bu filmleri yapan arkadaşlar için bir şey demiyorum. Tabii ki zulmü ve işkenceyi anlatıyorlar, tabii ki ama ben bu filmlerin toplamının ortaya çıkardığı bir duygudan bahsediyorum. Bu yüzden bu filmi yaptık. Biz Devrimcilerin gol attığı bir film yaptık. Yani her türlü olanaksızlığa karşı kendi özgürlüklerini kendi elleriyle elde edenlerin filmi. Ne güzel söylemişti bir firari tutsak ’12 Eylül’e nanik yaptık’ diye. ‘D’ filminde Devrimciler ‘suçlu’. ‘Suçlu’ çünkü dünyayı değiştirmek istiyorlar. Ayrıca bana göre bu film bir politik film de değil. Bir cezaevi firar filmi.
Filmin galası için İşçi Filmleri Festivali’ni seçmenizin nedeni nedir?
‘D’ filmini yaparken biz aslında uzun metraj kurmaca filmler için bir yol açmak istiyorduk. Yani yıllar önce sokakları, direnişleri, halk hareketlerini anlatan belgeselleri yaparken böyle başlamıştık. Şimdi bizim belgesellerimiz bir form ortaya çıkardı. Direnişi içinde yaşayan, onu anlatan bir belgesel formu. Türkiye’de yıllarca bırakın işçi film, devrimcileri anlatan bir film, her hangi bir sosyal problemi çağrıştıran film bile yoktu. İşçi Filmleri Festivali’nin ilk açılış törenini hatırlıyorum, beş yıl olmuş. Vedat Türkali Usta “Sizin hiçbir zaman dört başı mamur imkanlarınız olmayacak. Elinizdekilerle yapacaksınız” demişti. İşte ‘D’ filmi de böyle bir film. Dağıtım şirketleri, sinema salonları, milyonluk bütçeler, 200 kopyayla gösterime giren filmler koca bir endüstri. İşte işçi filmleri festivali bütün bu endüstrinin içinde bir vaha. Bu yüzden ‘D’ filminin Ankara, İstanbul ve İzmir’de ki galası ve işçi filmleri festivali bence birbirlerine çok yakışıyorlar. Her ikisinin de örgütlenme biçimi, ortaya çıkışı, yapılışı amacı aynı. Önümüzdeki yıllarda festivalin uzun metraj, kurmaca filmler için de en önemli gösterim alanı olacağından hiç kuşkum yok.
Film vizyona girecek mi? Ne zaman?
‘Vizyon’ koca bir ticari çark. Öncelikle 35 milimetreye aktarmamız lazım. Şu anda sadece aktarma kaldı ama bunun için de 20.000 dolar civarında bir paraya ihtiyaç olduğu s