TÜRK-İŞ, DİSK, KESK ve KAMU-SEN imzasıyla 26 Mayıs Grevine 5 gün kala açıklanan “program”, emek hareketinin merkezi örgütlerinin içinde bulunduğu durumu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Eylemin ana vurgularından biri olan güvencesiz ve güvensiz çalıştırma enkazı altında 30 maden işçisinin hayatını kaybettiği bir günün arkasından dört Konfederasyon, 22 Şubat’ta alınan 26 Mayıs Grev kararını […]
TÜRK-İŞ, DİSK, KESK ve KAMU-SEN imzasıyla 26 Mayıs Grevine 5 gün kala açıklanan “program”, emek hareketinin merkezi örgütlerinin içinde bulunduğu durumu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Eylemin ana vurgularından biri olan güvencesiz ve güvensiz çalıştırma enkazı altında 30 maden işçisinin hayatını kaybettiği bir günün arkasından dört Konfederasyon, 22 Şubat’ta alınan 26 Mayıs Grev kararını el birliği ile rafa kaldırmayı başardı! KESK’in gayreti ise aksini yaptırmaya yetmedi zaten yetemezdi.
Aslına bakılırsa TEKEL direnişinin baskısı altında alınan kararın, TÜRK-İŞ ve yandaşı KAMU-SEN tarafından direnişin olmadığı koşullarda sabote edileceği kaygısı bazı TÜRK-İŞ’ severler hariç birçok kesim tarafından dile getiriliyordu. TEKEL direnişinin niteliği, kitleselliği ve öfkesi ile adım atan TÜRK-İŞ’in direniş boyunca kaçma girişimleri bunu gösteriyordu. 26 Mayıs Grev kararını iş yeri önlerinde bildiri okumaya dönüştürmeye çalışırken, KESK’in grev konusundaki ısrarı karşısında “birlikte hareket etmeyenlerle bir daha yan yana gelmeme” tehditi geçmişte ve TEKEL direnişi sürecinde olduğu gibi emek hareketini kontrol altında tutma ve maniple etme çabasından başka bir anlam ifade etmiyordu. Kısacası TÜRK-İŞ açısından hayal kırıklığı yaratan bir durum söz konusu değil. Ancak anlaşılmayan şey TEK GIDA-İŞ başta olmak üzere TÜRK-İŞ içerisindeki yönetime muhalif sendikaların neden inisiyatif almadıklarıdır.
Diğer taraftan KESK’in 26 Mayıs Grevinin yapılması için TÜRK-İŞ’e yaptığı basınç konusunda taraf olmayarak mesafeli durmayı tercih eden DİSK, 1 Mayıs 2010 Taksim kutlamasının şanına yakışır bir davranış sergileyememiştir. Taksim meydanını dolduran yüzbinlerce kişi tarafından onaylanan (sonuçları itibarı ile kendi içinde bazı sorunları taşısa da) “işçilerin güdümlü sendikalara yönelik müdahalesini” kınayan açıklamaya KESK’le birlikte imza koyması DİSK’teki kafa karışıklığını ve içinde bulunduğu yapısal sorunları zaten ortaya koymuştu. DİSK’ten beklenen tavır, tarihsel misyonuna uygun olarak aldığı kararın arkasında durmasıdır. 26 Mayıs kararı konusunda KESK’in ısrarlı tutumuyla paralel bir tavır sergilemesi gerekirken tarafsız kalması her ne gerekçeyle olursa olsun kabul edilebilir bir tavır değildir.
KESK açısındansa “emekçilerin birliği” adına harcanan çaba anlamlı olmakla birlikte takıntılı bir hal almaya başlamıştır. “Zorla güzellik olmaz” atasözünün KESK tarafından bir anlamı olmalıdır! Birlik adına yapılan zorlamalar iyi niyetli olsa da TÜRK-İŞ’in oyalama taktiği sayesinde ya zaman kaybıyla sonuçlanmış ya göstermelik adımlar ortaya çıkarmış ya da hatalı yaklaşımlara sahne olmuştur. İşçilerin demokratik tepkisini kınamak ve grev kararını rafa kaldırmak hatalı yaklaşım, 4 Şubat Grevi göstermelik adım ve yine 26 Mayıs kararının netleşmesi için 1 Mayıs’tan itibaren 21 gün beklemek zaman kaybıdır. En nihayetinde güdümlü, sarı sendikaları her defasında işçi ve emekçilere umut olarak sunmaktır!
Bugün taşeron, 4/B, 4/C gibi güvencesiz çalıştırma biçimleri artık temel çalıştırma biçimi haline gelmişken ve kriz bahanesiyle yüz binlerce işçi ve emekçi işten atılırken; sendikasız çalıştırma oranı %90’ların üzerine çıkmışken; her ay taşeron çalıştırmanın sonucu olarak onlarca işçi ölüp, onlarcası yaralanırken; işçilere kiralık işçilik adı altında modern kölelik dayatılırken; işsizlerin sayısı milyonlarla ifade edilirken; eğitim, sağlık, su gibi en temel haklara ulaşmak bile zorlaştırılırken 26 Mayıs grevinin sönümlendirilmesi nasıl yorumlanabilir? Yukarıda bahsettiğimiz ve yaklaşık bir aydır devam eden tartışma ve didişmeler emek hareketinin hangi ihtiyaçlarına cevap vermektedir? Doğrusu bu soruları çoğaltmak mümkün ancak asıl mesele bu sorulara verilecek yanıtları ve deneyimleri ortaklaştırmak ve sınıf mücadelesinin temel düsturu haline getirmek!
Oysa umudun KESK’in 25 Kasım Grevinde, TEKEL işçilerinin onurlu direnişinde, Marmaray, İSKİ, İtfaiye ve Samatya Hastanesi inşaat işçilerinin, taşeron sistemini Adana ve Bursa’da durduran taşeron sağlık işçilerinin mücadelesinde olduğu ortada… Yeni bir emek hareketinin inşa edilmesi açısından önemli olanaklara sahip olan KESK ve tüm sorunlarına karşın DİSK’in yapması gereken bu umudu büyütecek bir yönelime girmesidir. TEKEL direnişi döneminde önemli katkılar sunan ve dönem dönem inisiyatif alan bu iki örgüt, yanına diğer ilerici emek örgütlerini de alarak TÜRK-İŞ’e rağmen güvenceli iş mücadelesinde adres olmayı tercih etmiş ve başarabilmiş olsalardı bugün hem 26 Mayıs grevi hem de güvencesizlerin örgütlenmesi açısından önemli bir dönemeç dönülmüş olacaktı.
Şimdi tüm bu tartışmalar bir yana bırakılarak az zaman kalmış olsa da 26 Mayıs Grevi tüm sönümlendirme ve engelleme çabalarına karşın görünür hale getirilmelidir. KESK’in 22 Şubat kararlılığının altı doldurulmalıdır. Tıpkı 25 Kasım Grevinde olduğu gibi geleceğe umut taşıyacak mütevazi halk grevi deneyimleri yaratılmalıdır. Ülkenin her tarafında filizlenmeye başlayan güvencesizlerin isyanını, halkın hak mücadeleleri ile buluşturarak büyütmek ve bu çoban yıldızını emeğin iktidarına varacak güneşe çevirmek hepimizin temel görevidir.