2010 işçi bayramını geride bıraktık. 1 Mayıs’ların geçmişine baktığımızda bu yıl kutlanmış olan işçi bayramının olaysız ve coşkuyla geçtiğini söylemek mümkündür. Başta KESK ve DİSK olmak üzere altı konfederasyonun anlaşmalarıyla bu yılki emek bayramı, arzu ettiğimiz şekilde kimsenin canı yanmadan, kimse coplanmadan, panzerlerin tehdidi altında emekçilere gaz sıkılmadan sonlandı. KESK ve DİSK’in önderliğinde 77 mağdurlarıyla […]
2010 işçi bayramını geride bıraktık. 1 Mayıs’ların geçmişine baktığımızda bu yıl kutlanmış olan işçi bayramının olaysız ve coşkuyla geçtiğini söylemek mümkündür. Başta KESK ve DİSK olmak üzere altı konfederasyonun anlaşmalarıyla bu yılki emek bayramı, arzu ettiğimiz şekilde kimsenin canı yanmadan, kimse coplanmadan, panzerlerin tehdidi altında emekçilere gaz sıkılmadan sonlandı. KESK ve DİSK’in önderliğinde 77 mağdurlarıyla beraber diğer konfederasyonlara bağlı iş alanlarında çalışan emekçiler, işçi sınıfının genel demokratik ve insan hakları taleplerini Taksim Meydanı’nda büyük coşkuyla bir kez daha dile getirdiler.
Sendikalar başta olmak üzere sol partiler, unutulmaz yılda yakınlarını kaybedenler, sanat dünyasından aydınlar, öğrenci grupları ve daha birçok demokratik kitle örgütü 32 yıldır 1 Mayıs kutlamalarına yasaklanan Taksim Meydanı’na gelerek işçi sınıfına destek verdiler. İşçi sınıfının sorununa sahip çıkmasıyla diğer sendikalardan ayrılan sol örgütlülükler kutlamalar esnasında diğer sendikaların hayıflanmalarına rağmen ağırlığını koydu. 1 Mayıs sorunsuz geçti. Beklendiği gibi olaylar olmadı. Çünkü alanda 1977 Mayıs’ındaki gibi kontrgerilla ve sermaye tetikçileri faal değildi. Emniyet teşkilatından görevli polisler bile belli yerlere mevzilenmişti. Sendika görevlileri ve emniyet güçleri yardımlaşarak sağduyu örneği göstermişlerdi. Ne de olsa onlar da emekçiydi. Belli bir olumlu atmosfer altında belli bir süre için de olsa bu gerçek yaşanmıştı.
1 Mayıs’ ta Taksim Meydanı’na girmek uzun yıllar direnç gösteren emek hareketinin bir kazanımıydı. Bu kazanım düşüncesine AKP iktidarının başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, tepki göstermişti. DİSK başkanı Çelebi’nin “…söke söke hakkımız olanı aldık…” şeklindeki ifadesine başbakan, “…biz Taksim’e girmenize izin verdik, ne hak alması…” gibi sözlerle karşılık verdi. Başbakan 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nın işçilere açılışını kendi demokratik açılım politikasına malzeme yapadursun, 2010 İşçi Bayramı’nda işçilerin Taksim’e girmesinin ne derece kazanım olduğu demokratik kitle örgütleri tarafından irdelenmelidir, tartışılmalıdır. Zira esas önemli olan emek hareketi adına bundan sonraki sürecin nasıl işleneceğidir.
2010’u yaşadığımız şu dönemlerde emekçiler olarak toplumsal bilincimizin 80 öncesi bilincimizden farklı olduğu gerçeği herkes tarafından bilinmektedir. 80 öncesi son yaşanan kanlı 1 Mayıs olaylarında yükselen emekçi direnişi sermayenin karşısında hem politika olarak hem de örgütlenme olarak dimdik ayaktaydı. Kanlı 1 Mayıs sonrasında gelen süreç ve 12 Eylül yasalarıyla emek hareketi de, toplum da her açıdan büyük bir darbe aldı. 2010’da ise kanımca yeni bir süreç başladı. Taksim Meydanı’na uzun yıllardan sonra tekrar girilmiş olması, sermaye karşısındaki işçi sınıfının tarihsel süreciyle karşılaştırıldığında sınıfsal yapısının düzeldiği anlamına gelmemelidir. Başka bir deyişle emek hareketi, iktidarların onlara sundukları toplumsal statüye karşı direncini her zamankinden daha fazla arttırmalıdır.
En başta KESK ve DİSK olmak üzere konfederasyonlara ve onlara bağlı sendikalara çok iş düşmektedir. 2010 1 Mayıs’ından sonra işçi sınıfının talepleri daha yüksek sesle vurgulanmalı, iktidarın sendikalara çizdiği yolun dışına çıkılmalıdır. Belli başlı tarihsel görevlerimiz yeniden gözden geçirilmeli, modern demokratik sendikal işleyiş yeniden yapılandırılmalıdır. Sermayenin global temsilcilerinin iktidarlar aracılığıyla emek hareketine reva gördüğü kapitalist yaşam koşullarına karşı işçi bilinci ve emek örgütlülüğü, tabandan tavana katılımcı bir anlayışla süreç içinde kendini ve şartlarını dönüştürebilen bir yapılanmaya gitmelidir.
1 Mayıs 2010’da Taksim’deki işçi bayramı esnasında Türk-İş başkanı Kumlu’ya yönelik işçi tepkisini manidar bulmak gerekirse; bu olay göstermiştir ki emekçiler,iktidarın dayattığı sendikacılık anlayışına ve sendikal iktidar yandaşlığına karşı dirençli ve tepkilidir. Tekel İşçileri Ankara’daki çadırkent direnişi esnasında Türk-İş başkanının güdümlü tutumu ve söylemlerine karşı yarım kalmış tepkisini Taksim kutlamaları sırasında kararlı bir biçimde göstermişlerdir. İşçilerin Kumlu’yu kürsüden indirme girişimi yoluyla siyasal iktidara yandaş sendikacılık modeline gösterdiği tepkinin içeriği ne olursa olsun olay, sahte sendikacılığa, kariyerizm amaçlı merkezi sendikal anlayışa; sendika çatısı altında iktidarın da desteklediği karanlık yer altı ilişkilerine karşı bir bilinç olarak algılanmalı ve emek sömürüsü gibi kapitalist paradigmalara emek hareketinin örgütlü bir karşı duruşu olarak nitelendirilerek bundan sonraki emek direnişi buna göre örülmelidir.
AKP iktidarı, son dönemlerde çalışma hayatını düzenleyen antidemokratik yasalarla, sözde açılımlarla fırsatçı politik manevralar, anayasal değişikliklerle devletin kuvvetler ayrılığı ilkesinde hedeflediği yürütme politikalarıyla devlet yönetiminde yarattığı diktacı iktidar tutumu, küresel sermayenin öngördüğü ekonomik yapılanma ve eğitim politikalarıyla toplumun özgür, örgütlü ve demokratik yapısını kıracak politik oyunları sahnelemektedir. Bu bakımdan AKP hükümeti bundan önceki iktidarlarda da gözlemlenebilen benzeşik yönleriyle emek hareketi ve özgür toplum karşıtlığını en açık şekilde ortaya koymaktadır. Taksim Meydanı’na işçilerin girmesiyle ilgili Başbakan’ın “..biz izin verdik de girdiler..” şeklindeki işçi kazanımı ve emek hareketinin kararlılığını görmezden gelen açıklaması ise AKP iktidarının işçi sınıfına ve onun örgütlenmesine nasıl baktığının da farklı bir boyutudur.
Emekçilerin 1 Nisan’da Ankara’da toplanması ve 1 Mayıs kutlamalarından sonra 26 Mayıs genel grevine gidilen yolda 2010’da Tekel işçilerinin 78 günlük emek kitlesi direnişi daha güçlü bir emek örgütlenmesiyle iktidarın faşist uygulamaları karşısına dirençli bir şekilde çıkılmalıdır. Tek bir kitle örgütü çatısı altında ya da en azından böyle bir ruhla örgütlü mücadeleler aracılığıyla toplumun kurtuluşuna giden yolda emeğin örgütlü ve dirençli hareketi, kendisini hedef alan sömürü düzenini yok edebilecek tek örgütlü mücadele hareketidir. 1 Mayıs’ta Taksim’de olaysız geçen kutlamaların kamu emekçilerine verdiği moral, daha radikal biçimde örgütlenmeli ve işçi sınıfının tarihsel örgütlenme bilinci ve ciddiyetiyle kapitalizmin karşısında tam bir güç haline gelmelidir. KESK ve DİSK konfederasyonlarının en önemli görevi sermaye karşısında böylesine dirençli bir güç yaratarak tek yumruk halinde sermayenin karşısındaki dayanışma gücünü ortaya koymaktır. İşlevini bu şekilde tamamlamış örgütlü yapılar aracılığıyla ekonomik ve sosyal toplum kurtuluşu mümkündür. En büyük temennim, 2010 yılının emek adına toplumsal kurtuluşu sağlayacak örgütlü bir yapının başlangıcını sağlayacak adımların atılmasıdır. Bu yolla da özgür ve mutlu toplum yapısına giden yolda emeğin söz sahibi olmasıdır. 1 Mayıs’ta bu çıtanın yükseldiğini düşünüyor, toplumsal kurtuluş yolunda çıtası yüksek atılımlar için yaşasın örgütlü mücadele diyorum.