“evet siz yağmur yağdığını düşünün sadece. Bunu hisseden ve aniden buna hayret eden, çok geride, çok ilerdeydi…” Althusser’in, “tarihin öznesiz süreç” olduğu önermesinin 2010 yılı Türkiye’sinde, “aydın”, özellikle de “sol aydın” incelemesi yapılırken öne çıkartılması gerektiğine inanıyorum. Tarihin öznesiz süreç olduğu önermesi, tarihin kendi nesnelliği ve bu nesnelliğin ortaya çıkardığı sonuçlar içinde öznelerin rolünün olmadığı […]
“evet siz yağmur yağdığını düşünün sadece. Bunu hisseden ve aniden buna hayret eden, çok geride, çok ilerdeydi…”
Althusser’in, “tarihin öznesiz süreç” olduğu önermesinin 2010 yılı Türkiye’sinde, “aydın”, özellikle de “sol aydın” incelemesi yapılırken öne çıkartılması gerektiğine inanıyorum.
Tarihin öznesiz süreç olduğu önermesi, tarihin kendi nesnelliği ve bu nesnelliğin ortaya çıkardığı sonuçlar içinde öznelerin rolünün olmadığı şeklinde yorumlanmıştır. Oysa ki bu önermenin en can alıcı vurgusu tarihin “sınıflar mücadelesi” tarafından yapıldığı yönündedir. Özne ya da sınıf ekonomik bir kategori olarak algılanırken, “sınıf mücadelesi” vurgusu siyasal bir kategoriyi tanımlamıştır. Althusser’in “hümanizm” eleştirisinin ilgiye layık görülmemesi, hatta görmezden gelinmesinde asıl neden bu “sınıf mücalesi” vurgusu ve tutkusudur. Ve ilginç olan 1980 yılı öncesinde Türkiye sol hareketinin entelektüel ağabeyliğini yapan Birikim Dergisi çevresinin bunu ilk görenlerden olmasıdır. Bu dergi çevresinin daha sonraki metamorfozlarındaki asıl başarı bu bilgidir. Aydını salt bilgi ile ilişkisiyle değil, bizzat yoksullukla, mülkiyetle ilişkisi temelinde tanımak, kurmak, tarihi sınıf mücadeleleri tarihi olarak okumanın zorunlu koşuludur. Ve bu koşul Althusser tarafından yapılan vurgudur. Aklın isyanını, isyanın vicdanıyla buluşturamayan aydının trajedisi Marks’ta insan doğası ve özünün yeniden aranmasıyla başlamıştır. Sınıftan kaçarken keşfedilen Marks’taki insancı yön olmuştur. Bu arayışın 1990’larda vardığı yer “…kapitalizm içinde mademki yaşıyoruz… o zaman hiç değilse adam gibi bir kapitalizmde yaşayalım”dır (M. Belge, İktisat dergisi 74,1988).
Bilim ve akla dayalı “sola”, hümanist burjuva liberal politika ile İslami feodal özlemlerin bileşkesi ile yapılan itiraz, günümüzün sol, liberal ve İslamcı entellektüellerin temel dayanağıdır. Üniversite, televizyon, gazetelerde toplanmış bu entelektüel tekelin temel işlevi, tüketici birey odaklı öznelliğin mevcut “pasif mutakabat” dışında farklı bir alternatife yönelişini engellemek ve toplumun iktidarın “ritmine” göre dans etmesini sağlamaktır.
Kendini bilimin yasaları ve biçimlenmiş ilkeleriyle dokunulmaz kılmış ve tarihi süreci bir yaptırımlar, belirlilikler ve zorunluluklar hiyerarşisi içinde tanımlandığını düşündükleri Marksizme yönettikleri eleştiriyle birlikte, dinin ve ahlakın tarihi yapılandırabileceği, toplumsal değişim projesine eklemleneceği tezi -özellikle ülkemiz koşullarında- önerilmiştir.
Tarihi ve toplumsal süreç ne bütünüyle zorunluluklar alanı ne de rastlantılar karmaşasıdır. Zorunluluk alanında yapıya eklenen iradi müdahaler ve rastlantılar ile kurulan, kendini kullandığı dil ve bu dili oluşturan ideoloji ile tanımlar. İdeoloji bu anlamda çağrısını yaptığı politika adına her şeye ve her yere, gündelik hayata, eve, okula, camiye, grev çadırına, tüm bilinçlere hatta bilinçaltlarına nüfüs eder. Nüfuz ettiği alanlarda sonuç, “iktidarın” ritmine göre dans etmek değil, “iktidara” dans ettirmektir.
Türkiye sol hareketinde Birikim dergiciliği; 1970’lerin ve 1990’ların Birikimi olarak iki ayrı dönemde incelenir. Ve genelde 1970’lerin Birikimi için, Marksizmin eleştirel kimliği üzerinde duran, yapısal çözümlemelere ağırlık veren ve ülkenin politik kültürel ortamında anlamlı bir sol persfektif oluşturan ve yine 1990’lar bilimsel çöküş stratejisi temelinde ahlakçı ve ütopik bir sosyalizmin vaazına yönelinen dönem olarak bilinir. Birikim, bugün gelinen noktada İslamcı ideoloji ile ideolojik mücadeleyi gündeme almayı bırakın, İslamcı ideolojiye eklemlenerek onun propagandasına soyunmuştur. Bu noktada Birikimin’in yeni önerisi “sol ilahiyat” kavramıdır. (Bu süreç 250. sayıda başlamamıştır. İlk örnekleri Birikim yayınlarından 1978’de çıkan Althusser’in İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları kitabına Murat Belge’nin önsözüdür. Bu önsöz, her tür metinde açık söylemin yanı sıra, ikinci sessiz bir söylem oluşturan yokluklar, boşluklar ve suskunlukların da “belirtisel” biçimde olduğunun da örneğidir.) Birikim, tasavvufun aşkı, insan-ı kamil ve nihayet “En el Hak” ifadeleri ile kendini ezilme, sömürülme, yoksulluk ve aşağılanma hallerinin ilahi özneleri olarak tanımlayanlarla, sol-sosyalist grupların “sol ilahiyat” üstbelirlenmesi altında yol arkadaşlığının vaazını yapmaktadır.
Bu noktada Birikim ve 2010’ları anlamak, sürekli iktidarda ve hegemonik kültürden yana olmayı başaran bir “aydın” türünü anlamak demektir. 70’lerde egemen ve hegemonik kültür Marksizm iken Marksist olan, 80’lerde ordunun siyasal İslam’a yeşil ışık yaktığı dönemde solu İslam’a davet eden, 90’lar ve 2000’lerde küresel sermaye ve neoliberal rüzgarın eğemenliği altında melez liberal olan, burjuvazinin daha bir egemen sınıf olarak kendi düzenini gerçekleştiği süreci destekleyen bir “sol aydın” türünü, bir “kadro”yu anlamak demektir. Ve tarihin yönü ve egemen rüzgarla her zaman örtüşmeyi, üstelik bunu özgürlük, eşitlik ve demokrasi adına sunmayı becerebilen, yoksulluğu yaşamakla, yoksulluğu düşünmek arasındaki farka dayalı bir ahlakı anlamak demektir.
Bu ahlakı “biriktirmeye” devam ediyorlar. Bu ahlak ‘birikim’leri…