Kırgızistan’ın iç politikasındaki gelişmeler bölge coğrafyasını ve küresel merkez güçlerini de doğrudan ilgilendiriyor. Bir dönem ABD’nin desteğinde Soros’un küresel emperyalist sivil kurumları tarafından desteklenen ‘lale’ devrimi ile Kırgızistan, ABD’nin bölgesel bir gücü haline getirilmek istenildi. 2005 yılında Askar Akayev görevinden uzaklaştırıldı. Şimdi de onun yerine gelen Kurmanbek Bakiyev, halkın toplumsal tepkisiyle görevinden uzaklaştırıldı. Bu politik […]
Kırgızistan’ın iç politikasındaki gelişmeler bölge coğrafyasını ve küresel merkez güçlerini de doğrudan ilgilendiriyor. Bir dönem ABD’nin desteğinde Soros’un küresel emperyalist sivil kurumları tarafından desteklenen ‘lale’ devrimi ile Kırgızistan, ABD’nin bölgesel bir gücü haline getirilmek istenildi. 2005 yılında Askar Akayev görevinden uzaklaştırıldı. Şimdi de onun yerine gelen Kurmanbek Bakiyev, halkın toplumsal tepkisiyle görevinden uzaklaştırıldı. Bu politik durum, Kırgızistan’ın iç sorunu gibi görünse de, esasen bölgesel rekabetin bir sonucudur.
Uluslararası ilişkilerin merkezinde olan bu bölgenin her ülkesi stratejik bir öneme sahiptir. Bu bakımdan Kırgızistan’da neler oluyor sorusunun en doğru yanıtı Orta Asya’yı anlamaktan geçer. Yani Kırgızistan’daki gelişmelerle Orta Asya jeopolitiği arasında çok önemli bir ilişki bulunuyor. Avrasya kavramı gibi Orta Asya tanımlanması hem çok geniş hem de çok karmaşık olarak kullanılmaktadır. Ancak Avrasya’nın stratejik önemini artıran ise Orta Asya bölgesidir. Orta-Asya kavramsal olarak farklı jeo-grafik alanları içermekle birlikte, Sovyetler Birliği döneminde bu kavram, sosyalist cumhuriyetler sınırları içerisinde nispeten belirginleştirildi. Daha çok Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve hatta Azerbaycan gibi ülkeleri merkez alan ama aynı zamanda bu ülkelerin çevre merkezi olarak bilinen bölgelerini, Çin’in, Moğolistan’ın, Afganistan’ın ve İran’ın belirli bir kesimi ile Hazar Denizini ve Rusya’nın çok önemli bir bölgesini kapsayan bir alan olarak gösterilmektedir. Bu nedenle ne Avrasya’nın ne de Orta Asya/Merkez Asya’nın, herkesin hem fikir olduğunu belirleyen mutlak sınırları yoktur. Çünkü jeo-strateji, jeo-politik ve jeo-ekonomik faktörler coğrafyanın tayininde önemli rol oynamaktadırlar. Bunlar da küresel güçlerin çıkarlarına göre farklılıklar göstermektedir.
Pilot bölge Orta Asya
Mackinder, Avrasya içerisinde özellikle Orta Asya’yı ‘tarihin coğrafi mihver alanı’ veya ‘pilot’ bölge olarak değerlendirirken, dünyaya hakim olmakla eş değerde görmüştü. Orta Asya’nın merkez çevre ülkelerle birlikte Avrasya’nın beyni olarak tanımlanması, bütün tarihi boyunca egemen güçlerin çatışma alanı olma özelliğini korudu. Uzak Asya, Doğu Asya, Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar, Doğu Avrupa gibi bölgelerin merkezinde bulunması nedeniyle Dünyanın kalpgahı sayılan Avrasya’nın beyni Orta Asya’dır.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile küresel güç merkezleri tarafından yeniden uluslararası politikanın gündemine getirtilen Avrasya stratejisinin yaşama geçirilmesinde ‘Cental Asia’ ya da Orta/Merkez Asya, uluslararası rekabetin merkezinde olan bölge olarak yeniden ön plana çıktı. “Dünya Gayri Safi Yurt İçi Hâsılasının toplamları itibariyle dünyanın en büyük on beş ekonomisinin on’u bu bö1gede bulunmaktadır. Ayrıca, 2000 yılı itibariyle dünya petrol talebinin yaklaşık % 45’i, doğalgaz talebininse yaklaşık % 55’i bu komşu alanda gerçekleşmiş. Bölgenin temel ekonomik potansiyelini oluşturan ve dolayısıyla jeopolitik önemini ortaya koyan doğal kaynak zenginliği, bu bö1geye büyük güçlerin yönelişinin temel sebebidir. Bu temel sebebin yarattığı yeni koşullar söz edilen büyük güçlerin lehine işleyerek, bölgenin ekonomik alandaki stratejik unsurlarını büyük ölçüde yönlendirmektedir.”[1]
Uluslararası ilişkilerde coğrafi alan hâkimiyeti ile ekonomik ve askeri stratejiler birbirini tamamlar hale gelmiştir. Coğrafi alan hâkimiyetinin tek başına bir anlam ifade etmeyeceği ve daha çok bölgenin stratejik konumunu belirleyen ekonomik verimlilik düzeyinin giderek etkinlik kazandığını ortaya koyan en somut örnek Orta Asya’nın konumudur. Böylece küresel bir güç olma hedefini taşıyan tüm ülkeler için Mackinder’ın tanımladığı ‘mihver bölgesi’ politik stratejilerin uygulanması bakımından çok daha önemli hale gelmiştir. Egemen olma kavramının askeri güçlerin düzeyi ile doğrudan bağlantısı olmakla birlikte küresel ilişkilerde ekonomik alan hâkimiyeti de çok daha öncelikli olarak kendisini dayatmaktadır. Özellikle küresel sistem güçlerinin stratejik etkinlik alanlarında ekonomik bağımlılığa dayanan hâkimiyetin ön plana çıkmasının en tipik modeli Merkez Asya’dır. Ayrıca buranın çok sayıda merkez ve çevreyi kapsayan küresel gücün çekim merkezinde bulunması karmaşık politik ilişkilerin yumağını oluşturmaktadır.
Böylece bütün kürsel güçlerin 21. yüzyılda yoğunlaştıkları en önemli uluslararası politikalardan biri de Avrasya stratejisi ekseninde Orta Asya’nın denetim altına alınmasıdır. Orta Asya’yı önemli kılan bazı temel noktalar ön plana çıkmaktadır. Birincisi petrol ve doğalgaz bakımından oldukça önemli enerji yataklarına sahip olmasıdır. İkincisi küresel askeri güçler tarafından işgal edilen Afganistan’a sınırdır. Afganistan işgal stratejisinin uygulanmasında tarihsel değerde bir öneme sahiptir. Üçüncüsü, enerji yatakları yanında enerji geçiş yollarını kapsamaktadır. Dördüncüsü, Asya bölgesinin küresel güçleri olarak bilinen Çin, Japonya, Rusya ve Hindistan’ın tam merkezinde bulunmaktadır. Bir bakıma bu güçler tarafından çevrelenmiştir. Beşincisi, Orta Asya aynı zamanda dünyanın en önemli enerji merkezi olarak bilinen Ortadoğu ile sınır ilişkisine sahiptir. Bu iki bölge arasındaki ilişki aynı zamanda uluslar üstü tekellerin bu bölgelerde yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Sıralayacağımız birçok faktörün etkisiyle Orta Asya’nın politik denklemleri tahminlerden çok daha karmaşık ve değişkendir Avrasya Merkezi olarak tanımlanan Orta Asya üzerinde dünyanın bütün küresel güçlerinin çok yoğunluklu bir rekabeti söz konusudur.
Orta Asya’nın Jeo-Stratejik Ve Jeo-Politik konumunu daha somut kavramak
Orta Asya’nın mevcut durumunu analiz edebilmek ve daha objektif politik değerlendirmeler yapabilmek için birkaç istatistikî veri sunmaktan yarar var.
Tablo-1: Asya Ülkelerinin GSYİH’si
Ülke | GSYİH Milyar Dolar/2008 |
Kazakistan | 125.522 |
Kırgızistan | 10.764 |
Tacikistan | 8.802 |
Türkmenistan | 40.685 |
Özbekistan | 50.395 |
Kaynak: Le Monde Bilan Economie 2010, L’Atlasde 179 Pays |
Orta Asya ülkelerinin GSYİH’si henüz beklenenin çok gerisinde olmakla birlikte, özellikle 2000 yılından beri sürekli bir gelişme eğilimi içerisindedirler. Bölgesel ve iç politik krizler nedeniyle küresel sisteme adapte olmada ciddi sorunlar yaşan bölge ülkeleri, dünya küresel kapitalist sistemin ekonomik krizine rağmen diğer Asya ülkeleriyle birlikte ciddi bir ekonomik gelişme süreci içerisindedirler. Doğal kaynakları bakımından zengin olan bölgenin Asya ekonomisi içerisindeki verimliliği için önemli bir süreci aşması gerekiyor.
Tablo-2: Orta Asya ülkelerin Nüfus ve Yüzölçüm Büyüklüğü/2008
Ülke | Yüzölçüm km2 | Nüfus (milyon) |
Kazakistan | 2.717.300 | 14.900.000 |
Kırgızistan | 198.500 | 5.100.000 |
Tacikistan | 141.100 | 6.300.300 |
Türkmenistan | 488.100 | 4.900.000 |
Özbekistan | 447.400 | 25.600.000 |
Toplam | 3.992.400 | 56.800.300 |
Orta Asya’nın stratejik öneminin ön plana çıkmasında onun jeografik konumunun çok önemli bir etkisi söz konusudur. Genel olarak kıya
slandığında Orta Asya hem dünyada, hem de Asya’da tayin edici bir coğrafyaya sahiptir. Eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan 6 ülkenin yüzölçümü yaklaşık olarak 4 milyon metre karedir ve 56 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Bu ülkelerin coğrafik konumu birçok bakımdan önemlidir. Birincisi stratejik konumunu güçlendirmektedir. Ülkenin toprak alanının geniş olması, söz konusu ülkeye uluslararası ilişkilerde önemli avantajlar sunar. Birincisi birçok ülke sınır ilişkisi içinde olması, ikincisi yeraltı ve yer üstü kaynakları bakımından geniş bir potansiyel oluşturmasıdır. Yüzölçüm olarak Asya kıtasında önemli bir yere sahip olan Kazakistan hem enerji yatakları, hem de tarımsal sanayi ürünleri bakımından geniş bir alana sahip olması bakımından önemsenen bir ülkedir. Aynı şekilde, Türkmenistan, Kırgızistan gibi ülkelerin son yıllarda artan öneminin arka planında, Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde muazzam enerji kaynaklarının bulunması ve geniş bir pazar oluşturmasıdır. Üçüncüsü jeo-stratejik konumunun güçlenmesinde önemli faktördür. Bir ülkenin coğrafik konumlanışı, onun bölgesel ilişkilerdeki rolünü artırmaktadır. Dahası coğrafya, jeo-stratejinin önemli bir halkasını oluşturduğu gibi aynı zamanda, jeo-ekonomiyi ve jeo-politikayı etkileyen çok önemli bir faktördür. Örneğin Hazar Denizinde geniş petrol ve doğalgaz yataklarının bulunması, kıyı ülkelerinin stratejik önemini artırmaktadır.
Tablo-3: Orta Asya Ülkelerinin Yıllara Göre Askeri Harcamaları /Milyon Dolar, 1998-2007
Ülke | 2000 | 2001 | 2002 | 2003 | 2004 | 2005 | 2006 | 2007 |
Kazakistan | 215 | 317 | 347 | 411 | 470 | 529 | 693 | 1.258 |
Kırgızistan | 55.5 | 48.3 | 56.1 | 63.8 | 68.4 | 75.6 | 83.3 | 122 |
Tacikistan | 14.3 | 14.2 | 30.3 | 39.3 | 46.1 | 48.4 | 48.9 | 52.1 |
Türkmenistan | 187 | 198 | 203 | — | — | — | 173 | — |
Özbekistan | 447.400 | 25.600.000 | 203 | — | — | — | 173 | — |
TOPLAM | 472 | 648 | 636 | 576 | 585 | 653 | 1.053 | 1.432 |
Kaynak: SPRİS, Yearbook 2008, Armaments, Disarmament and international security, Oxford Unviversity Presse 2008, syf:219-225 |
Orta Asya bölgesi stratejik çatışmaların merkezinde olması nedeniyle askeri harcamalar nispeten hızlı artmaktadır. 1998-2007 yılları arasında yaklaşık olarak yüzde 300 bir artış yaşanmış. Kazakistan’ın 10 yıl içerisindeki askeri harcamaları yüzde 500 civarında artırarak bölgede etkin olan bir ülke konumuna gelmek istiyor. Ancak bölge ilişkilerinde dengeleri korumaya çalışan Türkmenistan ve Özbekistan’ın askeri harcamalarını bütünlüklü bulmak oldukça zor. BM verilerine göre askeri harcamalarında önemli bir sorun yaşanmaktadır ve net olarak tespit edilmiş değildir.
Tarihsel ilişkiler nedeniyle askeri harcamalarının yüzde 70’i Rusya ile olmaktadır. Daha sonra Çin ve ABD geliyor. ABD’nin bölgesel stratejisinde Orta Asya önemli bir sıçrama tahtası olduğundan askeri ilişkiler bakımından önemsediği bir alanı oluşturmaktadır. Afganistan işgali ile bölgeye kurduğu askeri üslerle hem bir avantaj yakaladı, hem de bölge ülkelerine kendi askeri savaş araçlarını pazarladı. İlk yıllar belirli bir etkinlik yakalamasına rağmen Rusya’nın bölgedeki askeri üstünlüğünü kıramadı ve daha çok gerilemeye başladı.
Tablo-4: Orta Asya Ülkelerinin Asker Sayısı ve Askeri Harcamaları
Ülke | Asker sayısı | Kişi başına askeri harcama (dolar) | Asker başına askeri harcama |
Kazakistan | 65.800 | 24 | 5.502 |
Kırgızistan | 12.500 | 6 | 2.480 |
Tacikistan | 7.500 | 3 | 2.400 |
Türkmenistan | 26.000 | 36 | 6.654 |
Özbekistan | 50.000 | 2 | 1.080 |
Kaynak: SPRİS, Yearbook 2008, Armaments, Disarmament and international security, Oxford Unviversity Presse 2008, syf:219-225 |
Dünyanın stratejik merkezi olarak bilinen Orta Asya bölgesi, nüfus yoğunluğuna oranla askeri güç sayısında sürekli bir artış yaşanmaktadır. Bölge genelde küresel sistem güçlerinin askeri güçlerinin yoğunlaştığı bir alandır. Rusya ve ABD üslerinin varlığı, Afganistan işgali nedeniyle askerileştirilmiş bir bölge özelliğini yansıtmaktadır. Bölgede en çok asker barındıran ülke Özbekistan ve Kazakistan’dır. Bugün iç politik kriz yaşayan Kırgızistan’ın asker sayısı 13 bin civarındadır. Asker başına 6.654 dolar, nüfus başına 36 dolar harcayan Türkmenistan, nüfus başına bölgenin en çok askeri harcama yapan ülkesi olmakla birlikte, Kazakistan, Orta Asya merkez ülkeleri içerisinde silahlanmaya en çok para harcayan ülkedir.
Her Orta Asya ülkesi bölgesel ilişkilerde farklı etkilere veya rollere sahip
Bu nedenle tek tek ülkeler, hem kendi aralarında hem de küresel merkez ülkeleriyle farklı düzeylerde gelişmektedir. Herbirinin konumundaki farklılıkları bölgedeki ilişkileri etkilemektedir. Bunların bir kısmı, bölge ülkelerinin kendi iç ilişkilerinden kaynaklanıyor. Özellikle Rusya dışındaki bölge ülkeleri arasındaki lider olma çelişkisidir. Özellikle Türkmenistan ile Özbekistan arasında çok belirgin bir rekabet söz konusudur. Bu nedenle bölgede belirgin bir etkinliğe sahip olan Rusya ve Çin ile yakın ilişkileri korumaya özen gösterirlerken aynı zamanda ABD ile yakın ilişkilere özel bir önem vermektedirler.
Orta Asya denge politikaları, özellikle 2001 yılında Afganistan’ın küresel askeri güçler tarafından işgal edilmesi ile çok ciddi olarak ön plana çıktı. Özellikle Özbekistan ve Kırgızistan politik dengeler konusunda ciddi bir işleve sahip oldu. New York’ta ikiz kulelerin vurulması ile uluslararası ilişkilerin çok yönlü değişim sürecine girmesi, özellikle Orta Asya’da belirgin olarak hissedildi. ABD-Rusya arasındaki dengelerin şekillenmesinde etkili oldu. Rusya, ABD’nin Orta Asya ülkelerini kullanmasına izin verirken, ABD’de Rusya’nın Çeçenistan ağırlıklı olmak üzere Kafkasya’da daha etkin bir güç olarak askeri müdahaleleri yoğunlaştırmasına sesiz kaldı. 11 Eylül 2001 sonrası Washington’un müttefik arayışlarının yoğunlaştığı iki Orta Asya ülkesi öncelikli olarak ön plana çıktı. Afganistan eksenli işgal nedeniyle özellikle Özbekistan ve Kırgızistan, bölgesel işgali en önemli alanları olarak kullanıldı. ABD’nin dönemin Savunma Bakam Donald Rumsfeld, Putin’in olumlu görüş belirttikten sonra, önce Kırgızistan ve Özbekistan hükümetiyle görüşmelerde bulunmak üzere bu bölgeye gidip ABD’nin askerleri için askeri üs pazarlığı yapıldı. ABD’nin bölgede kalıcılaşmasına yol açacak askeri üslerin verilmesi esasen Bush ile Putin arasında yapılan pazarlıkla netleştirildi.
Kırgızistan ve Tacikistan’da ayrıca İslamcı hareketin yoğunluklu olarak yürüttükleri faaliyetler, ülkelerin iç ilişkilerinde silahlı güç olarak etkin olmaya başlamaları, hem bu ülkelerin yönetimlerini, hem de Rusya’yı ciddi oranda kaygılandırdı. Böylece ABD’nin bu ülkelerde askeri konumlanışlarına bir bakıma onay verdiler ve ABD’nin İslamcı örgütlere karşı savaşmasından bir bakıma yara
rlandılar.
ABD’nin stratejisinde Orta Asya’nın önemi
ABD, Afganistan’a yönelik hazırlıklarını yaparken, güçlerini aşamalı olarak Kırgızistan’a ve Özbekistan’a yerleştirmeye başlamıştı. Özbekistan enerji kaynakları bakımından çok zengin olmamakla birlikte dünyanın ikinci büyük pamuk üreticisi ve ihracatçısı konumundadır. ABD, Özbekistan’da askeri üsler kurarken, aynı zamanda ekonomik ilişkiler geliştirmeye yöneldi. ABD binlerce askerini Afganistan sınırında bulunan askeri üslerde koşullandırdı. Bu aynı zamanda ABD’nin askeri olarak bölgeye yerleşmesi anlamına geliyordu.
Özbekistan ve Kırgızistan’daki askeri üslerinde bulunan yaklaşık olarak 5 bin ABD askeri ve çok sayıda savaş uçağı, hem Afganistan’daki askeri işgal, hem de Orta Asya politikası bakımından önemli bir avantaj olarak değerlendirildi. Kırgızistan askeri üs komutanı Tuğgeneral Chris Kelly, Aralık 2001’de yaptığı bir değerlendirmede: “Bu üssü kurmamızın amacı, Afganistan’daki tüm Taliban ve El Kaide varlığını ortadan kaldırmak üzere teröre karşı yapılan savaşta Amerikan merkezî komutasının başkomutanı General Franks’in verdiği görevi yerine getirmek… Görevimizde gizli ya da korkunç hiçbir yön yok. Dünyanın alması gereken şekil konusunda bizimle aynı vizyona sahip ülkelerle işbirliği yapıyoruz sadece. Eski Sovyet topraklarındaki varlığımızın kimilerini ürkütmesi gayet doğal. Fakat Soğuk Savaş sona erdi, ve Sovyetler Birliği çoktan tarih oldu. Kalıcı Özgürlük Harekâtında çok uluslu bir koalisyonla işbirliği yapıyoruz. Kırgızistan özgür bir ülke ve zaten bizi davet eden de Kırgızlar… General Franks bize burada ihtiyaç duyduğu sürece kalmaya devam edeceğiz. Herhangi bir zaman kısıtlaması söz konusu değil. Ancak, bölgedeki tüm El Kaide hücreleri çökertilince ayrılabiliriz. Biz burada kutsal bir milyon için çarpışıyoruz.“(2) ABD, El-Kaide ve Afganistan işgalini bahane göstererek bölgede etkinliğini pekiştirmek ve askeri üsleriyle stratejik bir merkez haline gelmek için bütün olanaklarını kullandı. ABD’nin stratejisinde çekilip gitmekten çok kalıcılaşmak vardır. Dünyanın bütün bölgelerinde, her zaman kalıcı bir güç olmayı esas alan ABD, Kazakistan ve Tacikistan politikasını da buna göre şekillendirdi.
Afganistan ve Irak işgallerinin arka planında sadece Ortadoğu’nun değil aynı zamanda Orta Asya’nın yeniden yapılandırılması söz konusuydu. Rusya’nın kendi iç sorunlarıyla boğuştuğu bir dönemde ABD bölgeye çok kapsamlı yatırımlar yaptı ve özellikle askeri üsler alarak bir bakıma bölgeye yerleşti.
“Orta Asya’daki yeni askeri üslerin o bölgenin daimi bir niteliği olacağını dile getirdim. Tam olarak söylediğim şey, ‘şuna inanıyorum ki bu üsler yirmi yıl içinde bizlere Ramstein Hava Üssü kadar aşina bir hal alacaklardır.’ Ramstein, ABD’nin askeri operasyonları için Almanya’da konuşlandırılmış olan daimi, devasa bir üstür. Eski Sovyetlere bağlı olan Kırgızistan ve Özbekistan’da bulunan yeni üslerimizi Ramstein’la karşılaştırılarak Orta Asya’ya yönelik olarak son dönemdeki hareketlerimizin II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da yaptığımız gibi uzun dönemli güvenlik ihracının sinyalini verdiğini ileri sürüyorum.“(3) ABD, Afganistan’ı işgal ederken eş zamanlı olarak Kırgızistan ve Özbekistan’da kurduğu üslerin stratejik değerini, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da kurmuş olduğu askeri üslerden çok daha önemli gördü. Çünkü bu üslerle bölgenin ekonomik-politik ve askeri olarak denetim altına alınması, aynı zamanda ABD’nin hem enerji yataklarını kontrol etmesini sağlayacaktı hem de bölgesel küresel rakiplerine üstünlük sağlayacaktı. ABD bu politikasını pratikte uyguladı ancak gerçekte başarısız oldu. Böylece ne Ortadoğu’da başarı kazandı ne de Orta Asya’ya el atabildi. 1990’lardan sonra Orta Asya bölgesiyle çok yakın ekonomik, politik ve askeri ilişikler kurmasına rağmen istenilen başarıyı elde edemedi.
Böylece Orta Asya’yı egemenlik altına alarak Rusya’nın bölgesel gücünü tamamen kırma, Çin’i frenleme planı başarısızlıkla sonuçlandı. Bu iki gücü kendi yörüngesine çekemedi ve Orta Asya’da belirgin bir güç kaybına uğradı. Bunu tamamlamak için, Gürcistan ve Azerbaycan kartını kullanarak dolaylı olarak Kafkasya bölgesine müdahalede bulundu, ancak yine beklenen başarıyı gösteremedi.
ABD’nin Avrasya stratejisinin temel unsurları bölgenin önemli enerji yataklarını kontrol etmek, boru hatların geçiş merkezlerini denetim aklına almak ve bölgesel askeri güç dengelerini kendi lehine değiştirmekti. Bunu sağlamak için de, özellikle Orta Asya bölgesinde etkin olan Rusya ve Çin’e karşı ekonomik ve askeri güçlerini dengeleyerek, bunların bölgedeki etkinliğini kırmayı amaçlıyordu. El Kaide gerekçesiyle Afganistan işgalinin başlatılmasından çok önce hazırlanan plan esası olarak Orta Asya üzerinde şekillendi.
Ancak Afganistan’da batağa saplanan ABD’nin genel olarak Avrasya olmak üzere özellikle Orta Asya jeo-politik güç ilişkilerini yeterince hesaplayamadığı, bölge ülkelerinin iç politik dengelerini ve istemlerini hemen hiç dikkate almadığı, Rusya ve Çin gibi bölge ülkelerini küçümseyerek devre dışı bırakmaya çalıştığı için söz konusu politikaları önemli oranda başarısızlıkla sonuçlandı.
ABD’nin Afganistan işgaliyle bölgesel güç ilişkilerini bir bakıma yok sayarak izlediği bölgeye fili olarak yerleşme ve gerektiğinde sert güç kullanımıyla işgal etme tarzında geliştirdiği politika başarısızlıkla sonuçlandığı gibi, Rusya’nın bölgedeki ekonomik-politik ve askeri gücü çok ciddi bir düzeyde arttı. İlgili ülkeler ABD’nin askeri üslerini kapatması konusunda anlaştılar. Buna karşılık Rusya ve Çin bölge ülkeleriyle askeri alanda stratejik öneme sahip anlaşmalar yaptılar. Böylece özellikle Rusya’nın jeo-politik gücü çok önemli oranda arttı. Bu gerçeğin farkında olan ABD, bölgenin stratejik önemini bildiğinden, bölgesel politikalarına yeni bir yön vermek zorunda kaldı. Bu da daha çok Rusya ve Çin ile olan ilişkilerini bölgenin yeniden şekillenen jeo-politik güç dengelerine göre yeniden tanımlanması olarak somutlaşmaktadır.
Avrupa Birliği Orta Asya politikasında zayıf kaldı
Diğer önemli bir güç olan Avrupa Birliği, etkili tek bir dış politika oluşturamadığı için bölgede beklenen etkiyi yaratamadı. Hatta Afganistan, Irak politikalarında aralarında belirgin görüş ayrılıkları oluştu. Ancak AB içerisinde Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya gibi ülkelerin politikaları bölgesel ilişkilerde giderek ön plana çıktı. İngiltere ABD eksenli bir politika izlerken, diğer ülkeler giderek AB eksenli bir Avrasya-Orta Asya politikası oluşturarak bölgesel ilişkilerde daha etkin olmaya yöneldiler. Bu politika esas olarak ABD ile Rusya arasında bir denge politikası olarak şekillendi denebilir. ABD fiziki sınırlar olarak Orta Asya’dan çok uzaktayken, AB tersine komşu sınırdır. ABD ile AB ilişkilerinin boyutu çok farklı olmakla birlikte AB-Rusya ilişkisi çok daha boyutlu ve karmaşıktır. Birbirlerine sınır olmaları, nüfusların iç içe geçmesi, örneğin Özbekistan ve Tacikistan’da Alman nüfusunun varlığı, Ukrayna’nın yüzde 45’inin Rus kökenli olması ve esasen Avrupa’nın doğalgazının nerdeyse yüzde 70’inin Rusya tarafından karşılanması… Bir bakıma karşılıklı ‘zorunlu’ bir bağımlılık söz konusudur. Bu nedenle AB’nin Avrasya-Orta Asya politikası ile ABD’nin politikası birbirinden ayrılmaktadır.
Orta Asya’da gelişen güç Çin
Çin Orta Asya ile yakından ilgilenen ülkelerden biridir. Sı
nır bölgesi olması nedeniyle ekonomik, politik ve askeri olarak önemli ilişkilere sahiptir. 21. yüzyılda Asya’nın gelişen gücü olarak bölge ülkeleriyle sınır olması ilişkiler için çok önemli bir avantaj oluşturmaktadır. Çin, gelişen bir güç olarak sınır komşu ülkeleriyle olan ticari ilişkilerle çok önemli bir etki yaratmış durumdadır. Özellikle Rusya ile yakınlaşan ilişkiler Çin’in bölgesel etkinliğini önemli oranda arttırmaktadır. Yükselen Çin, önümüzdeki 20 yıl içinde dünya’daki enerji kullanımın yüzde 30’undan fazlasını kullanacaktır. Bu bakımdan Orta Asya ile olan ilişkiler Çin için stratejik öneme sahiptir. Çin petrolde özellikle Ortadoğu’ya bağımlıdır. Ortadoğu petrollerini kontrol eden ABD ile Çin arasında bu noktada hassas bir denge oluşmuş durumda. Dahası Çin’in hareket alanını sınırlamaktadır. Çin hem Asya kıtasında hem de uluslararası ilişkilerde küresel lider ülkelerden biri olmak için özellikle enerji sorununu çözmek zorunda olduğunu ve dahası ABD’den kurtulması gerektiğinin bilincindedir. Bu nedenle yaklaşık olarak 4500 km civarında olan Rusya-Çin doğalgaz ve boru hattı projesi Çin’in 2025’li yıllar projesi bakımından oldukça önemlidir. Japonya hem Asya hem de dünya küresel sistemin önemli ülkelerinden biridir. Gelişmiş teknolojisi ve ekonomik gücü ile kapitalist sistemin merkez ülkesidir, ancak Çin gibi önemli oranda Ortadoğu petrollerine ve doğalgaza bağımlıdır. ABD ile olan askeri ve politik bağımlılık ilişkilerinde petrol çok önemli bir yer tutmaktadır. “Öyleyse, Amerika Körfez’deki petrolü korumak için askerlerini gönderdiğinde dökülen şüphesiz ki bizim kanımızdır, ama söz konusu olan bizim petrolümüz müdür? Başka yerlere giden yüzde 80’lik payı görmezden gelirsek bizim için daha mı iyi olur? Tabii ki, petrolün çoğu Asya’daki en büyük ticari ortaklarımıza (Çin, Japonya, Güney Kore, Singapur gibi) gittiğine göre, belki de bunun aslında kimin petrolü olduğunu söylemek konusunda daha seçici olmamalıyız…“(4) Çin’in kurtulmak istediği ana nokta burasıdır. Ortadoğu petrollerine yani bir bakıma ABD’ye olan bağımlılıktan kurtulmak istiyor. Bu onun gücünü çok daha ciddi oranda artıracaktır. Bu nedenle Orta Asya’nın enerji kaynaklarıyla çok yakından ilgilenmesi, Çin’in küresel stratejisi için son derece önemlidir. ABD, Çin’in bu yöneliminin çok açık olarak farkındadır. Bu nedenle ayrıca ele alacağımız gibi, Çin’i küresel düşman görme politikasını terk edip, bölgesel ittifak yapabilecek bir güç olarak değerlendirmekte ve ilişkilerini buna göre yeniden düzenlemektedir.
21. yüzyılın uluslararası dengelerinin değişmesine paralel olarak daha bağımsız bir güç olmak isteyen Japonya, Asya’nın merkezi ile çok yakında ilgilenmektedir. Bölgenin zengin enerji yataklarından yararlanmak için Çin, Rusya ve bölge ülkeleri ile giderek artan düzeyde ilişkilerini geliştiriyor. Özellikle doğalgazın Japonya’ya taşınması için Rusya ile boru hattı üzerine yaptığı görüşmeler ilişkilerin boyutlarını yeniden belirlemektedir. Rusya ve Merkez Asya’dan Çin ve Japonya’ya doğru döşenmesi planlanan ve somut adımları atılan boru hattı bölgenin jeopolitik ilişkilerini önemli oranda değiştirecektir. Japonya, halen güven sorunu yaşadığı Rusya ve Çin ile zorunluluğa dayanan ‘yeni’ bir bağımlılık ilişkisine girerken, Ortadoğu’yla olan ‘zorunlu’ bağımlılıktan kurtulacaktır. Bu aynı zamanda Japonya’nın ABD ve AB ile olan küresel ilişkilerinde daha ‘serbest’ bir döneme girmesini sağlarken, aynı zamanda, Japonya’nın uluslararası politikasında ‘Asyacılık’ nispeten kendisini hissettirebilir.
Orta Asya’nın hâkimi Rusya
Avrasya ve Merkez Asya’nın hem sahibi hem komşusu rolünde olan Rusya’nın bölgesel etkinliği onu en güçlü kılan yanlarından biridir. Orta Asya’nın Sovyetler Birliği sınırları içerisinde olması nedeniyle uluslararası kapitalist güçlerin etki gücü hemen hemen yok gibiydi. Sovyetlerin dağılması bölge ülkelerinin birer ‘bağımsız’ devlet haline gelmeleri yeni kurulan Rusya Federasyonu’nun kendi iç sorunlarıyla uğraşması bu bölgedeki etki gücünü zayıflattı. Rusya hem kendi iç sorunlarıyla uğraşırken hem de bölgedeki etkinliğini yeniden pekiştirmek ve inisiyatifi yeniden ele almak için somut adımlar attı. Rusya’dan kopan 14 devlet ve özerk bölgeler üzerinde Sovyetlerin etkinliği önemli oranda devam ediyor
2001 yılından sonra, Rusya ile ABD arasında yapılan ‘yeni stratejik işbirliği’ iki ülkelerin ilişkilerine yeni bir boyut kazandırdı. ABD bölgeye askeri güç olarak yerleşmek isterken, bu karşılık Çeçenistan konusunda Rusya’ya bir ödül verdi. Putin yönetimi bu kırılgan durumu kendi lehine kullanmak için olağan üstü bir çaba gösterdi ve önemli başarı elde etti. Rusya kendi iç politik dengelerini yeniden kurmak ve istikrarlı bir iç sistem oluşturmak için, ABD’nin Orta Asya’ya girişini kısmen kabul etti. Ancak, kendi arka bahçesi olarak gördüğü bu bölgeleri ABD’ye kaptırmak gibi bir niyeti olmayan Rusya’yı uluslar arası ilişkilerde güçlü kılacak en önemli noktanın Orta Asya’daki etkinliğini korumak ve güçlendirmekten geçtiğini belirtti. Bu nedenle ABD’nin bölgeye askeri olarak konuşlanışını şu sözlerle karşıladı: “misafirler konuk oldukları evde uzun süre kalmanın hiç de nazikâne bir tutum olmadığını anlamalılar.“(5) Dönemin Müsteşarı Kalyuzhny da, şöyle diyordu: “Bir Rus deyişi vardır: Eğer misafir ağırlıyorsanız iki kez sevinirsiniz. Birisi misafir geldiğinde diğeri ise misafir ayrılırken.” “Kırgızistan ve Özbekistan CIS üyesi ülkelerdir ve Rusya ile aralarındaki güvenlik anlaşması ile bağlıdırlar.“(6) “Amerikalılar bin Ladin’i yakalar yakalamaz Merkez Asya’dan çekilmeliler.“(7) Rusya’nın bu yaklaşımı esas olarak, ABD’nin Orta Asya’dan çekilmesi veya politik etki gücünün minimum düzeye indirilmesi olarak tanımlanıyordu.
Putin’in Rusya devlet başkanlığına gelmesinden sonra Rusya ile Orta Asya ülkeleri arasında, çok yönlü ekonomik ve askeri ilişkiler geliştirildi. Çin ve Rusya’yı kuşatma politikası geliştiren ABD’ye karşı iki ülke Şangay İşbirliği Örgütü kapsamında çok yönlü stratejik ilişkiler oluşturdular. Orta Asya ülkelerini kapsayan bu yöneyim, ABD’nin bölgesel gücüne çok önemli bir darbe vurmuş oldu.
Putin’in bu başarılı hamleleri, bölge ülkeleri ile kurulan askeri ilişkilerle gelişti. Örneğin 2002 yılı Aralık ayında, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Kırgızistan’a yapmış olduğu ani ziyaret ile iki ülke arasında ‘askeri güvenlik işbirliği anlaşması’ imzalandı. Böylece Rusya, Kırgızistan’daki askeri gücünü arttırdı ve Su-25 ve Su-27 savaş jetleri ve bombardıman uçaklarını kapsayan hava üssünü güçlendirdi. Gerekli uçaklar ve askerler Kazakistan ile Tacikistan’daki üstlerden buraya nakledilerek ‘bölgede ortak bir anında-mukabele gücü’ kurulması sağlandı. Bu Rusya’nın bölgeye hem ekonomik hem de askeri olarak çok daha ve etkin olarak geri dönüşünü ifade ediyordu. Dönemin Savunma Bakanı Ivanov, yeni askeri üssün amacını, “Saldırı olması halinde… hava kuvvetlerine bağlı birlikler düşman hedeflerini bombalayarak düşmanı saf dışı bırakacaklardır.“(8) Böylece ABD ile Rusya askeri üsleri arasında sadece 35 millik bir zaman bulunmaktadır. Böylesi bir durumun oluşması hiç şüphesiz ki küresel devletler adasındaki ilişkilerin boyutunu ortaya koymaktadır.
Bölgedeki gelişmeler, ABD’nin Orta Asya hamlelerinin önemli oranda başarısızlıkla sonuçlandığını ortaya koyuyor. Bölgesel ilişkilerde Rusya çok önemli bir güçtür. Çin bölgeye ekonomik güc
üyle müdahale ediyor ve önemli bir etki gücü oluşturmuş durumda. Kırgızistan’daki gelişmelerin arka planında Rusya-ABD rekabeti bulunuyor. Bölge coğrafyasında ciddi sorunlar yaşayan ABD’nin Orta Asya’da önemli bir güç kaybetmesi, Rusya’nın ise güç kazanması, politik dengeleri yeniden şekillendirecektir.
Ancak Orta Asya’daki jeopolitik güç mücadelesi, bölgenin tek bir gücün hegemonyasına giremeyecek kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Yani ne ABD ne Rusya ne de Çin’in Orta Asya’da kendi liderliğinde ve kendi stratejik çıkarları doğrultusunda mutlak hâkimiyet kurmaları oldukça zordur. Bölgede üç devletin rekabeti çok taraflı, kapsamlı ve derinden devam etmektedir. Rusya bir adım önde olmakla birlikte ABD, Çin ve Rusya karşılıklı olarak birbirlerini dengelemektedirler.
Dipnotlar:
1. DOKUZLAR Bircan, Dünya Güç Dengesinde, Yeni Silah Doğal Gaz, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006, syf: 56-57.
2. KLEVEMANS Lutz, Yeni Büyük Oyun-Orta Asya’da Kan Ve Petrol, Everest yay., İstanbul, 2004, syf:209-210
3. BARNETT Thomas, Pentagon’un Yol Haritası-1, 1001 Kitap yay., İstanbul, 2005, s.216.
4. BARNETT, age syf:268.
5. age
6. Aktaran KLEVEMANS Lutz, age, syf:215.
7. Age, syf:217
8. New York Times, 7 Aralık 2002, syf:12.
gokyuzu9@aol.com