Kıbrıs, tarihin her döneminde önemini korudu Kıbrıs’ta yapılan seçimler birkaç boyutta önem kazandı. Politik dengeler yerinden oynadı, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinin başlamasına paralel olarak, Kıbrıs sorunu hem Birleşmiş milletlerin hem de AB’nin önemli gündemlerinden biri haline geldi. BM’lerin çözüm önerisi çerçevesinde yapılan referandumda, Türk kesiminde yaklaşık olarak % 67 ile planı kabul ederken, Kıbrıs Rum […]
Kıbrıs, tarihin her döneminde önemini korudu
Kıbrıs’ta yapılan seçimler birkaç boyutta önem kazandı. Politik dengeler yerinden oynadı, Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinin başlamasına paralel olarak, Kıbrıs sorunu hem Birleşmiş milletlerin hem de AB’nin önemli gündemlerinden biri haline geldi. BM’lerin çözüm önerisi çerçevesinde yapılan referandumda, Türk kesiminde yaklaşık olarak % 67 ile planı kabul ederken, Kıbrıs Rum kesiminde ise yaklaşık % 60 ile planı reddetti.
Bu bakımdan Kıbrıs’ın bugünkü önemi, geçmiş tarihsel derinliklerinde gizlidir. Geçmişten beri uluslararası rekabetin merkezinde olan Kıbrıs, yüzlerce yıl stratejik geçiş merkezi olarak kullanıldı. Özellikle Akdeniz havzasının kontrolü bakımından hemen hemen bütün imparatorlukların işgaline uğradı.
Kıbrıs, Anadolu ve Mezopotamya tarihinin bir parçası olup Milat’tan önce 15. yüzyıla kadar uzanır. Ada M.Ö. 15’inci yüzyılda, Hitit egemenliğinde girdi. Hitit egemenliği M.Ö. 1450 yılında Mısır ile yer değiştirdi. Bu tarihten itibaren Kıbrıs’ta M.Ö. 450 yılına kadar Mısırlılar egemen oldular. M.Ö. 1320 yılında Ada tekrar Hitit egemenliği altına girdi. Daha sonra sırası ile Finike, Asur, tekrar Mısır, Persler, Photomeler, Roma imparatorluklar tarafından yüzlerce kez işgal edilmiş bir ada özelliğine sahip.
Ancak belirgin çatışma daha çok Bizanslarla Araplar arasında yaşandı. Bizans imparatorluğu ile Araplar arasında bölgesel hakimiyetin çatışma alanlarından biri olan Kıbrıs, aynı zamanda karşılıklı dengelerin sağlandığı Akdenizin stratejik adası olarak önemli bir rol oynadı. Bir bakıma adaya hakim olan bölgenin askeri gücünü elinde bulundurmada önemli bir avantaja sahip oluyordu. Özellikle denizcilik bakımından merkez üs olarak kullanıldı.
Justinianos, Konstantin olarak tarihe geçen Bizans imparatoru olduğunda önceliği Doğu’nun işgaline verdi. İlk olarak bölge ilişkilerini kontrol etmek için Kıbrıs’a yöneldi. Kıbrıs aynı zamanda İslam dünyası ile Bizanslar arasında bir denge politikası oluşturuyordu. Justinianos, kendisi ile eşzamanlı olarak iktidara gelen Emevi halifesi Abdülmelik ile yeniden anlaştı. Kıbrıs Adası’nın Bizansların denetimine verilmesi için Emevi halifelerine eskisi gibi yılda 1.000 Bizans altını tazminat ve ek olarak atı ve esiri tazminatı verilmesi anlaşmasını yaptı. Ayrıca Kıbrıs Adası’ndan alınan vergiler eşit olarak, her iki taraf arasında bölüşülecekti. Bunu başarmak için de Kıbrıs Adası askerden arındırılacak ve iki tarafın da atadığı valilerce bir biçimiyle özerk olabilecek biçimde ‘Bizans-Emevi kondominiyomu’ olarak yönetilecekti. Ancak Anadolu ve Mezopotamya’ya hakim olma mücadelesi nedeniyle yapılan anlaşmaların hiç biri kalıcı olma şansına sahip olmadı. Kıbrıs, Arap güçleri tarafından ilhak edilerek 10.yüzyıla kadar kendi denetimlerinde tuttular.
Bizans İmparatoru II. Nikeforus Fokas’ın 964-966 yıllarında Suriye üzerine 40,000 kişilik bir orduyla Kıbrıs adasını yeniden işgal ederek, Bizansların denetimine aldı. Bu dönemden sonra Kıbrıs uzun bir süre Bizans İmparatorluğunun işgalinde kaldı.
15. Yüzyılın sonlarında doğu Akdeniz’e egemen olan Osmanlı İmparatorluğu, siyasi, stratejik, ekonomik ve nispeten dini faktörlerin etkisiyle Kıbrıs’ı işgal etti. Kıbrıs’ın ele geçirilmesi Osmanlıların Doğu Akdeniz başta olmak üzere, Akdeniz havzasının bir bütünü üzerinde hakim bir güç olmasının önünü açacaktı. 1 Temmuz 1570 tarihinde, 50 bin asker ve 80 top taşıyan Osmanli Filosu, Kıbrıs’a çıkarma yaptı. Kıbrıs çetin savaşlardan sonra ancak bir yılda alınabildi. Kıbrıs’ın en kuvvetli kalesi olan Magosa’nın 1 Ağustos 1571’de teslim olmasıyla bütün Ada Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiş oldu. Kıbrıs’ın Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal edilmesi, Akdeniz bölgesinin bütünlüklü olarak ele geçirilmesi sürecinin en önemli halkası haline geldi. Böylece Kıbrıs 1571 yılından 1878 yılına kadar tam 308 yıl Osmanlıların işgalinde kaldı.
Osmanlı İmparatorluğunun gerileme dönemi olarak bilinen tarihsel evrede, daha önce ilhak ettiği topraklarda gücünü hızla kaybetmeye başladı. 1878’de Osmanlı-Rus savaşı sırasında içerisinde düştüğü ekonomik krizi aşmak için Kıbrıs’ı yıllık 92000 altına İngiltere’ye kiraladı. Padişah kira anlaşmasına (Ayestafanos-Yeşilköy) imza atmadan önce (Hukuku Şahaname asla halel gelmemek üzere muahadenameyi tasdik ederim) notunu düşmüş ve sonra imzalamıştı. Yani adanın geçici bir süreliğine Birleşik Krallığı kiralanması anlamına geliyordu.
Fakat Osmanlı İmparatorluğunun sürekli güç kaybetmesi, ekonomik olarak ciddi bir krizle karşı karşıya kalması, İngiltere’nin dünya genelinde yükselen kapitalist bir ülke olarak ekonomik ve askeri alanda çok önemli bir güç haline gelmesiyle ada üzerindeki gücü arttı. İngiltere’nin bölgeye yönelik uygulamaya koyduğu askeri ve ekonomik politikaları bakımından Kıbrıs önemli bir sıçrama tahtası olarak görüldü. İngiltere adaya yerleştiği günden itibaren Kıbrıs’ı bütünlüklü olarak ilhak edebilmek için çok yönlü planlarını uygulamaya koydu. Çünkü ada üzerindeki hukuki varlığı geçiciydi ve politik dengelerin değişmesine bağlı olarak terk etmek zorunda kalabilirdi.
Osmanlı İmparatorluğunun birinci dünya emperyalist savaşında Almanya ile birlikte savaşa girdiğini ilan etmesi ve Almanya’nın yenilmesiyle Osmanlılarında yenik sayılmasını değerlendiren İngiliz emperyalist güçleri, Kıbrıs adasını bütünlüklü olarak ilhak ettiğini ve Osmanlı devletine yıllık ödediği 92 bin altını da vermeyi reddettiğini açıkladı. 20 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’nın 20. maddesi ile Ada hukuken de İngiltere’ye bırakıldı. Böylece İngiltere, Akdeniz havzasında çok önemli stratejik bir merkezi ele geçirerek. burada kurmuş olduğu askeri üstlerle Ortadoğu bölgesindeki etkinliğini arttırdı.
İkinci dünya savaşından sonra, Kıbrıs sorunu uluslararası siyasetin önemli konuları arasında yer almaya devam etti. Farklı etnik kökenlere sahip Kıbrıs halkı tarihin hiç bir döneminde söz hakkına sahip olmadı. Onlar adına hep egemen güçler konuştu ve karar verdi.
Ada İngiltere kolonisi işlevine sahip olmakla birlikte 1960’lardan itibaren özellikle Türk ve Yunan egemen sınıflarının da rekabet alanı haline geldi. Adadaki etnik çatışma süreklik körüklendi. Birleşmiş milletler denetiminde yapılan bir çok görüşme sonuçsuz kaldı. Zürih ve Londra anlaşmalarında Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör ülkeler olarak, Kıbrıs halkı üzerinde fiilen söz hakkına sahip oldular. “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder” maddesi İngiltere, Türkiye ve Yunanistan devletleri tarafından yok sayıldı ve adada etnik iç çatışma çok kapsamlı olarak körüklendi, desteklendi. İlgili devletlerin kontrgerilla güçlerinin bir üst haline getirilen Adada binlerce sıradan insan katledildi.
Türk devleti de ada üzerindeki egemenliğini pekiştirmek için Kıbrıs’ın Kuzey kemsini işgal etti. 23 Temmuz 1974 yılından beri Türk ordu güçleri, uluslararası anlaşmaları yok sayarak adanın bir bölümünü elinde tutarken, 13 Şubat 1975’te kurulan ‘Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’ni, Türkiye’de iktidarı askeri darbe ile ele geçiren generallerin kararıyla, 15 Kasım 1983’de ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ olarak ilan edildi. Uluslarara
sı alanda Türkiye dışında kimsenin tanımadığı yeni oluşumun politik arka planı, esasen Türkiye’ye katılmasını sağlamaktı. Yani işgal sürece tamamlanacaktı. Ancak uluslararası politik güç dengeleri bakımından bunun pek mümkün olmadığı görüldü ve mevcut yapı olduğu gibi devam etti.
Türk devleti, uluslararası ve bölgesel gelişmelerin ortaya çıkardığı ‘yeni’ sonuçlar bakımından Kıbrıs üzerindeki işgali süreklileştirme politikasına sahip olamayacağının farkındadır. ABD’nin dünya kapitalist sistemin lider gücü haline gelmesi ve AB’nin geliştirdiği bölgesel politikalar bakımından mevcut sorunların çözümü konusunda yeni alternatifler ortaya koymaktadırlar.
Brüksel AB yönetim bürokrasisi, Rum tarafını Avrupa Birliğine alarak, Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak görüyor. Bu görüş aynı zamanda ABD tarafından da paylaşılmaktadır. Bu yönelim AB politikaları bakımından önemlidir. Çünkü Kıbrıs stratejik önemini hala korumaktadır. Akdeniz’i bir AB gölü haline getirmek için Kıbrıs önemlidir. Böylelikle, enerji yatakların korunması, taşınması gibi stratejik öneme sahip konularda Kıbrıs önemli bir üs haline gelecektir. Bunun için ABD-AB ittifakı içinde ‘Birleşik Kıbrıs’ projesinin yaşama geçirilmesi için özellikle Türkiye üzerinde ciddi bir baskı oluşturulmaktadır. AB’ne aday Türkiye için Kıbrıs Rum yönetiminin oy kullanma hakkına sahip olması çelişkinin bir başka boyutunu oluşturmaktadır.
Bölgesel politikalarda ciddi sorunlar yaşayan Türkiye’nin belki de en önemli handikabı Kıbrıs sorunudur. Özellikle Türkiye’nin iç politikasında sürekli kullanılan Kıbrıs, dengelerin en hassas konularından biridir.
AB ve ABD yönetiminin İslamcı AKP’yi destekledikleri önemli konulardan biri de Kıbrıs soruna yönelik küresel çözüme dair verdiği güvencelerdir. Ancak bunun çokta kolay olmadı da ortadadır. Mehmet Ali Talat bir önceki seçimlerde Denktaş’a karşı büyük bir farkla kazandı ve Birleşmiş Milletlerin hazırladığı ve kamuoyunda ‘Annan Planı’ olarak plana Türk kökenli Kıbrıslıların önemli bir kesimi ‘evet’ oyuvererek kabul etti. Bu durum, AB sürecine yönelik politikaların etkisini gösterdiği gibi, Türk tarafına yönelik uygulamaya konulan izolasyonun kırılmasının bir aracı olarak görüldü. Ayrıca Kıbrıs kökenli Türklerin, bir bakıma Türkiye’nin bölgedeki varlığı konusunda ciddi kuşkuların oluşması anlamına geldiğini ortaya koyuyor.
Çözüm için başlatılan görüşmelerin tıkanma sürecine girmesi ve somut sonuçların ortaya çıkmamasının tepkisel sonuçları seçimlere yansıdı. Statüko ile değişim arasında gelgitler oynayan ama yüzü daha çok geleneksel statükoya dönmüş olan Derviş Eroğlu, % 50,38’lik gibi, çok küçük bir farklı seçimlerde galip geldi.
Seçim sonuçlarının kısa bir politik özetini yaptığımızda şunları belirtmek mümkün. Kıbrıs’taki seçimler esasen Türkiye’nin iç politik çatışmasının yansımasıdır. Kıbrıs’ta başta ordu olmak üzere geleneksel statükoyu devam ettirmek isteyenlerle, AB politikalarına uyum gösterenlerin bir çatışmasıdır. Bu durum, Türkiye’de klasik Kemalist temsilcilerinin gücünü ortaya koymada bir işaret olarak görülebilinir. Ayrıca, ABD ve AB ile anlaşan AKP hükümeti, Kıbrıs’ta sürecin devam etmesinden yana olduklarını deklare ettiler. Erdoğan ve Davutoğlu’nun açıklamalarında Derviş Eroğlu’na mesaj çok açık olarak verildi.
Eroğlu, statükonun devamında yana olsa da, bu politikasında ısrar etmesi çok zor görünüyor. Birincisi, Türkiye’de hükümet olan AKP, iç politik dengeleri başarıyla sürdürebilmesi için Kıbrıs’taki sürecin bir biçimiyle devam etmesini istiyor. İç politika’da AB ve ABD’nin desteği bakımından Kıbrıs politikasında görüşmelerin kesintisizce devamından yanadır.
İkincisi, Kıbrıs’ta mevcut görüşmelerin devam etmesi ve çözüm sürecine girilmesini isteyenlerin oranı da hemen hemen yüzde 50’ye çok yakın. Eroğlu bunu dikkate almaksızın bir adım atamaz. Üçüncüsü, Kıbrıs’ın kuzeyi hem ekonomik, hem de politik olarak izole edilmiş durumda. Türkiye’nin yardımlarıyla ayakta alan bölgenin bu durumu süreklilikleştirmesi söz konusu değil. Dördüncüsü, 1970’lerden sonra Kıbrıs’a gelenlerin dışında yerli Kıbrıslı olan Türkler içerisinde çok sayıda kişi Rum Pasaportu olarak AB sürecine fiilen dahil olmuş bulunuyorlar. Türk yönetimi de bu gerçeğin farkındadır. En önemlisi de, Kuzey’de ilan edilen ‘Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda hiç bir şekilde kabul görmeyeceği biliniyor. Buna benzer faktörlerin etkisiyle Devriş Eroğlu, iki bir denge politikasına yönelecektir. Bunun başka bir tanımı da ‘çözümsüzlüğün’ devam ettireceğini gösteriyor. Masada olan ama somut çözümlemeler üretmeyen bir sürece girilebilir. Havanın değişmesini etkileyebilecek temel faktör. ABD ve AB’nin ürece daha fazla müdahale ederek, bir bakıma kendi çözümlerini dikte ettirmeleridir Bu yönelim önümüzdeki süreçte daha belirgin olarak ön plana çıkacaktır. Bunu da belirleyen etki, bölgesel pazarlıklar ve karşılıklı beklentilere verilecek yanıtların düzeyidir.
Kıbrıs’ın bütün tarihsel evrimi dikkate alındığında Kıbrıs halkı adına hep başkaları karar vermiş. Çözümsüzlüğün en büyük kaynağı da budur. Kıbrıs’ta işgalci olan bütün güçler adayı terk ettiklerinde, kendi çıkarları için Kıbrıs halklarını birbirine düşman ettirme politikasını bıraktıklarında Kıbrıs’ta sorunların çok kolay çözüleceğini göreceğiz. Çünkü adada yaşayan farklı etnik kökenlere sahip halklar arasında gerçekten bir sorun yoktur. Binlerce yıldır hep işgaller yaşamış ada halkı ezilmiş, yok edilmiş. Uluslararası ve bölgesel küresel güçler ellerini Kıbrıs’ta çektiklerinde, bütün ada halkını kucaklayacak ‘Demokratik Kıbrıs Federasyonu’ çok kısa sürede kurulabilir. Kıbrıs halklarının tarihsel, sosyal, kültürel ve geleneksel yaşam tarzı buna çok uygundur.