Önce Siirt ardından Manisa’da ortaya çıkan çocuk istismarı ve tecavüz olaylarında İslamcı basın suçluyu buldu: Ahlak yoksunluğu Son günlerde ülke gündemi taciz, tecavüz, cinayet haberleriyle sallanıyor. Önce Siirt’te ardında Manisa’da ortaya çıkan, aslında yıllardan beri zaman zaman gazetelerin üçüncü sayfalarında “kısa haberler” olarak yer bulan “çocukların cinsel istismarı”nın nasıl bu denli yaygınlaştığı tartışılıyor. Siirt’te, tüm […]
Önce Siirt ardından Manisa’da ortaya çıkan çocuk istismarı ve tecavüz olaylarında İslamcı basın suçluyu buldu: Ahlak yoksunluğu
Son günlerde ülke gündemi taciz, tecavüz, cinayet haberleriyle sallanıyor. Önce Siirt’te ardında Manisa’da ortaya çıkan, aslında yıllardan beri zaman zaman gazetelerin üçüncü sayfalarında “kısa haberler” olarak yer bulan “çocukların cinsel istismarı”nın nasıl bu denli yaygınlaştığı tartışılıyor.
Siirt’te, tüm Siirt’in haberinin olduğunu öğrendiğimiz, valilikten il milli eğitim müdürlüğüne kadar devletin sessiz kaldığı hatta Pervari Belediye Başkanı’nın son açıklamalarına göre kendine “uzlaştırıcı”, yaşananların üstünü örten bir görev biçtiği olaylar aynı zamanda insanlığın turnusol kağıdı haline de geldi.
Özellikle İslamcı basın ve onun köşe yazarları uzun bir süre Siirt’te yaşananları görmezden gelmeyi tercih etti. (Ahmet Hakan Hürriyet gazetesinde “Tecavüz karşısında muhafazakar sessizliği” başlıklı yazısında İslamcı yazarları eleştirmişti.) Ancak Pervari’de de “benzer” bir vahşetin yaşanması ve olayın üstünün kapatılmasıyla eleştirilerin mülki erkandan başlayarak hükümete uzanması üzerine İslamcılar da konuyu dikkatle incelemeye başladılar.
İslamcı basının kalemlerinin yaşanan olaylar karşısında yaptıkları yorumlar, durdukları noktaya göre değişmekle beraber, ortaklaştıkları temel nokta “ahlaki eğitim” yoksunluğu. Bu konu en gerici haliyle Vakit gazetesi tarafından dile getirilirken İslamcı liberal yazar Fehmi Koru “daha ahlaklı bir toplum arzusunu” vurgulayıp hükümeti gereken düzenlemeleri yapmaya çağırdı.
Vakit suçluyu buldu: 8 yıllık eğitim
Vakit gazetesinde bugün Ali Eyvaz imzasıyla bir haber yayımlandı. Haberin başlığı “Tecavüz vahşetinin babası 28 Şubat”.
Ali Eyvaz’ın haberi şöyle: “Son günlerde meydana gelen olaylar ve toplumda artan rahatsızlıklar, 28 Şubat döneminde temelleri atılan sistemin artık çürüdüğünü de ortaya koydu. Siirt’te meydana gelen cinsel istismar olayları, ‘Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’ (YİBO) gerçeğini bir defa daha gündeme getirdi. Kesintisiz eğitime geçilmesi üzerine köylerdeki çocukların yatılı bölge okullarına çekilerek 8 yıl zorunlu eğitim verilmesi mantığıyla hareket eden dönemin Anasol-D hükümeti, sayıları 60’larda olan YİBO’ları 1998 yılında, kısa süre içinde 180’lere çıkarttı ve bu okulları kırsal bölgelere ve ilçe merkezlerine kadar yaydı. 6-7 yaşında ailelerinden kopartılan çocuklar 15 yaşına kadar aynı binada yarı karma bir biçimde barındırılarak, cinsel ve her türlü istismara açık hale getirildi.”
Haberin devamı Refahyol döneminde Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Sacit Günbey’in bu tezi destekleyen sözleriyle devam ediyor. Günbey “Sovyet modeline” göre inşa edilen binaların çocuk gelişimine uygun olmadığını, “cinsiyetleri dikkate alınmadan insanları aynı yere doldurup yatılı eğitim vermeye” çalışıldığını söylüyor. Günbey devam ediyor: “İnsanlar çocuklarını devlete emanet ediyor, devletin bu emanete iyi bakması lazım. Bakarken de bunun bütün ihtiyaçlarını ve namus ırz, can emniyetini temin ederek barındırması gerekiyor. Biz bunlarla mücadele ettik Ama maalesef o zamanlar birtakım insanlar bizi yobazlıkla itham ettiler. Şimdi haklı olduğumuz ortaya çıkıyor.”
İslamcıların cinsiyet duyarlılığı
Aynı dil, ancak farklı bir konu hakkında yazan Ali Bulaç’ın “pozitif ayrımcılık” yazısında da var. Yazıdan bir bölümü yorumsuz verelim: “Varlık yapıları itibarıyla erkek ve kadınları eşitleştirmeye kalkışmak, varlığın asli ve ahlaki düzenine aykırı bir girişimdir. Söz konusu eşitleştirmeyi hayata geçirmiş bulunan Batılı toplumlar, yavaş yavaş bunun acı sonuçlarını üç alanda tatmaya başlamaktadırlar: 1) Erkek ve kadın arasındaki “merhamet ve şefkat”in kalkmasıyla yok olan “sevgi ve aşk”; 2) Birer eşit özne olarak toplumsal hayata çıkan kadının evle ve annelikle ilişkisinin kesilmesiyle nüfusta meydana gelen gerileme; 3) Bunun sonucunda eşcinselliğin yaygınlaşıp toplumsal hayat alanlarının eşcinsellerin eline geçmeye başlaması. Bundan erkek yanında, asıl büyük zararı kadın görmektedir.” Yazının tamamını dileyen http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=978017 adresinden okuyabilir.
Fehmi Koru’dan ince hareketler
Fehmi Koru da Siirt’teki vahşeti köşesine taşımış. Yazdıklarına tepki gösterilmesinden çekinmesinden midir bilinmez ancak yazısının ilk bölümü makul denebilecek ölçülerde. Koru yazısının ilk bölümün tüm suçluların, olaydaki sorumluların teşhir edilmesi, cezalandırılması gerektiğini söylemekte ve Başbakan’a da inceden eleştiri yöneltmekte.
Yapılması gerekenin medyaya yüklenmek değil gerekeni yapmak olduğunu söyleyen Koru sorunun özüne iniyor yani gerekenin ne olduğunu anlatma başlıyor: “Toplumsal olaylarda yanlışlığın hiç kuşkusuz tek bir sebebi yoktur; ancak ‘medya’nın da kendi suçluluğunu küçümsemeye kalkışması yakışık almıyor. Daha çocuk denecek yaştaki kızlarla oğlanları anlamsız yarışmalarda karşı karşıya getirmekle başlayan ve ‘bizden hayatlar’ diye sunulan yerli dizilerin çoğunda yeni yetişenlerin aklına sürekli yatak ilişkisini sokmaya yarayan diyalogları doğalmış gibi sunan ‘medya’ değil mi?”(…) Aile boyu izlenen saatlerde televizyon örnek hayatlara mı yer veriyor, yoksa hiçbir ölçü tanımayan hayat tarzlarını ‘doğal’ bir şey imiş gibi mi sergiliyor?”
Koru daha sonra sorunun “özüne” işaret ediyor: “Görüntü olarak alınan yanlışlıkların doğrusunu öğreten bir eğitim sistemimiz olsa neyse, o sistem aşırılıklara düşülmesini ne yapar eder engellerdi; oysa ‘ahlâk’ eksenli bir eğitim düzenine de ters bakılan bir ülke burası.”
İslamcıların her trajedinin kökenini ideolojik olarak kendini haklı çıkaracak bir nedene bağlama alışkanlıkları sürüyor.
Sendika.Org