Erdoğan hükümetleri, 2004 yılında bir kararname, 2010 yılında da bu kararnameye dayanak yaparak Bakanlar Kurulu kararı çıkarıyorlar… Elbette Cumhurbaşkanı, Başbakan, tüm bakanların imzasını taşıyan bu kararname ve kararla, “Biz anayasal hukuk düzeninin öngördüğü, kamuda çalıştırmaya yönelik, işçi-memur çalıştırmaya ilişkin yürürlükteki yasaları tanımıyoruz, iktidar gücü olarak bu yasaların çalışanlara tanıdığı hakları kısıtlayan, kazanılmış haklarını gasp eden […]
Erdoğan hükümetleri, 2004 yılında bir kararname, 2010 yılında da bu kararnameye dayanak yaparak Bakanlar Kurulu kararı çıkarıyorlar… Elbette Cumhurbaşkanı, Başbakan, tüm bakanların imzasını taşıyan bu kararname ve kararla, “Biz anayasal hukuk düzeninin öngördüğü, kamuda çalıştırmaya yönelik, işçi-memur çalıştırmaya ilişkin yürürlükteki yasaları tanımıyoruz, iktidar gücü olarak bu yasaların çalışanlara tanıdığı hakları kısıtlayan, kazanılmış haklarını gasp eden hükümlerle, özel statüde geçici ama yasaya karşı hile (hülle) yoluyla sürekli, angaryayı da kapsayacak koşullarda… özel yarattığımız bir statüde; 4/C kapsamında işçi çalıştıracağız” diyorlar..
Çalışanların insan hakları, sendikal haklar, hukuk devleti düzeni vız gelir. Seçmen, Meclis çoğunluğuyla, kendilerini mutlak, padişah yetkileri ile donatılmış görmekte olan AKP iktidarının “ben istedim, yaptım oldu” dediği 4/C düzeninde, kaderleri padişahlarının iki dudağında işçi çalıştırma, demokratik, mutlak kabul edilecek, karşı duranların katli vacip olacaktır. 4/C düzeninde çalıştırma, özünde hak hukukla yüzde yüz çelişse de, Erdoğan hükümetleri düzeninde geçerli anayasal düzen niteliği kazanacaktır…
İktidarın sorumlularının gerçek bir sorumsuzluk örneği imzaları olan 2004 yılı kararnamesi, 2010 yılı Bakanlar Kurulu kararı, özelleştirilmiş işletmeler birilerine daha kârlı, daha ucuza teslim edilsin diye açıkta bırakılan işçilerinin zorunlu sorumluluk olarak üstlenilmiş kamuda çalıştırılmalarında, bir yılın içinde 10-11 aylık çalışma hakkını öngörüyormuş. Gelecek yıla yeni kararname ya da karar çıkmazsa sadece 8 bin TEKEL işçisi değil, başka özelleştirilmiş işyerlerinden de birikmiş 36 bin üstü işçi sokakta, açıkta kalırmış… TEKEL işçileri işte sadece bu önemli açık, güvencesizlik nedeniyle dünyada örneği yaşanmamış bir güçlü pasif direnişi gerçekleştirmişlermiş…
***
TEKELişçileri başbakan Erdoğan’ın hepimizin sık sık kameralar karşısında duyduğumuz, verdiği sözün yalan, havada kalmaması koşuluyla; Bakanlar Kurulu kararı, 4/C’de yeri olmayan sürekli iş sözünün yasal karşılığı verildiği anda, direnmekten vazgeçip koşa koşa işbaşı yapacaklarmış… Ücretlerinin düşürülmesine, kazanılmış özlük haklarının alınmasına bile razı olmuşlar… Kulaklar böylesine haklı, masum ölçeklerde hak arayan işçinin direniş gerekçesine tıkalı; padişah buyruğu içerikli, AKP iktidarının 4/C yasası dayatmasından bir adım geriye çekilme yok..
Dünyanın yaşanmış en pasif işçi direnişi ile sonuç almakta kararlı TEKEL işçileri, Ankara ayazının en soğuk günlerine, ölümüne açıkta, sokakta oturarak aylarca dayandıktan sonra, bir tek yargının 4/C’nin zorunlu hükümet kararındaki yürürlük, işe başvuru süre sınırını uzatmasını gerekçe yaparak kendi iradeleri ile evlerine geri döndüler. Hükümete yasadışı hülle yolu ile sözlü verilmiş sözün, yasal güvenceye dönüştürülmesi için zaman, şans verdiler. 1 Nisan’da yeniden Ankara’ya. Türk-İş önüne geliş kararları bu iyi niyet jestinin anımsatılmasıydı. Yani hükümet mart ayı içinde sorunu çözmemişse, 1 Nisan’da Ankara’ya gelinerek “Bizi unutmayın, sorunumuz çözün” denilecek, tekrar zaman tanımaya yönelik evlere dönülecekti…
Erdoğan hükümeti tınmadı; keyfi, hukuk düzenini ayaklar altına alan 4/C düzeninden geri dönülmemek için direnilecek, TEKEL işçilerinin direnişi kırılacaktı. Eski fabrikalarının bulunduğu illerde, evleri tek tek dolaşılarak, bir bir aileleri ile birlikte işsiz kalmakla, kara listelere alınmakla tehdit edilmelerle yetinilmeyecekti. Ankara’da konfederasyonlarını ziyaret içeriğinde bile olsa toplanmaları, toplu gösteri, eylemleri engellenecekti.
Kaka şaka gibi, anayasa taslağında, AB normlarına uyma zorunluluğu, en çok da işlevsel sonucu olmadan şık makyaj, cila yapma adına, 12 Eylül’ün genel grev, siyasi, dayanışma grev yasaklarının kaldırılması öngörülmüşken… TEKEL işçilerinin konfederasyonları Türk-lş’in önüne gelip açıklama yapmaları gibi masum bir eylem, direniş valilik kararı ile yasaklandı. Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nın amacının dışında kullanılmasının sözünü bile etmeyeceğim, genel grev, siyasal grev, dayanışma grevi haklarını tanıma şovundaki bir siyasi çoğunluk iktidarı, TEKEL işçilerinin Türk-iş önüne gelmemeleri adına, nasıl böylesine ağır bir polisiye terör uygulamasına izin verebilir?
Ankara sokaklarında iki günlük bir kovalamacanın, 7 bin polisin estirdiği terörün üstüne, dün gözlerimizle gördüğümüz, karşılık vermeyen işçilere uygulanan ağır şiddet, gaz bombaları, basınçlı su, coplarla dağıtma operasyonu uygulaması… iki gündür gazetecilik görevleri engellenen gazetecilerin de hedef olduğu ağır şiddetin gerekçesi ise olup biteni kamuoyunun görmemesini sağlamak. Halkın bilgi edinme, gerçekleri öğrenme hakkının gasp edilmesi hoyratlığı, TEKEL işçilerine uygulanan i terör suçu üstüne tuz biber…