Geçmişten günümüze değin, iktidar olsun ya da olmasın, ülkeyi yönetmeye aday olanlar, insanlara çeşitli vaatler sunarlar. Demokrasi, hak, hukuk ve hatta özgürlük adına bir yığın ideal hedefler, bu vaatlerin genel özellikleri olarak aktarılır. İç ve dış tehditlere karşı en çok verilen mesajlar da birlik ve dayanışma mesajlarıdır. Her türlü bütünlük, birlik ve dayanışma iktidara talip […]
Geçmişten günümüze değin, iktidar olsun ya da olmasın, ülkeyi yönetmeye aday olanlar, insanlara çeşitli vaatler sunarlar. Demokrasi, hak, hukuk ve hatta özgürlük adına bir yığın ideal hedefler, bu vaatlerin genel özellikleri olarak aktarılır. İç ve dış tehditlere karşı en çok verilen mesajlar da birlik ve dayanışma mesajlarıdır. Her türlü bütünlük, birlik ve dayanışma iktidara talip olanlar için önemlidir. Bir tek ‘birlik’ten korkar bu insancıklar! O da işçilerin birliği!…
” İşçilerin birliğinden korkarlar ” cümlesi basit bir sataşma cümlesi olarak anlaşılmasın. Zira derin anlamlar vardır ‘işçilerin birliği’ ifadesinde. Çünkü başlı başına tarihi bir süreci anlatır. Kapitalizm ve emperyalizmin rüyalarının kabusudur bu ‘birlik’. Nice insanı yok etmiştir bu sömürü düzeni. Sırf kendini yaşatmak için. Üstelik zayıfın üstüne binip, direneni öldürerek. Amacım duygusal davranmak değil. Vurgulamak istediğim kapitalist sistemle işçi sınıfının arasındaki tarihsel mücadeledir.
1 Mayıs’a yaklaştığımız ve ardımızda bırakacağımız şu günlerde bilinç olarak yüksek bir düzeye ulaşmış emek hareketi, tarihsel gelişim süreci içinde özellikle kararlı ve dirençli olduğu dönemlerde kapitalizmin ve onun siyasi uzantıları ya da savunucuları olan global sermaye egemenlerini tehdit eden bir hareket olmuştur. 18. yüzyılın sonları ve 19. Yüzyılın başlarında başta Avrupa olmak üzere Amerika’da gelişmeye başlayan kapitalist süreçte işçiler çok ağır şartlarda ve 15-16 saate varan uzun sürelerde çalıştırılıyordu. İş kazası yapanlar işten atılıyordu, eziliyordu. İnsan gücünün yerini alan makineler tam olarak üretilmeden kadın – erkek, çoluk-çocuk ayırımı gözetilmeksizin ucuz insan gücünden yararlanılıyordu. Zamanla insanın yerini makine ve fabrikaların almasıyla işçi hareketi de bilinçlenme sürecine girmişti. Dernekler ve bazı birleşmeler aracılığıyla işçi, fabrikalarda belli bir sınıf oluşturmaya ve kendi haklarının peşine düşmeye başlamıştı. 1810-1812 yıllarında İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde işçiler, açlığın ve ezilmişliğin sorumlusu olarak makineleri görseler de kısa zamanda işçi sınıfının önündeki gerçek tehlikenin kapitalizm olduğunun idrakine varmıştı. Nitekim bugünkü sendikal hareketin gelişme koşulları kendi emeği ile geçinenlerin kapitalizmin gelişmesine koşut olarak ortaya koyduğu tarihsel örgütlenme çabalarıyla oluşmuştur.
Dünyada kapitalizmin ilk ve en hızlı geliştiği ülke İngiltere’de 18. Yüzyılda ilk emekçi örgütlenmeleri başladı. Dayanışma dernekleri ve yardımlaşma sandıkları gibi ilk örgütlenmelerle dayanışma bilinci gelişen işçi sınıfına karşı kapitalist sistem önlem alma yoluna gitti. Kapitalistlerin siyasi iktidarları işçilerin örgütlenmelerini önlemek için yasalar çıkardılar. İngiltere ve Fransa’nın örnek olduğu bu yasalara karşı işçiler uzun yıllar boyu mücadele edip bir kısmının kaldırılmasını sağlayabildiler. 1824 yılında İngiltere’de,1884 yılında da Fransa’da sendikalar yasal olarak tanındı. Fakat gelişen sanayi ile yaygınlaşan makineleşme, Amerika ve Avrupa’da işsiz kitlenin daha da büyümesine yol açıyordu. Buna dışarıdan gelen göçmen işçiler de eklenince ekonomik kriz yaşayan başta Amerika olmak üzere bazı ülkelerde ucuz ve değersiz işçi gücü yaratılmaya çalışıldı. Özellikle göçmen işçiler bu halka da önem taşıyordu. Nitekim Amerika’nın politik davalarından biri, iki İtalyan göçmenle ilgili olan davaydı. Sacco ve Vanzetti. Bu iki isim o dönemde Amerika’da İtalyan, göçmen ve anarşistlere olan nefretin kurbanıydılar. Nicola Sacco ayakkabıcı; Bartelomeo Vanzetti balıkçıydı. İkisi de yolları kesişen ve Amerika’ya giden iki İtalyan göçmen. Özgürlükler ülkesi Amerika’ya çalışmak için gelip yerleşik yaşama geçmek istemektedirler. Fakat aynı zamanda politik yürüyüşler ve işçi grevlerinde de ön saflarda bulunmaktadırlar. Hatta birikimleri sayesinde bu eylemleri de organize etmektedirler ve işçileri bilinçlendirmektedirler. Bu süreçte bir şekilde o dönemde Amerika ‘da gerçekleşen ölümlü bir gasp olayıyla suçsuz bir şekilde ilişkilendirilirler. İtalyan göçmeni olmaları, çok iyi derecede İngilizce bilmiyor olmaları ve daha da önemlisi işçi eylemleriyle ilgili bildiri hazırlayıp dağıtmaları suçlanmaları için yeterli delil olacaktır. Soruşturma süreci idama kadar gider. Sacco ve Vanzetti, burjuva hukukunun ve yargısının nasıl sınıf çıkarları doğrultusunda kullanıldığının tarihi bir örneğidir.İşçi önderleriydi onlar.ABD’deki komünist avı döneminde bir komplo sonucu tutuklandılar ve burjuva hukukunun komploya uygun olarak verdiği kararla 23 Ağustos 1927’ de idam edildiler. İki İtalyan göçmen, o dönem 1.Dünya Savaşı sonrası ekonomik kriz yaşayan kapitalistlerin gelişen işçi hareketine saldırısına tipik bir örnektir.
Bir başka olay da Fransa’da gerçekleşmiştir. 1847 yılında ekonomik bunalımın Fransa’yı karıştırması üzerine 1848’de halk ayaklandı. Kralın tahtı yakıldı ve cumhuriyet ilan edildi. Devlet yönetimini ele alan kapitalistler çalışma hakkını kabul ederken işçi sınıfının sosyal cumhuriyet gibi istemlerini reddediyorlardı. İşçi sınıfının bu taleplerinin reddedilmesi kapitalist sınıf ile işçi sınıfını keskin hatlarda karşı karşıya getiriyordu. İşçiler Haziran 1848’de ayaklandı (Paris Komünü). Binlerce işçinin bu direnişini düzenli ordu bastırmaya çalışırken onların ölümlerine de sebep olmuştu. İzleyen yıllarda Almanya, İngiltere ve Fransa’da artan işçi eylemleri sınıf bilincini daha da yukarıya taşıyordu. İşçi sınıfının yükselen bilinci ve direnişi sadece ekonomik iyileştirmelerle sınırlı kalmıyor siyasal amaçlara doğru ilerleme kaydediyordu. 28 Eylül 1864 tarihinde değişik ülkelerden yükselen emek hareketinin katkılarıyla Londra’da “Uluslar arası İşçi Derneği- l. Enternasyonal” kuruldu. Emeğin bu birleşiminden dünya işçilerine bir slogan oluştu:
“Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!”
l. Enternasyonal’de genel olarak iş günü saatleri ve düşürülen ücretlerle ilgili haksızlıklar görüşülerek bu konularla ilgili yeni kazanımlar belirlendi. Amaç sistem karşısında pes etmemekti. Fakat kapitalist sistem haksız uygulamalarına yenilerini ekliyordu. Sadece Avrupa’da değil Amerika’da da işçiler aynı zulmün elindeydiler. Tam bir sınıf çatışması yaşanıyordu artık. İşçilerin her direnişi kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılıyordu. Amerika’da iç savaş sonrası ekonomi büyük sorunlar içine girmişti. Kapitalistler bu sorunlarından kurtulmak için ucuz işgücü kullanmaya çalışıyordu ve 1874 yılında dört eyalette birden ücretlerin düşürülmesine karar verdiler. İşçiler bu karara karşı direndi. 13 Ocak 1874 günü düzenledikleri kitlesel bir toplantı polis tarafından bastırıldı. Pek çok işçi yaralandı ve tutuklandı. Kısa bir süre sonra Pensilvanya’da kömür işçileri de harekete geçti. Direniş kanlı biçimde kırıldı, 10 işçi lideri asıldı, 14’ü zindanlara atıldı.
Bu arada Amerikan işçi sınıfının kanı pahasına sürdürdüğü direniş sürerken kapitalistlerin baskısı da yoğunlaşıyordu.
1877 yılında bütün baskılara rağmen 8 saatlik işgünü isteyen ve ücretlerinin düşürülmesini protesto eden işçiler eylemlerini doruğa ulaştırdı. Bu eylemlerde demiryolu işçileri 12 ölü verdi. 1877 direnişi de kanlı biçimde sona erdi. Ama işçi sınıfı örgütlenmesini sürdürdü.
1 Mayıs 1886 günü Amerikan işçileri genel greve çıktı. 80 bin işçi sekiz saatlik işgünü için direnişe
geçti. 3 Mayıs’ta Şikago’da direnişçi işçilerin üzerine ateş açıldı. Yüzlerce işçi çoluk çocuk demeden vuruldu, hapse atıldı. Olayı protesto eden işçiler ertesi gün alanlardaydı. Kalabalık dağılırken bir kışkırtıcının attığı bomba ortalığı karıştırdı. Aynı anda polisler silahlarını ateşledi: Canlı ne varsa, kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve gençlere…
Olaylar sonunda Parsons, Spies, Fischer ve Engel isimli dört işçi önderi idam edildi.
Mücadele yıllar boyu devam etti. 1888 Aralığında toplanan Amerikan İşçi Federasyonu sekiz saatlik işgünü elde edilinceye kadar her yıl 1 Mayıs’ta kitle gösterileri yapmaya karar aldı. Fransız ve Belçika işçi federasyonları da Amerika’daki bu gelişmelere paralel olarak aynı kararlara birbirinden bağımsız şekilde imza atıyorlardı.
14-21 Temmuz 1889’da Paris Kongresi ile kuruluşu gerçekleştirilen ll. Enternasyonal, ilk olarak Avusturyalı işçiler tarafından dile getirilen, 1 Mayıs’ı işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışma günü ilan etti. 1890 yılından sonra 1 Mayıslar bütün ülkelerde uluslararası işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Birçok ülkede 1 Mayıs tatil günü olarak kabul edildi. 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kuruluş kongresinde 8 saatlik işgünü karara bağlandı.
Ülkemizde de 1 Mayıs’ı adına yaraşır şekilde kutlama hazırlıkları var. Ancak Türkiye’deki 1 Mayıslar tarihi de dünya üzerinde yaşanan kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasındaki mücadelelere sahne oldu. Ne yazık ki Avrupalı ülkeler ve Amerika gibi kapitalistleşme sürecini tamamlamış ülkelerin işçi sınıfının mücadelesine saldırısı ülkemiz içinde de kapitalist siyasi iktidarlarca benimsenmiş ve geçmiş dönemlerde meydanlardan yükselen emek hareketine silahlı saldırı yapılmıştır. Bunlardan en acısı unutulmaz yıl 1 Mayıs 1977’de Taksim’de yaşanmıştır. Türkiye’de de o zamanlar dalga dalga yükselen işçi sınıfının sesi siyasi iktidarlarımızca dünya egemenlerinin yönlendirmeleriyle susturulmaya çalışılmıştır. Emek hareketinin zirve noktasını yaşadığı 1977 yılında DİSK’in önderliğinde işçi hareketi organize edilerek 500 bin dolayında işçinin Taksim Meydanı’na gelmesi sağlanmış, işçi talepleri bayram havası içinde dillendirilmeye çalışılmıştır. DİSK Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasının ilerleyen saatlerinde “bu meydan 1 Mayıs meydanı olsun mu?” cümlesi kapitalist sistemin tetikçilerini harekete geçirmişti. Dünyada yaşandığı gibi işçi sınıfının üzerine ateş açma geleneği 1 Mayıs 1977 günü de yaşanmış onlarca işçi ezilerek ve vurularak öldürülmüştü. Yüzü aşkın yaralının olduğu tespit edilebilen kayıplardandı. Sular İdaresi binasından ve Interkontinal Oteli’nin çatısından açılan yaylım ateşiyle emek hareketi bastırılmaya çalışılmıştı. O dönem hükümeti olayın sorumlularının peşine düşmeyi bırakmış panzerlerini kalabalık yığınların üzerine sürmüştü. Sonuç; 33 yıl süren yasak. Her yıl bir yığın başka gösterilerin yapıldığı Taksim Meydanı işçilere kapanmıştı. O dönem gerçekleştirilen saldırılar, dönemin iktidarlarınca komik bir şekilde halka anlatılmış, olayın kendi aralarında çatışma içinde olan sol çevrelerce çıkartıldığı, komünistlerin siyasi hesaplaşması şeklinde lanse edilmişti. Basın da bu siyasi manevralara alet olmuştu. 1 Mayıs ertesinde çıkan gazetelerin başlıkları şöyle diyordu:
Hürriyet: Mayıs katliamı: 34 ölü,
Milliyet: Taksim’de kanlı miting:34 ölü, yüzlerce yaralı
Günaydın: Mao’cu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı, 39 ölü,
Cumhuriyet: 1 Mayıs kanlı bitti! 33 ölü
Politika: 1 Mayıs töreni saldırıya uğradı; 35 kişi öldü, yüzlerce yaralı var,
Tercüman: Mao’cular DİSK’in İstanbul’da yaptığı mitingi bastılar, 34 ölü var,
Son Havadis: Taksim savaş alanı gibiydi, kızıllar kudurdu,
Hergün: Solcular 40 kişiyi katletti,
Bayrak: Taksim’de 38 ölü,
Yeni Asya: DİSK mitinginde komünistler birbirini yedi, 40 ölü-
Taksim’de savaş…
Geçmişte yaşanan bu olumsuzluklara rağmen, katliam ve kırımlara rağmen, emekçilerin ısrarlı 1 Mayıs talebi ve direnişi bu yılki 1 Mayıs’ı daha anlamlı hale getirmiştir. Bu 1 Mayıs’taki birlik ve mücadele azmi hepimize bir ivme ve hız katacaktır.
2010 yılı içerisinde Tekel işçilerinin de kitlesel mücadele yarattığı bir ortamda Emek hareketi son derece sağduyulu olmalıdır. Dürüst yapılı gerçek sendikal hareketin de desteklediği işçi sınıfının uluslararası normlardaki talepleri 1 Mayıs günü Taksim Meydanı’nda dile getirilmeli ve daha güçlü birleşmelerin temeli atılmalı. İşçi sınıfının bilinci ve sendikalar aracılığıyla kapitalist sistem egemenliğindeki toplumun kurtuluşu kapitalist sistemin siyasi iktidarlarına karşı emeğin gücünü ortaya koymakla mümkündür. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaklaşan 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı dahil tüm bölgelerde sınıfın şanına uygun kutlanmasını diliyorum. 1 Mayıs gününün Kapitalizm karşısında emeğin hareketini ve direnişin artırılması önemlidir..Sendikal hareket ve örgütlülük bilinci toplumsal kurtuluşun nasıl gerçekleşeceğini ve bu yolda nasıl bir sorumluluk aldığını iyi bilmeli ve eylemini ona göre gerçekleştirmelidir. Bu düşüncelerle 1 Mayıs’ ta örgütlü işçi sınıfı alanlarda yerlerini en dirençli biçimiyle alacaktır.1 Mayıs Türkiye halkına kutlu olsun.
Yaşasın dünya işçilerinin birlik çağrısı! Yaşasın 1 Mayıslar!