“İletişim Hakkı” kavramı, kapitalist toplumsal yapının bir kolektif etkinlik olan iletişimi hak olmaktan çıkaran eşitsiz, anti-demokratik ve sermaye odaklı yapısı etrafında doğası itibariyle eleştirel bir perspektifle şekillenmelidir 1980 sonrası kapitalizmin girdiği yeni evrede iletişim ve iletişim teknolojileri kaçınılmaz bir merkezilik edinmiştir. Yeni dönemin sermaye birikimi ve buna bağlı olarak biçimlenen toplumsal yapıda iletişim, sunduğu imkanlarla […]
“İletişim Hakkı” kavramı, kapitalist toplumsal yapının bir kolektif etkinlik olan iletişimi hak olmaktan çıkaran eşitsiz, anti-demokratik ve sermaye odaklı yapısı etrafında doğası itibariyle eleştirel bir perspektifle şekillenmelidir
1980 sonrası kapitalizmin girdiği yeni evrede iletişim ve iletişim teknolojileri kaçınılmaz bir merkezilik edinmiştir. Yeni dönemin sermaye birikimi ve buna bağlı olarak biçimlenen toplumsal yapıda iletişim, sunduğu imkanlarla bu yeni birikim dönemini hem mümkün kılmış hem de bu dönemle birlikte giderek daha da gelişip genişlemiştir.
Sermaye birikim tarzı ile iletişim ve iletişim teknolojileri arsında birbirlerini içeren bu bağımlı karşılıklı ilişki; iletişimin günümüz toplumlarında edindiği merkezi konumu açıklamasının yanında, ‘araçları-biçimleri-içerikleri-yapısı-teknolojisi ile bir bütün olarak iletişim olgusunun’ ve ‘toplumsal olarak iletişimle kurulan ilişkinin’ neden sermayenin birincil ilgi alanına girdiğini de açıklamaktadır.
Doğası itibariyle kolektif ve anonim bir yapısı olan iletişimin, sermaye tarafından bu kadar kuşatılmış ve hatta (tüm yapı, araç ve ilişkileriyle birlikte) yeniden belirlenmiş olması, onu kaçınılmaz olarak toplumsal mücadelenin içerisine oturtmakta ve yine bir toplumsal-insani yaşam unsuru olarak iletişimin bir hak olarak tanımlanıp talep edilmesini gündeme getirmektedir.
Bu temel kavrayış üzerinde ortaya çıkan “İletişim Hakkı” kavramı, kapitalist toplumsal yapının bir kolektif etkinlik olan iletişimi hak olmaktan çıkaran eşitsiz, anti-demokratik ve sermaye odaklı yapısı etrafında doğası itibariyle eleştirel bir perspektifle şekillenmektedir, şekillenmelidir.
“İletişim hakkı” kavramı en çok, toplumsal denetim uğruna verilen gündelik ve toplumsal mücadeleler ile “ticari olmayan toplumsal bilginin üretimi” için verilen alan kazanma savaşı içinde anlamlı hale gelmektedir. Bu mücadele süreci içerisinde, yeni dönemi anlamlandırmak ve tartışma zeminini ‘tanzim etmek’ üzere kullanılan ve günümüzün başat anlam çerçevelerinden birini oluşturan temel bir kavramsallaştırma karşımıza çıkmaktadır.
Enformasyon toplumu…
Küreselleşen kapitalizmde enformasyonun niceliğinin ve hızının artmasına yol açan araçlarla birlikte iletişimin altyapısını, içeriğini ve bilme süreçlerini kökten değiştiren yeni bir paradigmadan söz etmek mümkündür. Ana akım iletişim kuramcıları bu yeni durumu “enformasyom toplumu” kavramıyla kutsamaktadırlar.
Enformasyon toplumu kavramının öncü kullanımının 1960’ların sonunda Japonya’da gerçekleştiği kabul edilmektedir (Geray, 2003:120). Enformasyon toplumu yaklaşımına göre; dünyada yaşanan değişimin belirleyici ana unsuru, iletişim teknolojilerinde yaşanan ve buna bağlı olarak diğer toplumsal ilişkileri de etkileyen bir ‘teknolojik’ sıçramadır. Burada dikkat çekici olan, gelişen iletişim teknolojileri ve yeni araçlara paralel olarak toplumsal sistemde “enformasyon”a verilen merkezi roldür; tüm toplumsal alanlar üzerinde enformasyon ve enformasyon araçlarının ‘belirleyici’ bir etkisi olduğu kabul edilmektedir.
Buna göre, sanayi devrimi çağı kapanmış, bilginin ve bilgi teknolojilerinin, toplumsal üretim ilişkilerinde merkezi rol oynadığı yeni bir toplumsal dönem başlamıştır. Alvin Toffler bu dönemi, tarım ve sanayi döneminden sonra, insanlık tarihini etkileyen “üçüncü büyük dalga” olarak görmektedir. Toffler, birinci dalga toplumunda yüzyüze iletişimin, ikinci dalga toplumunda kitle iletişiminin, üçüncü dalga toplumunda (enformasyon toplumu) ise küresel düzeyde bilişim teknolojilerinin belirleyici olduğunu savunmaktadır.
Buradan yola çıkarak enformasyon toplumu; “sosyoekonomik faaliyetlerin giderek etkileşimli sayısal iletişim ağlarının kullanımıyla gerçekleştirilmesi ve bu amaçla kullanılmak üzere her türlü teknolojinin üretilmesi” (TÜBİTAK, 2002) olarak tanımlanabilmektedir.
“Enformasyon toplumu” yaklaşımıyla birlikte, yeni enformasyon ve iletişim araçları, küreselleşen kapitalizmin yalnız teknik anlamda değil, sosyal ve politik olarak da en önemli dayanak noktalarından birini oluşturmaktadır. Artan rekabete dayalı, giderek “esnekleşen” bir ekonomik düzende mal ve hizmetlerin tüketicilere pazarlanmasında, onların isteklerine göre yeniden üretilmesinde, rakiplerle fark yaratabilmede en önemli araç haline gelen enformasyon (Şener, 2006:4) ve iletişim teknolojileri kapitalizm için vazgeçilmez hale geldikçe, bunun toplumsal gelişimin temelinde yatan esas dinamik olarak sunulması, tüm toplumsal ilişkiler ağının bu merkezden hareketle tanımlanması ve bu yönde yeni bir paradigmanın inşa edilmeye çalışılması da şaşırtıcı olmamalıdır.
…ya da iletişimin endüstrileşmesi
Bu yeni paradigma, beraberinde pek çok alanda kendi tanımlamalarını ve önceliklerini de oluşturmuştur. Buna göre; enformasyonun niteliği yerine miktarı, içeriği yerine ise pazarlaması önem kazanmıştır. Buna bağlı olarak, “iletişim, toplumsal iletişim, kitle iletişimi” gibi kavramlar da yeniden biçimlenmiş ve sadece teknik olarak değil ekonomik, kültürel ve politik olarak önemli bir dönüşüm yaşamışlardır. Yaşanan bu süreç, toplumsal yapıda gerçekleşen değişimle beraber ilerlemiş ve kapitalizmin egemen tarihsel eğilimlerine paralel olarak şekillenmiştir.
Kapitalizmin neoliberalizm döneminde genel olarak sermaye, özel olarak ise finans sermayesinin serbest dolaşım olanakları genişlemiş, “serbest piyasa ekonomisi” ve “devletin piyasaya müdahale etmemesi” gibi temalar, “kuralların kaldırılması” (deregülasyon) olarak anılan politik ve ideolojik bir söylemin başat unsurları olmuştur (Adaklı, 2001:147). Tüm temel hizmet alanlarında yaşandığı gibi kamusal iletişim ve yayıncılık politikalarında da bu dönemde önemli bir alt üst oluş yaşanmış, bu alanda da kamunun belirleyici, denetleyici konumu sermaye lehine bozulmuştur. Bu durum “iletişim” kavramını toplumsal bir pratik olmaktan çıkardığı gibi; iletişim araçlarının konumu, bilginin üretilmesi ve dağıtılması gibi süreçleri de özel mülkiyetin konusu ve yatırım alanı haline dönüştürmüştür.
Bu maddi değişimin tetiklediği yeni kültürel atmosfer, teknoloji kullanım biçimlerinde ve toplumsal ilişkilerde önemli değişikliklere yol açmıştır (Kejanlıoğlu vd., 2001:9). Böylece, bilgi ve iletişime dair “toplumsallık” algısı, tüm kültürel kodlarıyla birlikte ideolojik olarak çözülmüş; iletişim, kamusal-toplumsal bir ‘hak’ olmaktan öte, talep edilen ve ticari faaliyete konu olan, böylece herkesin “ticari-toplumsal gücü” oranında erişebildiği bir ürün haline getirilmiştir. Bu durumda iletişim, toplumsal olarak avantajlı grupların yönetebileceği bir “stratejik mecra” halini alırken, içeriği de hegemonik kalıplar doğrultusunda üretilen, denetlenen ve yönlendirilen bir “programa” dönüştürülmüştür.
İletişim Hakkı
Bu sürecin pratik eleştirisi ise toplumsal muhalif hareketlerin içerisinden yükselmiştir. Özellikle hak hareketleri içerisinde “iletişim hakkı” kavramına özel bir vurgu yapılmakta; “iletişim”in toplumsallığına, mevcut iletişim ortam ve süreçlerinin anti-demokratik, ayrımcı ve dışlayıcı yapısına dikkat çekilmektedir.
İletişim süreçlerini sıklıkla iktidar odaklı tanımlayan egemen yaklaşımların aksine hak hareketleri, “iletişim”i iktidar karşısında toplumsal dinamikleriyle ele almakta ve mevcut eşitsiz ilişkinin dezavantajlı kısmında bırakılan kitleler lehine iletişim ortam, süreç ve yapısını yeniden dönüştürmeyi hedeflemekte
dir. ‘İletişim’in bir hak olarak talep edilmesi ve anlamlandırılması çabası da, esasen bu temel kavrayış üzerinden içerik kazanmaktadır.
Bu çerçevede, “enformasyon ve bilginin sahipleri kimlerdir; enformasyon ve bilgi üretim süreçlerini kimler denetim altında tutmaktadır; üretilen enformasyon ve bilgi kimlerin yararına dolaşıma girmektedir; iletişim sürecinin kuralları kimler tarafından koyulmaktadır; üretilen bilgi ve enformasyonu kimler, hangi amaçlarla kullanabilmektedir” sorularının (Halkın Hakları Forumu, 2007: 360) yanıtlanması, “iletişim hakkı” kavramına dair temel teorik-politik tartışma zemininin yaratılmasında belirleyicidir.
İletişim Hakkı kavramı, telekomünikasyon ağlarının düzenlenmesinden, medyaya erişim ve katılım olanaklarına; temsil ve ifade özgürlüğünden basın emekçilerinin durumuna; tekelleşen medya yapısından toplumsal eşitsizlik ve yoksulluğa kadar oldukça kapsamlı bir alanda tanımlanabilmektedir.
En genel tarifiyle iletişim hakkı; iletişim alanında manipüle edilmemiş bilgi ve enformasyonun dolaşıma girmesi ve kamu yararı anlayışının hakim kılınması; içerikte demokratiklik (çoğulculuk, çeşitlilik, farklı olanın da görünür kılınması); iletişim ortamına erişimde eşitlik; iletişim alanında çalışan emekçilerin çalışma ve üretme koşullarının demokratikleştirilmesi ve örgütlü hale getirilmesi (Halkın Hakları Forumu, 2007: 363) olarak ifade edilebilir.
Buradan da anlaşılacağı üzere, “iletişim”i bir hak olarak tanımlamak, aynı zamanda iletişimin merkezi işlev gördüğü toplumsal sistemi ‘kaçınılmaz olarak’ göz önüne almayı ve mevcut toplumsal ilişkilerin eleştirel bir değerlendirmesini yapmayı gerektirmektedir. Çünkü iletişim hakkı talebi ve tartışmaları, yalnız iletişim ilişkilerinin değil tüm bir toplumsal sistemin demokratik-eşitlikçi bir içerikle yeniden kurulmasına referans vermekte, bu bağlamdan arındırılmış bir iletişim ‘hakkı’ iddiası, sermayenin “iletişim ve yönetişim stratejilerinden” öteye gidemeyen bir durum yaratmaktadır. İletişim hakkı kavramına gerçek anlamını ve pratik zeminini kazandıracak, onu gerçek bir toplumsal mücadele alanı haline getirecek ve egemen-ana akım iletişim kavrayışlarından ayıracak en temel unsur da bu farkındalık olacaktır, olmaktadır.
*Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi