Ülkemizde güvencesiz işçilerin tepkilerine her gün bir yenisi ekleniyor. Son olarak Kocaeli’nde Derinceli ve Körfezli genç işsiz arkadaşlar İŞKUR’u bastı. Oturma eylemi yapan arkadaşlarımız Şube Müdürü ile direkt bir görüşme gerçekleştirdi ve ‘çalışma hakları’ olduğunu dile getirdiler. ‘Bize iş bulacaksınız!’ sözleri, işsiz genç arkadaşlarımızın devlete ve sermayeye karşı sundukları ‘şart’ın gündelik dilimizdeki ifadesiydi. Geçen sene […]
Ülkemizde güvencesiz işçilerin tepkilerine her gün bir yenisi ekleniyor. Son olarak Kocaeli’nde Derinceli ve Körfezli genç işsiz arkadaşlar İŞKUR’u bastı. Oturma eylemi yapan arkadaşlarımız Şube Müdürü ile direkt bir görüşme gerçekleştirdi ve ‘çalışma hakları’ olduğunu dile getirdiler. ‘Bize iş bulacaksınız!’ sözleri, işsiz genç arkadaşlarımızın devlete ve sermayeye karşı sundukları ‘şart’ın gündelik dilimizdeki ifadesiydi.
Geçen sene de Derinceli arkadaşlarımız belediye binasına yürümüş ve ‘çalışma hakkı’ taleplerini ilk kez dile getirmişlerdi. İşsiz arkadaşlarımızın yaptığı bu iki eylem ülkemizde bir işsizler hareketinin oluşturulmasının ‘dipten gelen’ adımlarından bir tanesi.
Her büyük proleterleştirme dalgasında işçi/işsiz ayrımı belirsizleşir. Köylüler emek pazarına fırlatılır. Kendi hesabına çalışanlar, bu ekonomik ayrıcalıklarını kaybeder ve işçiler arasında bir rekabet oluşturularak çalışma koşulları daha da güvencesizleştirilir. Tıpkı bugün ülkemizde köylülüğün hızla mülksüzleştirilerek kentlere gelmesi, esnafların kepenk kapatması, güvencesiz çalıştırmanın kurumsallaşması, özelleştirmeler sonucu yaşanan kitlesel işsizlik, genç nüfusun kronik işsizliğe mahkum olması gibi…
İşçi sınıfının mücadele tarihi işsizliğe karşı zengin mücadele deneyimleri ile doludur. Bazı örneklere kısaca değinmenin öğretici olacağını düşünüyorum.
Batı Avrupa merkezli gelişen proleterleşme dalgasına karşı gelişen ilk tepki İngiltere’de ludizmdir. Sanayi kapitalizminin gelişmesi sonucu artan işsizlik ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı işçiler-yoksul yığınlar makineleri kırdı ve işletmeleri yaktı. Akabinde gelişen kooperasyon hareketi de alternatif bir üretim-dayanışma sistemi ile işsizlik sorununa karşı mücadele etti. ‘Çalışma hakkı’ talebi 1848’de Fransa’da ulusal düzeyde yankılandı. Yine ABD’de, Rusya’da, İngiltere’de yani dünyanın dört bir yanında gelişen işçi hareketlerinde işsizler ve talepleri önemli bir rol oynadı.
Son 30 yılda ise Fransa, Brezilya ve Arjantin’de; işsizler, işsiz işçiler ve işgalci işçiler adıyla kendilerine özgü yanları olan hareketler gelişti.
Fransa’da işsizler hareketi, neoliberal politikalara tepki ekseninde ortaya çıktı. 4 işsiz örgütü CGT, APEIS, MNCP ve AC; 1980’lerde kıpırdanmaya başlayan işsizleri bir hareket haline 1994 yılından itibaren getirdiler. Bölge Çalışma Büroları, Borsa gibi kurumlar işgal edildi. On binlerce insanın katıldığı yürüyüşler düzenlendi. Çalışma hakkı, sosyal haklar vb. savunuldu ve bu talepler giderek genişleme yaşadı. Öyle ki bu talepleri görüşmek üzere Başbakan tarafından toplantıya davet edildiler. Yani bu sosyal hareketlilik, siyasallaşan taleplerini ulusal düzeyde ifade edebilen yeni bir tip sendikacılık örneği de oluşturdu. Birkaç bin üyesi olan hareket, on binlerce işsizi ve diğer kesimleri harekete geçirdi ama bir politik merkez oluşturma eksikliğinden etkisizleşti.
Arjantin İşsiz İşçiler Hareketi/Piqueteros, ihracata yönelik sanayileşmenin getirdiği özelleştirme ve güvencesizleştirme sürecinde ortaya çıktı. Anayollara yakın Barrio’larda yaşayan işsiz işçiler, yollara barikat kurarak hammadde ve mamul madde akışını kestiler. Böylece grevle aynı etkiyi yapan doğrudan bir eylem biçimi oluşturdular. İlk olarak küçük şehirlerde ortaya çıkmalarının özgül sebebini ise, bu şehirlerde yaşamın tek bir yerel şirkete bağlı olması oluşturdu. Şirketler özelleştirilince yığınlar işsiz ya da sözleşmeli vb. koşullarda kaldı. İşsizlik sorununun çözülmesinden yerli haklarına ve neoliberalizme karşı bütünsel bir mücadele taleplerine genişleyen hareket, 2001 krizi sonrası ulusal düzeyde ülkenin en önemli sendikal topluluğu haline geldi. Neoliberal politikalara tepkinin diğer yüzünü ise İşgalci İşçiler Hareketi oluşturdu. Ancak politik bir merkez yoksunluğu, bu iki hareketin etkisizleşmesi sonucunu doğurdu.
Ülkemiz de farklı özellikleri olan işçi-işsiz eylemlerine sahne oluyor. Örneğin şu an işsiz olan Tekel işçilerinin direnişi. 2 sene evvel Tekel özelleştirmesi ve bir işyeri işgali olur mu tartışmasına özelleştirmeye karşı direnilmesi, fabrikaya el konulması halinde mutlaka mevcut köylü örgütlenmeleri ile irtibata geçilmesi, tütünün üretilmesinden işlenmesine ve satışına kadar alternatif bir organizasyon oluşturulması gerektiğini söylemiştim. Ancak Latin Amerika ülkelerinde gerçekleşen bu süreçlerin bizde olmasının düşük bir ihtimal olduğunu, çünkü Latin Amerika’da varolan güçlü mücadele geleneğinin işsiz kitlelerin harekete geçmesini kolaylaştırdığını, biz de ise güçlü bir devrimci hareketin olmayışı nedeniyle bir işgalci işçi hareketinin hayata geçmesinin düşük bir ihtimal olduğunu belirtmiştim.
Hayat farklı bir biçimde cereyan etti zaten. Tekel işçileri özelleştirmeye gereken tepkiyi göstermedi. Ancak yaprak ve tütün işletmelerinin kapatılması ve 4-C’li çalışma zamanı gelince harekete geçtiler. Yaptıkları grev ile ‘çadır eylemleri’ adı verilen bir hareket oluşturdular, işçi hareketinde bir kıpırdanma ve bir merkez olma özelliği kazandılar. Temel talepleri ise 4-C’nin kaldırılması ve ‘güvenceli istihdam’. Süreç işçilerin ve sendikalarının yaptıkları tercihlerin doğru – yeterli – yerinde olup olmadığını gösterecek.
Başka bir örnek ise işsiz öğretmenlerin mücadelesi. İşsiz, ataması yapılmayan vb. isimlerle dönem dönem yan yana gelen öğretmenler de ‘çalışma hakkı’ ve ‘güvenceli istihdam’ talep ediyor.
Geçen sene Ümraniye de peşpeşe iki eyleme sahne olmuştu. Bir yanda tekstil atölyelerini kapatan işverenler, diğer yanda ise makinelerin kaçırılmasına karşı işyeri önünde nöbet tutan ve kısa süreli işgal eylemi yapan işsiz kalan işçiler.
Kocaeli’ndeki işsiz genç arkadaşlarımızın eylemleri ise biraz daha farklı bir noktada duruyor. Kısa süreli çalışan, sürekli meslek değiştiren ve çoğu zaman işsiz olan bu arkadaşlarımız esasen ülkemizdeki milyonlarca genç işsizin temsilcileri. Hemen hepsi vasıfsız olan bu genç işçiler; sendikasız, sürekliliği olmayan işlerde kısa süreli çalıştılar. Oturdukları bölgeden dolayı birbirlerini tanıyorlar ve ortak hareket ediyorlar. Onlar için sendikanın olmaması, küçük ölçekli üretim, düşük ücret, sosyal hakların olmaması tek gördükleri koşullar. Ama buna rağmen iş yok. Kocaeli gibi ‘sanayi kenti’ denilen bir şehirde yaşananlar Gaziantep’te, Denizli’de, Bursa’da, Manisa’da da yaşanıyor (Ve bu koşulları yaşayan genç işsizler gericiliğin ve faşizmin kitle tabanı haline de gelebiliyor). Bu yüzden de Kocaeli’nde yüzünü sola dönen genç işsiz arkadaşlarımızın yaptığı eylem önemli.
Bu tip eylemlerde çalışma hakkı emekli olma hakkı ile bütünlenmeli. Yani sorun sadece bir iş bulma değil sürekli çalışabilme ve insanca yaşayabilme sorunu olarak ortaya konmalı. Yine sağlık, ulaşım, barınma, beslenme gibi sosyal haklarla kaynaştırılmalı. Hareket bütün bir kenti kapsayacak şekilde bir rotaya oturtulmalı ve oturma eylemi, işgal, yürüyüş gibi doğrudan eylemler devam etmeli ve özellikle eylemler Çalışma Bakanlığı kurumları, Borsa veya iktidar partisini hedef almalı. Çünkü geçen hafta da görüldüğü gibi ancak İŞKUR’u basarsanız esas yetkili ile görüşebiliyorsunuz. Yani bir işsizlik – çalışma hakkı politik bir probleme dönüştürülmeli. Ve karşılaşılabilecek baskı – rüşvet kıskacına hazırlıklı olabilmeli.
Son bir meseleye daha değineyim. Geçen ay Takvim Gazetesi Mil
li Güvenlik Siyaset Belgesi’nin iç tehdit bölümünde ‘irtica’ yerine ‘işsizlik’ getirilmesi düşünüldüğünü yazmıştı. Tayyip Erdoğan’ın Tekel işçilerine ‘o paraya dışarıda çalışacak yüz binlerce insan olduğunu söylemesi’ veya işçilere kullanılan şiddet olası bir işçi hareketinden ne denli korktuklarını da gösteriyor.
İki ay evvel bir akşam Tayfun Talipoğlu’nun hazırladığı programı izledim. Orada kar fırtınası sonrası Alibeyköy Spor Salonu’na sığınan 50 yaşlarında işsiz bir işçi arkadaşla uzun bir röportaj yaptı. 45 yaşlarındaki emekçi uzun yıllar tekstil sektöründe çalıştığını, olsa olsa 5 yıl sigortasının ödendiğini, çalıştığı işyerlerinde yattığını, 20 gün evvel işyerinin kapandığını, sonrasında sabahçı kahvelerinde yattığını, dışarıda birçok genç varken ve zaten iş yokken iş bulamayacağını, daha sokaklarda kalmaya yeni başladığını, kar sonrası Spor Salonu’ndan da çıkınca ne yapacağını bilmediğini… anlattı.
İşte bu Türkiye’dir, işte bu onların genelleştirmeye çalıştırdıkları koşullardır. İşte bu yüzden mücadele ediyoruz. Bizim ülkemiz eşitliğin, kardeşliğin ülkesi olacak…
Biz haklıyız, biz kazanacağız!
14 Mart 2010