Gökçek’in ve bir bütün olarak AKP zihniyetinin vatandaşın hukuksal ve doğal haklarına karşı bu saldırganlığı diğer yandan da kamu kaynaklarının ödül avcılığı için gerekçesizce bu kullanım şekli, “yüz bin Ermeni’yi kapı dışarı ederim” diyen ustasının yöntemiyle çırağın uygulamalarının benzerliğinin en ideal göstergesidir Bilindik bir hikayedir; Duha Kocaoğlu Deli Dumrul kuru bir çayın üstüne köprü yapar […]
Gökçek’in ve bir bütün olarak AKP zihniyetinin vatandaşın hukuksal ve doğal haklarına karşı bu saldırganlığı diğer yandan da kamu kaynaklarının ödül avcılığı için gerekçesizce bu kullanım şekli, “yüz bin Ermeni’yi kapı dışarı ederim” diyen ustasının yöntemiyle çırağın uygulamalarının benzerliğinin en ideal göstergesidir
Bilindik bir hikayedir; Duha Kocaoğlu Deli Dumrul kuru bir çayın üstüne köprü yapar ve geçenden 30 geçmeyenden döve döve 40 akçe alır. Soyutlama yeteneği yüksek bir coğrafyadır Anadolu ve hızla Deli Dumrul’un adı hukuk, yasa ve gelenek tanımayanların lakabı durumuna gelir. Fakat durum geçmişte kalan tatlı bir hikaye değildir yalnızca ve hukukla dans tarihin her döneminde devam eder; keza hukuk yasalarının meşruluğunu doğa biliminin yasalarındaki zorunluluktan değil, kamusal alandaki mücadelelerin kazanımlarından alır. Bu bağlamda hukuk, dönemlere ya da uzam ve zamana bağlı olarak, göreli bir konumda salınır.
Aynı somut durumla ilgili olarak farklı mahkemelerce ya da aynı mahkemece farklı zamanlarda alınan kararlardaki uyuşmazlık bizleri şaşırtsa da, bu durum aslında hukukla siyasetin birbiriyle olan kopmaz ilişkisinin bir görünümüdür yalnızca. İşte bu yüzden de hukuksal mücadeleye her zaman toplumsal bir mücadele eşlik etmelidir. Çünkü hiçbir yasa yoruma imkan vermeyen bir boşluk bırakılmadan çıkarılamaz; toplumsal mücadele eğer ki kendini hukuk alanında ifade edecekse, eş-zamanlı olarak o yorumlamaya imkan veren boşluğu da siyasal pratiklerle doldurmalıdır. Ülkemizde özellikle son dönem Tekel İşçileri, HES Projeleri ve taşeronlaştırma ile ilgili hukuksal kazanımların hepsi de hukuka içkin bir yasanın mutlaklığından değil, hukuksal süreçlere eşlik eden politik mücadelenin yasadaki boşluğu doldurmaktaki başarısından kaynaklanmaktadır. Bu gerekçelerle hukuksuzluğun hüküm sürdüğü ve Deli Dumrul benzetmesinin yerini bulduğu konum, hukuktaki bu çelişkili kararlar değil, hukukun vereceği kararın içeriğini etkileyecek siyasal ve toplumsal mücadelenin sekteye uğratılması ya da (manipülasyon ve zor yoluyla) engellenmesi durumudur.
Eskisi deli ama yiğitti. Peki ya şimdiki Dumrullar?
Toplumsal ilişkiler birincil ilişkiler olmaktan çıkıp, yasa ya da bürokrasi aracılığıyla dolayımlandıkça politik ve hukuksal ilişkiler de karışık biçimler alırlar. Doğrudan karşı karşıya gelmeler yerine kendini koruma ihtiyacını hissedenin örgütlemiş olduğu kolluk kuvvetleri yurttaşlar ile devlet arasında, devlet adına hareket eden bir rol oynamaya başlarlar. Kabaca söylendikte kuru çayın üstündeki köprüde artık Deli Dumrul değil onun bir adamı oturmaktadır. Hukuk burada devreye girer ve köprüde oturan adamı tarafsız ilan eder. Türkiye’de açıktır ki kolluk kuvvetleri toplumsal olaylar karşısında tarafsız değildirler ve demokratik muhalefetin soldan refleks gösteren unsurlarına zor kullanmayı meşru görürler. Burada sorunun sadece bir düzeyi açığa çıkar ve elbette hesaplaşılması gerekir. Fakat Dumrul soyluların çok daha tehlikeli ve hukuksuzluğun çok daha yüksek bir boyutu ise Melih Gökçek aracılığıyla Ankara’daki ulaşım ücretleri sorunu ile ilgili olarak ortaya çıktı. Melih Gökçek ilk olarak vatandaşlar ile özel halk otobüsü şoförlerini karşı karşıya getirecek açıklamalar yaptı bununla da yetinmeyerek otobüs ve minibüsleri bir günlük iş bırakma eylemine çıkardı. Kafasını piyasanın kar ideolojisi ile doldurmuş bu belediye başkanına kamusal hizmetten bahsetmeyi gerekli dahi görmüyoruz. Fakat ODTÜ ve Hacettepe öğrencilerinin ulaşım hakkı ile ilgili eyleminde çok daha tehlikeli bir durum ortaya çıktı. Ulaşım ücretlerinin yüksekliğini protesto eden öğrenciler Türkiye’nin birçok yerinde yapılan kart basmama eylemini kendi üniversitelerinde de gerçekleştirdiler. Bunun üzerine bir kamu görevlisi ve “tarafsız” olması gereken şoför otobüsü durdurarak polisi aradı ve 150’ye yakın üniversitelinin gözaltına alınmasını sağladı. Bu alışıldık durumlardan sonra gelen uygulamalar ise Deli Dumrul’un icraatlarıdır.
Melih Gökçek kamu hizmetini bir lütuf Büyükşehir çalışanlarını para-militer gücü zannediyor.
İlk olarak bir sonraki gün Hacettepe ve ODTÜ’ye giden belediye otobüslerini ve semt servislerini kaldıran Gökçek ortaya çıkacak olan rahatsızlıktan ulaşım hakkı eylemini yapanlar ile diğer yurttaşları karşı karşıya getirmeyi umuyor ve bunu da medyadaki vermiş olduğu demeçlerle perçinlemeye çalışıyor. İkinci bir karşı karşıya getirme durumu ise kart basmama eyleminde otobüsü durdurarak öğrencilerin gözaltına alınmasını sağlayan otobüs şoförüne 60 yevmiyeye denk gelen 2.350 TL ödül vermesi. Böylece kamu hizmetlileri ile vatandaşlar arasında kurulmuş olan ilişkideki tarafsızlık ilkesini, ödül avcılığı ile kendinin lehine zedelemesi. Tehlikeli ve kimsenin altından kalkamayacağı sonuçlar doğuracak iki uygulama.
Deli Dumrul’u Azrail dize getirmişti, Gökçek’i ‘Hak Mücadeleleri’ yenecek…
Gökçek’in ve bir bütün olarak AKP zihniyetinin vatandaşın hukuksal ve doğal haklarına karşı bu saldırganlığı diğer yandan da kamu kaynaklarının ödül avcılığı için gerekçesizce bu kullanım şekli, “yüz bin Ermeni’yi kapı dışarı ederim” diyen ustasının yöntemiyle çırağın uygulamalarının benzerliğinin en ideal göstergesidir. Görünenin arkasında saklı duran zihniyetin Türkiye’ye vaat ettiği gelecek artık geçerliliği kalmayan şeriat özlemleri falan değil, neoliberalizmin yeni biçimi altında uygulamaya sokulacak açık bir baskı rejimidir.
Ankara’da Gökçek’in, İstanbul’da Topbaş’ın ve Türkiye ile ilgisinde Recep Tayyip Erdoğan’ın uygulamalarını sadece özellerdeki teknik müdahaleler olarak görmek ve bunları sadece hukuksuzluk başlığı altında tartışmak mümkün değildir. Bir yandan yapılan yasal değişiklikler diğer yandan kamu ile vatandaş arasındaki ilişkiyi zedeleyen kendi milis güçlerini kurma çabası, yandaş medya ve yandaş sermaye örgütlenmesi, kadrolaşma vb. uygulamalar güvencesizleştirme, taşeronlaştırma ve işsizlik sorunlarından bağımsız olarak görülemez. Mesele sermayenin dünyanın mülk edinilmesine dair eşitsizliği daha da derinleştirmeye karar vermiş olmasıdır. Bu yüzden verilecek mücadele bu zamana kadar kazanılmış olan hakların tasfiyesine yönelmiş olan hükümete karşı ancak bütün alanların ortaklaştığı bir perspektif üzerinden verilebilir.
Klasik sendikal anlayışlar, bu zamana kadar meslek örgütlerinin ya da demokratik kitle örgütlerinin kazanmış olduğu deneyimler verili biçimleriyle yeterli değildirler. Gelecekte düşlenen toplumsal bir yaşamın şimdiyi bütün alanlarda projekte eden bütünlüklü bir mücadelesine ihtiyaç vardır. Yargıtay, Danıştay ve dolayısıyla da hukuk bu mücadelenin kendi başına temel zemini olamaz. Keza Deli Dumrul’un adaleti meclisten geçen bir tek yasayla bir gecede bütün hukuka uygun duruma gelebilir.
Deli Dumrul kendi başına kötü değildir; önemli olan kuru çayın üzerindeki köprüden kimin geçmeye çalıştığıdır.