Sizi bilmem ama ben semt pazarlarını severim. Pazarın kokusu, çığrışları, enerjisi başkadır. Canlıdır pazarlar pazar gününün dinginliğine inattır rengi, coşkusu. Elmayı da severim, elma almayı da hele pazardan elma almak ibadet gibidir benim için. Gidenleriniz bilir, gidip de alanlarınız daha iyi bilir; pazarda dolaşırken hiç niyetiniz olmadığı halde görünce dayanamayıp alınan yayla elmaları vardır sulu […]
Sizi bilmem ama ben semt pazarlarını severim. Pazarın kokusu, çığrışları, enerjisi başkadır. Canlıdır pazarlar pazar gününün dinginliğine inattır rengi, coşkusu. Elmayı da severim, elma almayı da hele pazardan elma almak ibadet gibidir benim için. Gidenleriniz bilir, gidip de alanlarınız daha iyi bilir; pazarda dolaşırken hiç niyetiniz olmadığı halde görünce dayanamayıp alınan yayla elmaları vardır sulu sulu; yazarken de gözü gönlü açık olanın hiç hesapta yokken, üstelik evde elma da varken, yayla elmalarını sorgulamadan alıvermesi gibi yazının konusunu birden değiştirebildiğini düşünüyorum, yazanın. Şu okuduğunuz yazıda da aslında 14 Şubat sevgililer gününü tartışma niyetindeydim. Ama elbet sözüm şubatı doğum günü bilip ya da özel gün bilip kutlayan bireye değil sisteme odaklı olacaktı. Niyetim 14 Şubata istinaden gül gibi bir felsefecinin (S.Kierkegaard) gül gibi aşkını (R.Olsen) yok ederek kendisini nasıl varlaştırdığını ve bunun üzerinden anti-feminist hareketle analizler yapmaktı. Kısmet başka 14 Şubata….
Malumunuz geçenlerde -3 Şubat’ta- yüce salonda iktidar ve muhalefet parti temsilcileri onları boşuna seçmediğimizi bir kez daha, çok başka bir yolla da gösterdiler. Hatta birbirlerine de gösterdiler. Doğru mu bilmem ama köy kahvelerinde “ne biçim dövdü sizinkileri, bizimkiler gördünüz mü diye” vekilinin sadece yaptıkları, dürüstlüğü ve zekası ile değil kasıyla da gurur duydu halk. Ne mutlu ne mutlu…Sebep edip sevinebilene…Ne mutlu…!
Nedir şiddet? Kasıyla var olmak ve kasını üretmek dışında da kullanmak… Aslında bir açıdan bu da bir iletişim biçimidir. Yani özünde karşı tarafa bir konu ile ilgili bakış açınızı ki bu ona olan öfkeniz de olabilir aktarmak ve hatta onu ikna etmektir. Peki insan ne zaman şiddet kullanır bir fikrini ya da duygusunu aktarmak için? Elbette medeni varlık olarak insan, başka çare kalmadığında şiddetle anlatma yolunu seçecektir. Nedir başka çarenin kalmaması: yazılı ve sözlü ve bedensel tüm iletim araçlarının tükenmesi durumudur. Elbette buna mevziyi terk etme davranışı da eklenebilir. Zira mevzuyu terk etmenin bir yolu da mevziyi terk etmek olabilir. Bu da kapalı uçlu da olsa bir mesaj aktarım biçimidir.
Ancak ana kümede saydığımız seçeneklerin detayları, iletişim kurmak isteyen tarafların eğitim, kültür, etnisite ve benzeri özellikleri ile daralabilir ya da genişletilebilir. Elbette milleti temsil makamına erişmiş saygıdeğer vekillerin; kültürel, eğitsel ve benzeri özellikleri ile seçenek yelpazesini darlaştırma değil, bilakis genişletme özelliklerinde olduklarını biliyoruz. O halde nasıl bir analiz onların mecliste iletim aracı olarak şiddeti seçtiklerini objektif olarak anlamamızı ve analiz etmemizi sağlayacaktır?
Aslında son ya da uzak seçenek de olsa şiddetle anlatmak hepimizin içinde uyuyan narkozlu bir gerçektir. Farklı olan ise; şiddete başvurma noktalarımızın deriye / yüzeye ne kadar yakın olduğudur. Yani bazılarımız o noktaya diğerlerine göre daha kolay gelmekte ya da diğer iletişim seçeneklerini daha kolay tüketmekte ve tek yollaştırdığı şiddeti, eleştirse de, büyük bir aşkla (Bknz: Sağlık bakanının daha rahat manevra yapabilmek için ceketini çıkarması) kullanmaktadır. O halde soruyu şöyle derinleştirmekte fayda görüyorum: şiddeti yüzeye yaklaştıran, hatta deri üstüne yerleştiren o kaldıraç nedir, nelerle beslenmektedir?… Nasıl olur da tüm bildiklerimiz, kravatımız, inancımız, aile terbiyemiz, ahlak öğretilerimiz bir anda elimizin tersiyle itilir ve ne pahasına olursa olsun beyin kaslarımız yerine kol kaslarımız bir dil olarak hayat bulur. Birinci ve en manuel seçenek ittiklerinizin hafifliğidir, ki haşa! meclisi mebusandan bahsediyoruz burada elbette onları ağırlaştıracak tonlarca edinimleri, harsları vardır bu hayatta.
İkinci seçenek ise kaldıracın kuvvetli olması ya da fiziki olarak en doğru noktadan yükü itmeye konumlandırılmış olmasıdır. İşte bu momentum ve konumlandırma ancak bilinç dışı bir inanç / aşk ya da uğruna her şeyi itmeyi uygun gördüğünüz bir tehdit ya da saldırı durumunda mümkündür. Yani o gün orada savunma ya da saldırı amaçlı şiddet kullanan herkesin “açıklamasında” var olan sebepler yani onları, onlarca aklayanlardır.
Bu analiz uzatılabilir hatta saf tutarak derinleştirilebilir de…Ancak benim, çok değerli bir dost masasında açılan bol güneşli bir tartışmada bu paradoksla neden olmaza cevap tadında ve kestirme bir önerim var: İşte birkaç soruda neden olmazın, olsa da bunlarla ya da böyle neden olmazın cevapları: Cesaret edip aynayı kendine bile tutabilene aşkola.*
İnanç gibi bilincin tamlayanı olan ve insanı insanlaştıran bir mekanizma nasıl olacak da şiddeti haklı kılacaktır?
Diyelim ki şiddeti haklı kıldı; peki o zihniyet kadına karşı şiddeti ve şiddetin her türlüsünü önlemeye yönelik (CEDAW) karşı mekanizmalar ve önlemleri nasıl olacak da geliştirecek?
Diyelim geliştirdiler nasıl olacak da uygulayacaklar?
Diyelim uyguladılar nasıl olacak da uymayanların yargılanması için yasa geliştirecekler?
*Vakti zamanda köyün birinde ayna hiç bilinmezmiş. Hikaye bu ya bir gün bir çoban dağda gezerken bir ayna parçası bulur ve bir bakar şaşırır çünkü kendini ölen abisi sanır. Ah ağabeyim ölmemiş buradaymış der ve alır kalbine koyar. Evine gider gece uyuduktan sonra karısı aynayı görür ve: ah domuz adam beni bu şıllıkla mı aldatıyorsun der. Aynayı alır hemen muhtarın yanına gider muhtar muhtar kocam beni bu şıllıkla aldatıyor der. Muhtar alır bir bakar hanım hanım bu şıllıktan çok ib..ye benziyor der…
Kıssadan hisse eğer yeterince objektif ve saf bilgi ile bakarsanız içinde karanlığı/şiddeti görmeyeceğiniz tek yüz bile -kendi yüzünüz de dahil – kalmayacaktır, peki gördükleriniz de legaliteye olan inancınızı gün be gün zedelemeyecek midir?
Ayna ayna söyle bize, var mı daha kaslısı bu dünyada…
[Bu yazı Kadın Mühendisler Şubat Bülteni için kaleme alınmıştır]