51 yıldan beri, barbarlığın bir alternatifi olduğunu ve kapitalizmi aşmanın tarihsel olanağını kararlı bir şekilde gösteren devrimin, adadaki kısıtlamalarına, problemlerine ve hatalarına rağmen Küba’yı düşünmek bizleri rahatlatıyor. Şimdi ekonomiyi düşünme zamanı. Chicago Okulu tarafından desteklenen neoliberal egemenliğin birkaç on yılının ardından dünya ekonomisi, öngörülemeyen fakat her durumda çok ağır sonuçları olan bir krizle karşı karşıya […]
51 yıldan beri, barbarlığın bir alternatifi olduğunu ve kapitalizmi aşmanın tarihsel olanağını kararlı bir şekilde gösteren devrimin, adadaki kısıtlamalarına, problemlerine ve hatalarına rağmen Küba’yı düşünmek bizleri rahatlatıyor.
Şimdi ekonomiyi düşünme zamanı. Chicago Okulu tarafından desteklenen neoliberal egemenliğin birkaç on yılının ardından dünya ekonomisi, öngörülemeyen fakat her durumda çok ağır sonuçları olan bir krizle karşı karşıya bulunuyor.
Yaklaşmakta olan felaketi tahmin ve teşhis etmeyi engelleyen bu entelektüel iflas karşısında; kısaca, tepki göstermek, denemeleri tersine çevirmek, paradigmaları değiştirmek için en azından bunun bilimsel ruhu sorgulanabilirdi. Yapılmakta olan şey bu mu?
Bizler kapitalizmin daha az ya da daha fazla yıkıcı sürümlerini gördük, Sosyalizmin de. Fakat iç mantık açısından birini diğerinden ayıran ve bugün bizi çok ilgilendiren bir şey var. Sosyalizm büyümeyi durdurabilir, kapitalizm durduramaz. Sosyalizm yürüyüşünü yavaşlatabilir, kapitalizm yavaşlatamaz.
Küba örneğini ele alalım. Küba, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) dağıldığı zaman dış ticaretinin yüzde 85’ini aniden kaybetti. Onun gayri safi yurtiçi hâsılası, hiç de küçümsenmeyecek bir oranda, mutlak anlamda yüzde 33 kadar düştü. Biri bunun Avrupa’da yaşandığını düşündüğünde felaket fikrine kapılır. Bizler beklenen büyüme hızının bir puan düşmesi ihtimali karşısında bile titremeye başlıyoruz. Üstelik bu zorluğa, ABD ambargosu daha da sertleşerek eklendi. Tüm bu olanlara rağmen Küba’da insanlar açlıktan ölmediler. Ne ayakkabılarını ne eğitim haklarını (parasız; ç.n.) ne sosyal güvencelerini ne de onurlarını kaybettiler. Bu dönemi çok kötü geçirdiler fakat benzer göstergeler karşısında, kapitalist ülkelerde yaşanabilecek şeyle, dünyanın sonu ile karşı karşıya gelmediler.
Bugünkü sarsıntıda, İspanya’daki işler kapitalizmin Afrika’daki organlarını imha etmesi nedeniyle durduğu zaman, insanoğlunun yaşam koşullarını çaresizlik aşındırdığı zaman mafya usullerine müracaat edilir, kökten dincilik teşvik edilir, işçi hakları kısıtlanır ve özgürlükler kırpılır ve işte tam da bu anda bütün gözler Küba’ya çevrilir… Ama bu onu cezalandırmak ve taciz etmek içindir. Neden? Orada ne oluyor? Bir gün içinde en fazla ölüm rekorları orada mı kırılıyor?
Meksika’da, sendikacılar ve gazeteciler öldürülmedi mi? Kolombiya’da, göçmenlere karşı ırkçı katliamlar yapılmadı mı? İtalya’da homofobi yok mu? Polonya’da, ırkçı yasalar ve kurumsallaşmış yabancı düşmanlığı yok mu? İsrail’de, dinsel fanatizm ve maçoluk (kendince savunma olarak adlandırılan, çoğunlukla Siyonizm olarak nitelendirilen; ç.n.) suçları yok mu? Suudi Arabistan’da iletişim kontrol edilmiyor mu, habeas corpus askıya alınmadı mı, sivillerin öldürülmesi, işkence ve adam kaçırma olayları yok mu? Amerika Birleşik Devletleri’nde, tutuklulara kötü muamele, gazetecilere ve entelektüellere soruşturma, gazete kapatmaları, yaygın yolsuzluk ve gözaltı merkezlerinde göçmenler tutuklular yok mu? Ve İspanya’da da bunlar olmuyor mu?
Evet, bu korkutucu tabloda Küba’nın sadece “daha az kötü” durumda olduğunu kabul edelim. Avrupa ve İspanya’nın, gezegenin daha az sorunlu ülkesine bu kadar çok olumsuz yaklaşması -Avrupa Parlemento üyesi Luis Yañez’in** yaptığı gibi (Puplico gazetesi, 9 Ocak 2010)- sansürlenen Küba’nın, her şeye rağmen, kötü bir durumda olmadığını; tersine, Küba’da bu cehennem mantığına ve onun etkilerine karşı çıkıldığını, yani sahip olduğu şey her ne ise onun kesinlikle çok iyi olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor.
Ekonomistler Jacques Bidet ve Gérard Duménil, geçen yüzyılın ilk onlu yıllarında, kapitalizmi korumak için bir organizasyonun bulunduğunu, liberallerin kapitalizmi korumak için sosyalizm ile korkutmayı planladıklarını hatırlatıyorlar. Hükümetler ve kurumlar, insanın refahını artırmak ve hayatı korumak için değil, kârlarını korumak ve artırmak için durmaksızın planlar yaptılar ve halen yapmaktalar. Fakat planların, Marx’ın istediği gibi çoktan gerçekleştiği de bir gerçek. Değişim için sadece bir işaret yeter.
Küresel kapitalizmi yöneten organize azınlık, son 60 yılda, liberal politikaların önündeki bütün engellere karşı ve küresel ekonominin özelleştirilmesi için etraflıca tasarlanmış bir dizi uluslararası kurum tarafından (IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, G-8 ve G-20) benzeri görülmemiş bir ölçüde destek buldu. Sonuç ortada.
Eğer tersini planlasaydık, ne olurdu? Ve eğer Küba’ya biraz olumlu yönde dikkatimizi verseydik, ne olurdu? Henüz bunu denemedik ama bunun oldukça umut verici olacağını hissediyoruz: kapitalizmin Haiti ve Kongo’da yaptıklarından, sömürgecilik ve azgelişmişlik benzeri bir tarihten sonra gelen sosyalizmin Küba’da çok daha fazlasını yaptığını gördük.
Eğer Birleşmiş Milletler Sosyal Haklar ve İnsan Hakları Evrensel bildirgelerini uygulamaya karar verseydi, ne olurdu? Eğer Gıda ve Tarım Örgütü FAO’yu sosyalist bir Kübalı yönetseydi, ne olurdu? Eğer ticari değişim modeli olarak Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) yerine Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif (ALBA) kullanılsaydı, ne olurdu? Eğer Güney Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) kadar güçlü olsaydı, ne olurdu? Eğer tüm uluslararası kurumlar, kapitalist odaklı tutarsız yapısal uyum programlarını; kamu harcamalarını artırmak, sosyal hakları ve işçilerin çıkarlarını korumak, temel kaynakları kamulaştırmak için dayatsaydılar, neler olurdu? Eğer altı güçlü büyük merkez bankası, kasırgaların tehditlerine karşı sosyalizmin menfaatlerinden yararlanılması için etkili bir şekilde müdahale etselerdi, ne olurdu?
Kapitalizmi yöneten örgütlü azınlık bunlara izin vermeyecektir diyebiliriz ama bunların işe yaramayacağını söyleyemeyiz. GlobeSpan tarafından bu konuda gerçekleştirilen bir araştırmaya göre katılımcıların çoğunluğu (yüzde 74), bunun başka bir şey (başka bir sistem; ç.n.) olduğunu belirtiyorlar.
Avrupa Parlemento üyesi Yañez, makalesinde Küba’ya âşık olduğunu söylüyor. Bunun için de; insanın refahıyla, demokrasiyle, onurlu ve doğru malzeme ile uyumsuzluğunun ve de başarısızlığının görüldüğünü ve kapitalizme entegre olmasını, diliyor.
Biz Küba’ya âşık değiliz. Onun kadınlarına ve erkeklerine, şimdiye kadar yaptıklarından ve yapmakta oldukları şeylerden dolayı onlara saygı duyuyoruz. Yañez, belki Suudi Arabistan ya da Kolombiya’yı düşünerek sakinleşebilir.
51 yıldan beri, barbarlığın bir alternatifini ve kapitalizmi aşmanın tarihsel olanağını kararlı bir şekilde gösteren devrimin, adadaki kısıtlamalarına, problemlerine ve hatalarına rağmen Küba’yı düşünmek bizleri rahatlatıyor.
Santiago Alba Rico: Yazar
Carlos Fernández Liria: Felsefe profesörü
Belén Gopegui: Yazar
Pascual Serrano: Gazeteci
* Yazının orijinal başlığı “Küba üzerine düşünceler”dir.
** Luis Yañez: İspanya’da İktidardaki Sosyalist İşçi Partisi’nden Avrupa Parlamentosu milletvekili. Aynı partiden milletvekili olan eşi ile birlikte ocak ayında Küba’ya alınmaması diplomatik krize yol açtı. Küba, olayda bir kasıt bulunmadığını ve bir hata olduğunu açıklamasına rağmen İspanya Dışişleri Bakanlığı Küba’nın Madrid Büyükelçisi Alejandro Gonzalez Galiano’yu bakanlığa çağırarak olayı kınadı. Yañez ise, “Küba ziyaretimde hiçbir gizli gündemim yoktu. Adada bazı demokratlarla görüşme niyetim ols
a da kimseyi ne aradım ne de elektronik posta gönderdim” açıklamasında bulundu.
[Kaosenlared’deki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından Latinbilgi (Sendika.Org) için çevrilmiştir]