“Dervişin fikri neyse zikri de odur” demiş vakti zamanında atalarımız. Malumunuz, fikir, düşünce; zikir, anma, anılma demektir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli farklardan birisi de okuduklarından, gördüklerinden, yaşadıklarından kısacası hem kendi deneyimlerinden hem de başkasının deneyimlerinden yararlanarak zihninde fikirler oluşturması, oluşturduğu bu fikirleri unutmayıp, zikredip dile getirmesidir. İnsanların fikirlerini etkileyen birçok etmen vardır elbette: […]
“Dervişin fikri neyse zikri de odur” demiş vakti zamanında atalarımız. Malumunuz, fikir, düşünce; zikir, anma, anılma demektir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli farklardan birisi de okuduklarından, gördüklerinden, yaşadıklarından kısacası hem kendi deneyimlerinden hem de başkasının deneyimlerinden yararlanarak zihninde fikirler oluşturması, oluşturduğu bu fikirleri unutmayıp, zikredip dile getirmesidir. İnsanların fikirlerini etkileyen birçok etmen vardır elbette: İnsanın yaşadığı çevre, okuduğu kitaplar, idolleri… Mutaassıp çevrelerde, biat kültürünün olduğu, eleştirinin olmadığı yerlerde yetişmiş insanların fikirleri de dilleri de ister istemez biraz mutaassıp olmakta, her ne kadar kendi kabuklarını kırmak isteseler de hayatın herhangi bir yerinde muhakkak geçmiş birikimleri karşılarına çıkmakta, kendi özlerine dönüp asabileşebilmektedirler.
Biraz daha somutlarsak “Biz birikmiş sorunları çözmek için buradayız, anaların gözyaşlarını dindirmek için risk alıp demokratik açılımları sonuna kadar açıyoruz” deyip takdir toplayıp birçok kesimin desteğini alırken başbakan, belli bir zaman sonra hak arayan TEKEL İşçilerinin eylemlerine kızıp “Bu yaptığınız hukuki değildir, bu ayın sonuna kadar sabredeceğiz, bulunduğunuz yeri siz kendiniz terk etmezseniz yasaların bize tanıdığı yetkiyi kullanıp polis zoruyla sizi oradan çıkarmak zorunda kalacağız, bu koşullarda çalışmak istemezseniz bilin ki sizin yerinize çalışmayı bekleyen milyonlarca insan var, beğenmiyorsanız gidersiniz” babında cümleleri çekinmeden kurduğuna şahit oluyoruz. Sayın başbakanın kullandığı kavramlara bakın “hukuki değil“, “ay sonuna kadar sabredeceğiz“, “beğenmeyen gider“… Bu kavramların nesini tartışacağız cidden bilmiyorum. Nedir “hukuki” olmayan? Yıllardır kendi tırnaklarıyla kazandıkları haklarının ansızın ellerinden alınmasına hayır deyip kendi haklarını korumak amacıyla girdiği hak arama mücadelesi mi “hukuki” olmayan? Hukuk, Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kavramdır ve “haklar” anlamındadır. İnsanın kendi haklarını koruması için demokratik haklarını kullanması onun en temel insan hakkı değil de nedir? Cidden burada hukuksuzluk yapan aslında kimdir acaba?
Başbakanın hukuktan kastı yasalarsa Anayasanın 2. maddesini hatırlatmadan edemeyeceğim: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, DEMOKRATİK, laik ve SOSYAL bir HUKUK devletidir.” Şayet bu yazılanlar fiiliyatta da geçerliyse Tekel işçileri anayasal haklarını kullanmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Demek ki anayasal haklarını kullanan işçiler değildir hukuki olmayan; hukuki olmayan devlet gücünü ellerinde bulunduranların uygulamakla görevli oldukları anayasayı çiğnemeleridir.
Başka ne diyor sayın başbakan: “Efendim, ay sonuna kadar sabredeceklermiş. Bu eylem bitirilmezse polis zoruyla çadırlar yerlerinden sökülecekmiş.” Bundan şu sonucu mu çıkarmalıyız acaba “Ancak Başbakanın sabrı kadar demokratik tepkinizi kullanabilirsiniz, yoksa polis devreye girer ha!” O zaman şu soruyu sorarsak haddimizi aşmış, sabrı taşırmış olur muyuz acaba? Eğer ki Tekel işçilerinin bu eylemleri suç ise niye süre tanıyorsunuz ki? “Suçu” seyretmek suç değil midir?
Başka başka ne diyor sayın Başbakan: “Sizin yerinizde çalışacak milyonlarca insan var. Beğenmeyen gider?” Bu bir Başbakanın söylemi olamaz, olsa olsa bir şirketin genel müdürünün söylemi olabilir ancak. Unutulan o ki ülke, şirket tüzüklerine göre değil, anayasaya göre yönetilir. “Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti”nde “kazanılmış haklar” diye bir kavram vardır ve bu kazanılmış haklar bir çırpıda elden alınamaz. Ve yurttaşlarla kurulan ilişki kar-zarar cetveline göre de belirlenemez. Anayasanın “sosyal” ilkesi ise hiç mi hiç göz ardı edilemez. Kendi haklarına karşı hassas olanlar başkalarının da haklarına karşı hassas davranmak zorundadırlar.
Bu söylemlerin kızgınlık anında söylenen sözler olduğuna inanmıyorum ben. Bu, sahip olunan fikrin zikredilmesinden başka bir şey değildir. Kullanılan dil de bilince ve zikre uygun bir dildir. Ve bu dil, üzülerek söyleyeyim ki birleştirici, sorun giderici, yol açıcı bir dil hiç değildir.
“Sizin yerinizde çalışacak milyonlarca insan var. Beğenmeyen gider?” diyen bir Başbakana da aynı üsluba sahip bir yurttaş çıkar “Başbakanlık sorun çözme merciidir. Beğenmiyorsanız bırakın gidin. Sizin de yerinizde olmak isteyen milyonlarca siyasetçi var!” derse ne olur o zaman? Cidden ne olur?