‘Yeni toplumsal hareketler’, özellikle 1960’ların sonlarında ortaya çıkan ve toplumsal yapının farklı katmanlarındaki çelişki ve çatışmalar üzerinde hareket eden, o alanların sorun, çözüm ve taleplerini öne çıkaran sosyal-muhalif hareketleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Yeni toplumsal hareketleri, “yeni” yapan şey, bu hareketlerin eskinin büyük, kitlesel ve bütünlüklü hareketleri karşısında, daha parçalı, farklılaşmış ve özelleşmiş konular çerçevesinde oluşmuş […]
‘Yeni toplumsal hareketler’, özellikle 1960’ların sonlarında ortaya çıkan ve toplumsal yapının farklı katmanlarındaki çelişki ve çatışmalar üzerinde hareket eden, o alanların sorun, çözüm ve taleplerini öne çıkaran sosyal-muhalif hareketleri tanımlamak için kullanılmaktadır.
Yeni toplumsal hareketleri, “yeni” yapan şey, bu hareketlerin eskinin büyük, kitlesel ve bütünlüklü hareketleri karşısında, daha parçalı, farklılaşmış ve özelleşmiş konular çerçevesinde oluşmuş olmasıdır. “Eski” ve yeni hareketler arasındaki farklılık sadece ilgi alanları ve taleplerle belirlenmemekte, aynı zamanda kullanıma sokulan yeni eylem ve söylem biçimlerinin varlığı da bu alanda belirleyici olmaktadır.
Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışını belirleyen noktalar temelde; teknolojik gelişmelerin ve endüstriyel büyümenin yarattığı yeni sorunlar neticesinde yeni teknolojik paradigmanın üretim süreci üzerindeki etkisi ve bu süreci değiştirmesi (Şaylan, 2003); üretim yapısında esnek üretime doğru gerçekleşen değişimler (Belek, 1997); sınıf çatışmalarından farklı olarak ortaya çıkan yeni toplumsal çatışmalar; ve hizmet sektörünün imalat sektörü aleyhine büyümesi (Coşkun, 2007) olarak sıralanmaktadır. Yeni toplumsal muhalefet hareketlerinin nedenleri, dinamikleri, yapıları ve ufku gibi konular temelde bu başlıklar etrafında değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Bununla birlikte, yeni hareketlerin talep ve içerik bakımından eski hareketlerden çok farklı olmadığını ifade edenler de mevcuttur. Tanıl Bora bu noktayı vurgulayarak; yeni hareketlerin, tanımladığı sorun alanları ve talep içerikleri bakımından; 19. yüzyıla uzanan kökleri olduğunu söylemektedir (Bora, 1990).
Sınıfın reddi mi yeniden anlamlandırılması mı
Kimi düşünürler, yeni toplumsal hareketlerin en önemli farkının “sınıf” vurgusundan uzaklaşarak emek-sermaye çelişkilerinin üzerinden atlanması olduğunu iddia etmektedirler. Toplumsal hareketlerin, “sınıf”ı merkezden ederek, siyasal olanı giderek daha fazla oranda dışladığını iddia eden bu tarz vurgular, toplumsal olana dair bütünlüklü bir fikri çerçeveye sahip olan her cepheden yapılmaktadır (bkz. Touarine, Castell, Inglehardt, Giddens, Diani, Tilly, Ouvina, Hardt ve Negri, Marcuse, Löwy, Urry, Hall vb). Fakat bu konudaki vurguların yönü ve içeriği elbette önemli farklılıklar barındırmaktadır.
Ana akım toplumsal yaklaşımlar, yeni hareketlerin “sınıftan uzaklaşma” durumunu olumlamakta ve bunun “demokrasi” için önemli bir özellik olduğunu belirtmektedirler. Böylece, yeni toplumsal hareketleri yalın bir sivil toplum tartışmasının içinde betimleyerek, bu hareketleri demokrasinin meşruluğunu sağlayan “zararsız” figüranlar mertebesinde tutma eğilimi göstermektedirler.
Marksist yaklaşımlar ise, bu konuda iki farklı seyir izlemektedir. Klasik Marksist eleştiriler, bu hareketleri “iktidar perspektifi yoksunluğuyla” suçlamakta ve her türlü “toplumsal fark”ı, sınıfsal farkla eşitleyen, sınıf çelişkilerinin merkeziliğini ortadan kaldıran yaklaşımlarla eşdeğer tutmaktadırlar. Buradan yola çıkarak, yeni toplumsal hareketlerin köklü ve etkili sonuçlara ulaşamayacağını, “sivil toplumculuk”tan ve “amaçsız” dönemsel hareketlerden ileri gidemeyeceğini belirtmektedirler.
Aynı anlayışlar, yeni hareketlerin örgütlenme biçimleri, eylem stratejileri, hedefleri ve talepleri konusunda da tereddütlü davranmakta ve bu hareketlere karşı mesafeli durmaktadırlar. Buna göre; yeni toplumsal hareketler temelde “sosyal”dir. Hedef, iktidarı ele geçirmek değil, sivil toplumu hareketlendirmektir. Bu eleştirilerin göz önüne alınması gereken yönleri bulunmakla birlikte yeni toplumsal hareketlerin tümüyle “siyasal” olanı dışladığını ve “sınıf”tan vazgeçtiğini söylemek pek de mümkün olmamaktadır. Yeni toplumsal hareketler, aslında “eski”nin direnç mekanizmaları, itiraz sebepleri ya da karşı çıkış pratiklerine yaslanarak başka biçimler altında var olmaktadırlar (Çetinkaya, 2008:569). Bu anlamda, eski hareketlerden tamamen kopuk ve uzlaşmaz şekilde farklı olduklarını söylemek çok da doğru bir iddia olmayacaktır.
Marksist yaklaşımın diğer seyri tam da bu noktada görünür hale gelmektedir. Marks’ın “toplumsal hareketin siyasal hareketi dışladığını söylemeyin. Aynı zamanda toplumsal olmayan siyasal hareket yoktur” ifadesini hatırlatan bu yaklaşım; yeni toplumsal hareketlerin, ‘toplumsal’ ile ‘siyasal’ arasında kurulacak bir ayrımla açıklanamayacağını, çünkü siyasal olan her şeyin aynı zamanda toplumsal olduğu gibi, toplumsal olan her şeyin de özü itibariyle siyasal olacağını ifade etmektedir.
Buradan yola çıkarak, yeni toplumsal hareketlerin iddia edildiği kadar “renksiz” ve “yönsüz” olmadığı vurgulanmaktadır (bkz. Offe, Wallerstein, Williams). Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıktığı (1960 sonları) tarihsel-toplumsal düzlem düşünüldüğünde bu iddianın geçerliliği mümkün görünmektedir. Raymond Williams’a göre yeni toplumsal hareketler “yanlış bir biçimde sınıf politikasının ötesine geçmek” olarak yorumlanmıştır. Oysa, yeni toplumsal hareketlerin (çevre, barış, insan hakları vb.) içerdiği sorunlar bizi tekrar sanayi üretim tarzının başlıca sistemlerine ve özellikle de sınıflar sistemine götürmektedir. Williams’a göre, yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkması ile ileri kapitalizm arasında çok güçlü bağlar vardır. Dolayısıyla yeni toplumsal hareketler sınıf dışı sayılamazlar (Williams, 1989). Zira “toplumsal” olana vurgu yapmak, doğrudan sınıfa sırt dönmek anlamına gelmeyeceği gibi, “sınıf sorununu” yalnız siyasal olanla ve “görünür” siyasal alanla açıklamaya çalışmanın ne ölçüde doğru olduğu da, üzerine düşünülmesi gereken bir husustur.
Marksizm içinde yeni toplumsal hareketleri olumlayan yaklaşımlar; bu hareketlerin eskiye nazaran daha yatay, otoriter olmayan yönetim tarzları, alttan örgütlenebilen, hızlı ve doğaçlama eylem kabiliyetleri ile günlük yaşamın pek çok farklı katmanında var olabilme ve toplumsal sistemde artan denetime karşı parçalı-şekilsiz yapılarının bir varoluş aracı olabilme durumuna vurgu yaparlar. Yeni toplumsal hareketlerin, sınıf mücadelesini reddetmeden çok daha esnek ve yaratıcı direnişler, birliktelikler geliştirebilme potansiyeli ile ilgilenirler.
Kapitalist hegemonyanın toplumsal yapının her katmanına sızdığı ve denetimin gittikçe yoğunlaştığı bu dönemde, direnişin de yalnız tanımlı makro alanlarla sınırlı olmadığını, tahakküm ve direniş pratiklerinin toplumsal yapının her alanı için giderek daha içkin ve belirgin bir hal aldığını belirtirler.
Saçaklardan doğru isyan
Kuşkusuz ki yeni toplumsal hareketler üzerinde yapılan çok çeşitli tartışmaların bir nedeni de, bu hareketlerin oldukça heterojen ve parçalı bir yapıya sahip olmasıdır. Dünyanın pek çok bölgesinde (özellikle kapitalist küresel sistemin dünya tasnifine uygun olarak) yeni toplumsal hareketler farklı özellikler ve öncelikler göstermektedir.
Yeni toplumsal hareketler içerisindeki ana farklılık çizgisini “merkez” kapitalist ülkeler ile “çevre” ülkelerdeki hareketler arasında çizmek mümkündür. Latin Amerika’daki yeni hareketler üzerine çalışan Özbudun da bu noktaya değinmektedir: “Kapitalist ülkelerdeki yeni sosyal hareketlerle çeperdekiler arasında karşılaştırma yapacak olursak, “birinci dünya”dakiler (feminizm, ekolojizm, barışçılık, başka dünyacılık vb.) toplamında merkez kesimlerden kalkınan kolektif hareketleri oluştururken, Latin Amerika’dakiler sosyal bileşimleri açısından ‘saçaklardan doğr
u isyan’ olarak tanımlanabilir. Günümüz Latin Amerika’sında mevcut mücadelelerin büyük bölümü, eğitim düzeyi son derece düşük olan “dışlanmışlar”, işsizler, yerliler, kırsal emekçiler tarafından veriliyor”.
Anlaşıldığı üzere, yeni toplumsal hareketler refleks konuları, bileşimleri ve yapıları itibariyle de (zaman zaman çelişik boyutlara varan) çeşitlilikler gösterebilmektedir. Dolayısıyla, yeni toplumsal hareketlere dair yukarıda sözü edilen her türlü eleştiri, haklı addedilebileceği bir yön barındırabilmektedir.
Fakat burada dikkat çekilmesi gereken nokta; ‘sınıf’ı dışlamanın, yeni toplumsal hareketlerin doğasında var olan, ona içkin bir durum olmadığı ve sınıf temelli bir yeni sosyal-toplumsal hareketin her zaman mümkün oluşudur. Bunun örnekleri; Meksika’da Zapatistalar, Bolivya’da su ve doğalgazın özelleştirilmesine karşı patlak veren sokak savaşları, Brezilya’da Topraksızlar Hareketi, Arjantin’deki İşsiz İşçiler Hareketi vb. gibi birçok toplumsal harekette görülebilir.
Anlaşıldığı gibi, yeni toplumsal hareketlerdeki sınıf vurgusuna ilişkin durum; hiç kuşku yok ki Alain Touraine’in savladığı üzere, “sınıf mücadeleleri bitti, sınıflar ortadan kalktı. Artık devir, ‘kimlik mücadeleleri’ devridir” türünden bir postmodern “son”lar söylemine teslim olmak değildir, olmamalıdır (Özbudun, 2009). Tam tersine, sınıfsal olanın işlenerek daha yaygın, içkin ve gündelik hale getirilmesinden bahsedilmelidir. Yeni toplumsal hareketler böylece; emek-sermaye çelişkisinin yeni dönemde aldığı çeşitlenmiş ve farklılaşmış biçimler üzerine oluşan hareketler olarak değerlendirilebilir.
Bu konuda Hernan Ouvina’nın belirlemeleri de önemli bir noktada durmaktadır: “Toplumsal hareketler terimi, son 20 yılda artan toplumsal dışlama, temsil krizi ve siyasal katılım mekanizmalarının aşınımı sonucu ortaya çıkan kolektif özneleri tanımlamada kullanılmaktadır. Bu orijinal protesto biçimleri kısmen tedrici sanayisizleşme ve kolektif haklar yitiminin damgasını taşıyan yeni bir sosyo-ekonomik yapıya yanıt verir niteliktedir. Son on yıllarda mücadelelerin çoğu, tutunum ve kimlik ortamı olarak çalışma mekânıyla (özellikle fabrika) bağlantılıydı. Günümüzde toplumsal protesto modaliteleri çalışma sorunsalını aşıp öncelikle teritoryal tipte pratiklere konumlanmaktadır. Konut, beslenme, ekoloji, kamu hizmetleri, insan hakları ya da geleneksel değerlerin geri kazanılması günümüz toplumsal hareketlerini kat eden başlıca eksenleri oluşturuyor. Bir siyasal boşluğa toplumsal yanıt oluştursalar da bu, bu hareketlerin aynı zamanda ‘siyasal’ olmadığı anlamına gelmez. Bunlar – eylem biçimleri toplumsal kurumların kabul ettiği meşruiyet sınırlarına denk düşmese de- toplum tarafından siyasal aktör olarak tanınmayı talep etmektedir. Yanı sıra, elde edilmeleri toplumun tümünü etkileyecek talepleri bulunuyor”.
Aynı şekilde sınıf ve sınıfsallık kavramlarını Thompson’a atıfla düşünmek de yeni hareketleri anlamlandırmak açısından faydalı olabilir. Sınıfı bir “tarihsel ilişki biçimi” olarak değerlendiren Thompson, ortak deneyimlerin sınıfı oluşturduğunu ifade etmektedir. Buradan yola çıkan Özuğurlu’nun “ortak sınıf deneyimlerinin kültürel terimlerle ifade edilmesinin ‘sınıf bilincini’ oluşturacağı” (Özuğurlu, 1996) yargısı ise, çeşitli toplumsal-kültürel vurgular esnasında temel çelişkileri (ve dolayısıyla siyasal olanı) unutmakla suçlanan yeni hareketleri anlamlandırmak adına önemli bir kanal açmaktadır.
Yukarıdaki tartışmanın da gösterdiği gibi; Marksist eleştiri içerisinde yeni toplumsal hareketler konusundaki farklı görüşler, yine Marksizm içi “sınıf” (ve bu dolayımla bilinç, gündelik hayat, politika yapma ve eyleme biçimleri vb.) tartışmalarının seyri ve bu alandaki yaklaşımlar ile önemli paralellikler içermektedir.
Yükselen bir hareket hak mücadeleleri
Yeni toplumsal hareketler içerisinde görülebilecek hak hareketleri ise son dönemde Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde özel ve önemli bir yer edinmektedir. Hak hareketleri, eleştirel vurgularını bütünlüklü bir toplumsal eleştiri zeminine oturtarak söz konusu durumun sınıfsallığına belirleyici bir konum atfetmektedirler. Böylece, tek tek “hak” zeminleri üzerinde yükselen muhalif çaba; yüzeysel, yalıtık ve tek başına o alanla sınırlı kalmayıp kapsamlı ve köklü bir eleştiri penceresi aralamaktadır.
Temel haklar ekseninde ve özel sorun alanları etrafında parça parça fakat birlikte ilerleyen mücadeleler, toplamda kapsamlı, bütünlüklü ve ortak bir toplumsal muhalefet zeminine dönüşmektedir. Hak hareketleri, gittikçe dağılan ve sermaye eksenli olarak yeniden biçimlenmekte olan kamusal alanın, demokratik yeniden inşası için hak mücadelesinin önemine vurgu yapmakta ve bu eksende yapılanmaktadır. Bu çerçevede tüm temel hakların güvence altına alındığı belirli bir toplumsal yapıyı hedeflemektedir. Dolayısıyla, kaçınılmaz olarak politik bir içerikle donanmış ve dahası bunu bilinçli bir tercih haline getirmişlerdir. Hak temelli muhalif hareketleri, sadece o andaki probleme odaklı, “sivil toplumcu” yaklaşımdan ayırarak toplumsal muhalefet içerisine yerleştiren nokta da burasıdır.
Toplumsal hareketlerin tümünde olduğu gibi, hak hareketleri de eylemlilik ve sınırlar konusunda “yasallık”tan çok meşruluk ve kitlesellik gibi kavramlara dayanmaktadırlar. Toplumsal olarak yaratılmış bir meşruluk hali, hak hareketlerinin temel ikna ve motivasyon noktasını oluşturmaktadır. Bu hareketlerin, toplumsal etki gücünü de büyük oranda buradan aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Dünyayı kaplayan kriz dalgasına karşı etkili çözümler üretemeyen küresel egemenlerin ekonomik alanda yönetemedikleri krize karşı siyasal tedbirlere yaslanması, halk kitlelerini daha da baskılayan bir atmosferde faşizan uygulamaların neredeyse ‘standart’ hale getirilmesi, içinden geçtiğimiz günlerde giderek daha açık biçimlerde görülmektedir.
Böylesi bir tarihsel dönemde, hem toplumsal muhalefet zeminlerinin genişletilmesi hem de bu zeminler üzerinde yükselecek hareketlerin kalıcı ve köklü bir toplumsal muhalefet dalgasına dönüştürülebilmesi çabasında hak hareketleri, sahip oldukları geliştirici, üretken ve kitlesel potansiyelle oldukça merkezi bir konumda bulunmaktadırlar.
Çağrı Kaderoğlu
Gazeteci