Tekel işçilerinin direnişinin 36. günündeyiz ve artık açlık grevi başladı. Ankara’nın şimdilik kışa inat ılık geçen geceleri yavaş yavaş ayaza çalıyor, ayaza giderek hızlanan yağmur da katılıyor. İşçilerse, ayaza çalan geceye inat slogan atmayı, şarkılar söylemeyi ve gecenin dördünde “Ampül Tayyip’e” selam göndermeyi kesmiyorlar. Atılan sloganlardan ikisi Tekel direnişin simgesi haline gelmeye ve geceyi ısıtmaya […]
Tekel işçilerinin direnişinin 36. günündeyiz ve artık açlık grevi başladı. Ankara’nın şimdilik kışa inat ılık geçen geceleri yavaş yavaş ayaza çalıyor, ayaza giderek hızlanan yağmur da katılıyor. İşçilerse, ayaza çalan geceye inat slogan atmayı, şarkılar söylemeyi ve gecenin dördünde “Ampül Tayyip’e” selam göndermeyi kesmiyorlar. Atılan sloganlardan ikisi Tekel direnişin simgesi haline gelmeye ve geceyi ısıtmaya devam ediyor. Bu sloganlardan biri, hakkında açılan davalar hala süren “Ampül Tayyip” sloganı; diğeri ise tüm kitlenin oturup kalkarak attığı “Tayyip Tayyip baksana, 4-C, 4-C alsana” sloganı. Türk-İş binasının önünde yakılan ateşlerin dumanı tüm işçilerin ve işçilerle birlikte sabahlayan devrimcilerin üstüne ağır bir is kokusu sindiriyor. Herkes Tekel direnişine katılanları üzerine sinen is kokusundan ayırır oluyor. İşçilerse açlık grevine girerken ağızlarından şu cümleyi düşürmüyor: “Ölümüz dirimizden daha çok ediyor”. Çünkü şayet işçiler 31 Ocak’tan önce ölürlerse, yakınlarına devredecek olan emekli maaşları 4-C statüsünde alacakları maaştan daha fazla olacak!
Açlık grevinin başlamasından önce Pazar günü gerçekleşen Türk-İş mitinginin görüntüleri ise henüz televizyonların haber bültenlerinden düşmedi. Mitingin gerçekleşmesini sağlayan temel dinamik olan “eski Tekel işçisi” de doğalında ne kadar görmezlikten gelmeye çalışsalar da haber bültenlerinin ana konusunu oluşturuyor. Miting günü, Tekel işçisinin önemli ölçüde umut bağladığı Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun ağzından çıkacak bir “genel grev” sözünün sınıf mücadelesinin seyrini değiştireceği kritik bir gündü. Ancak herkesin izlediği üzere ne eski Tekel işçisinin, ne de sol kamuoyunun bu beklentisi karşılandı. Kumlu’nun konuşması karşısında işçilerin ortak tepkisi, “Kumlu bırakalım genel grevi, Tekel işçisinin mücadelesine bile vurgulu şekilde sahip çıkmadı” biçimindeydi. Zaten mitingin üzerinden geçen iki günde işçiler arasında hakim olan genel kanı da mitingin bir gaz alma eylemi olduğu biçimindeydi.
Kumlu’nun tercihinin doğal sonucu ise direnişteki Tekel işçilerinin zaten kendilerinin olan Türk-İş binasını kısa süreliğine “işgal” etmesi oldu. Sokakta bekleyen işçilerin işgali gerçekleştiren işçilere gösterdiği tepkilerse oldukça çeşitliydi. İşçilerin bir kısmı, “kardeşim yapmayın, sonra bizi kötü gösterecekler” derken, bir kısmı da “Kumlu istifa, genel grev genel direniş” sloganları attılar. Bütün bu hengamenin ortasında Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’in açıklama yapacağının duyulması, kulakları ve gözleri pür dikkat Türk-İş balkonuna çevirdi. Türkel yaptığı konuşmada Türk-İş yönetimini hedef tahtasına koyarken, eleştirileri KESK’i, DİSK’i ve solu da teğet geçmedi. Türkel’in Türk-İş yönetimine dair eleştirileri kimseyi şaşırtmazken, KESK’i, DİSK’i ve aslında genel olarak ülke solunu eleştirmesi muhataplarında genel bir şok havası yarattı. Bu noktada Tekel işçilerinin Ankara direnişi hakkında sol içinde başından beri süren ve artık kaynayan bir tartışma halini alan “yeni dönem sınıf hareketi” ile kurulacak ilişkinin niteliği üzerine söylenecekler var.
Direnişteki işçiler 31 Ocak’ta Tekel işçisi olmayacaklar!
Ülke gündeminde uzun süredir yer alan “eski Tekel işçisinin” direnişi, 31 Ocak tarihi itibarıyla bir uzlaşı olmazsa her halükarda sona erecek! Çünkü 31 Ocak tarihi itibarıyla kâğıt üzerinde dahi Tekel işçisi kalmayacak. Tekel işçilerinin iş akitleri 31 Ocak tarihinde Özelleştirme İşleri Daire Başkanlığı tarafından sona erdirilecek. İşçilere kabul etmeleri durumunda herhangi bir kamu kurumuna 4-C statüsüyle atanacakları bildirileli çok oluyor. Ancak işçiler 4-C statüsünü kabul etmedikleri sürece, devam eden direniş 31 Ocak tarihinden sonra artık “Tekel işçisinin” direnişi olmaktan çıkıp, işsiz işçilerin güvenceli iş ve insanca yaşam mücadelesine dönüşecek.
Yani mevcut direniş uzun yıllardır “geleneksel işçi kitlesi” ve “yeni işçi kitlesi” arasında yaratılamayan ortak mücadele kültürünün hayata geçmesi açısından tarihi bir önem arz ediyor. İşçilerin mevcut direnişi bu iki “hasım” topluluğu birleştirecek ortak bir köprü işlevi görme potansiyelini taşıyor. Ancak bu yeni potansiyelin yeterince görülebildiğini söylemek zor.
Tekel işçisinin mücadelesi Ankara’da ve bugün başlamadı. Tekel fabrikalarının olduğu bütün şehirlerde özelleştirme karşıtı mücadele biçiminde inişleriyle çıkışlarıyla yıllardır bir şekilde gündem oldu. Ancak bu gelişim seyri içinde gerek Tekel işçisinin sol damarının zayıflığından, gerekse solun direnişle ilişkilenme tarzından kaynaklanan belirli sınırlar içerisine tıkılıp kaldı ve politik gündemde önemli bir yere oturmadı. Fakat Ankara’da Abdi İpekçi Parkı’nda polis saldırısıyla yeniden gündeme gelen direniş, bir yandan Tekel işçisinin mücadelesi bakımından yeni bir aşamayı oluştururken öte yandan da tüm ilerici güçlerle AKP iktidarının neo-liberal politikaları arasında bir kapışma alanına dönüşme şansını yakaladı. Gerek Tekel işçisinin toplumun vicdanında yaratmış olduğu eşine az rastlanır meşruluk, gerek polis saldırısı sonrasında toplum vicdanında açılan yara, hem Tekel işçilerine hem de sola geniş bir hareket alanı sağlamış oldu. Tam bu noktada Türk-İş ve bağlı sendikaların mücadeleyi pasifist, uzlaşmacı bir tarzda yürütmesini eleştirme kolaylığına kaçmayacaksak çuvaldızı batırma zamanı.
Neo-liberal politikaların ana ekseninde bulunan üretim ve yeniden üretim sürecinin yeniden yapılandırılması başlığı Tekel direnişini anlamada yararlı olacaktır. Neo-liberal politikaların temel amaçlarından birisi emek gücünün daha elverişli şartlar altında sömürülmesiyse; Tekel işçisinin eski çalışma koşulları yeterince elverişli değildir. Eksik de olsa özlük hakları; az çok hayatı idare edebilecek bir maaş bu elverişsizliğin temel nedenidir. Sermayenin 4-C yasası ile istediği ise işçilerin hiçbir özlük hakkının kalmaması ve maaşların açlık sınırının altına indirilmesidir. Bu da bir zamanların “ayrıcalıklı” işçi grubunun artık yeni koşullar altında yeniden proleterleşmeye itilmesi demektir. Peki, uzun yıllardır politik söylemlerinin ana eksenlerini neo-liberalizme karşı mücadele olarak belirleyen, başta emek örgütleri olmak üzere ilerici güçler, Tekel direnişini güvenceli çalışma mücadelesinin neresine koymaktadır? Tekel işçisine yönelik ilksel gözlemler, direnişin bugün ulaştığı aşamayı anlamayı zorlaştırmıştır. Bu ilksel tepkiler, Tekel işçisinin, “geleneksel işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimlerinden biri olan ve yine geleneksel bir devlet sendikası olan Türk-İş’in içinde örgütlü olan, direnme şansı zayıf, bizden ırak bir topluluk” olarak görülmesi biçimindeydi. Hatta bazı sol militanlarda bile, “direnişin kısa sürede Tekel işçilerinin kararlılık göstermemesi sonucunda biteceği” kanısı hakimken, oturma eylemi sırasında hakim olan kanılardan birisi de, eylemin Türk-İş mitinginde Kumlu tarafından, hükümetle iş güvencesi sağlayan 4-D statüsünde anlaşıldığına dair bir açıklama yapılarak dağıtılacağı ve Tekel işçisinin evine geri döneceği biçimindeydi. İşçilerin çoğunun sağcı olması nedeniyle “devrimci bir mücadelenin yaratılması şansının düşük olduğu” yönündeki değerlendirmeler de kısık sesle de olsa çıkıyordu.
Ancak Tekel işçisi miting sonrasında bu beklentileri ve ezberleri altüst eden bir cevvallik gösterdi. Şimdi “eski Tekel işçi
leri” tarihe ya toplumsallaşan bir direnişle neo-liberal dönüşüm sürecinin önündeki en önemli tıkaçlardan birini yaratan bir mücadelenin ya da toplumsallaşma olanakları sınırlı kaldığı için zayıf düşerek yenilen bir mücadelenin aktörleri olarak not düşülecek.
Tekel işçisine destek değil! Tekel işçisiyle ortak mücadele!
Bu yol ayrımında, Tekel işçilerinin direnişinin geleceğini belirleyecek olan iki özneyi net olarak öne çıkarmak gerekli: Bunlardan birincisi Tekel işçilerin kendisi, ikincisi sol toplumsal muhalefet.
Tekel işçisi çok özel bir dönemde* tüm beklentilerin üzerinde bir direniş göstererek, hem bütün sola derin bir nefes aldırdı, hem de kendi direnişi açısından önemli bir pozisyon avantajı yakaladı. Var olan direniş ve direnme kararlılığı halen AKP hükümetini hiç olmadığı kadar sıkıştırma potansiyeline sahip. Tekel işçisi AKP binalarına kendilerini zincirleyerek, vapur kaçırarak kendi militan eylemini örgütleme olgunluğuna sahip olduğunu gösterdi. Tekel işçisi bazı tereddütleri her mücadelede olduğu gibi barındırsa da, “Ölmek Var, Dönmek Yok” diye haykırıyor. Ayrıca sol tarafından başlangıçta es geçilen bir başka özellik de, Kürt işçilerin mücadele içersindeki varlığı ve duruşu ile direnişe militan bir ruh katmaları. Kısacası Tekel mücadelesi birden fazla sebeple radikalleşme potansiyelini barındırıyor.
Tekel direnişinin yaratmış olduğu olumlu havayı değerlendirip hem AKP, hem de neo-liberal kapitalizm karşıtı sosyalist bir çizgiye çekme görevi devrimcilere düşmektedir. Lakin bu görev bu dönemde ancak klasik anlamdaki bir destek ilişkisinin içerisine sığmayacak bir ortak mücadele deneyimiyle mayalanabilir. Ancak bu bakımdan daha alınacak çok yol olduğu da görülmektedir.
Mevcut hareket düzlemi KESK ve DİSK gibi önemli ilerici emek örgütleri açısından “klasik dayanışma” ilişkisindeki önemli eksikliklere işaret etmektedir. Tek Gıda-İş Genel Başkanı Türkel, mücadelenin boğulma ihtimaline karşı emek örgütlerini özellikle her gün saat 17:00 ile 19:00 saatleri arasında Sakarya Meydanı’na gelmeye ve oradan da taşarak Kızılay Meydanı’nı doldurmaya çağırırken, ortada bırakılan boşluk kendini acı bir şekilde hissettirmektedir. KESK ve DİSK’in Türkiye işçi sınıfına olan “taşeronlaştırmaya ve sözleşmeli çalışmaya karşı, güvenceli gelecek, insanca yaşam mücadelesi borcu” daha da kabarmaktadır. Bu talepler çerçevesinde üretimden gelen gücün çeşitli biçimlerde kullanılması için Türk-İş’in de katılacağı bir genel grev kararı alınması olmazsa olmaz değildir!
Direniş açlık greviyle devam ederken yapılan bir eyleme ya da alanın kendisine devlet tarafından yapılacak bir müdahale de olasılık dışı değildir. Tekel işçileri Abdi İpekçi Parkı’nda havuzlara sürülürken refleks eylemi sınırında kalan sol, böyle bir müdahaleye güçlü bir karşılık vermeye hazır olmalıdır. Sol, Tekel işçisine olası bir müdahaleyi AKP faşizmine karşı ülke çapında militan bir mücadele ile karşılamasını bilmelidir.
KESK’in, DİSK’in ve demokratik kitle örgütleriyle ilerici siyasi partilerin üyeleri mecazi anlamda değil gerçek anlamda, neo-liberal sistem karşısında Tekel İşçisidir!
* Bu süreç DTP’nin mahkeme kararıyla kapatıldığı, Kürt sorununda meydana gelen olumsuz gelişmelerin tüm solda özel bir basınç yarattığı bir dönemdi. Bunun yanı sıra ülke gündemi AKP tarafından yapılan “demokratik açılımın” tıkanışına kilitlenmiş durumdaydı.