Obama, ya da patronunuz, ya da gazete, ya da başka biri “şunu yapıyoruz” dediklerinde, bilin ki sıklıkla tersi doğrudur ve bu nedenle onların dediklerine aldırmayın ya da tam tersine inanın. Kendinize ve birlikte hareket ettiğiniz kişilere güvenmelisiniz. Yukarıdan bir hediye gelmiyor; onu kazanacaksınız, mücadele ederek kazanacaksınız… Bu söyleşi 9 Ekim 2009 tarihinde, Profesör Noam Chomsky’nin […]
Obama, ya da patronunuz, ya da gazete, ya da başka biri “şunu yapıyoruz” dediklerinde, bilin ki sıklıkla tersi doğrudur ve bu nedenle onların dediklerine aldırmayın ya da tam tersine inanın. Kendinize ve birlikte hareket ettiğiniz kişilere güvenmelisiniz. Yukarıdan bir hediye gelmiyor; onu kazanacaksınız, mücadele ederek kazanacaksınız…
Bu söyleşi 9 Ekim 2009 tarihinde, Profesör Noam Chomsky’nin Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ndeki ofisinde gerçekleştirilmiştir.
Diane Krauthamer: Röportaja, mevcut ekonomik kriz ve işçilerin karşılaştığımız sorunların üstesinden nasıl gelebilecekleri üzerine bir tartışmayla başlamak istiyorum. Boston Review gazetesinde basılan “Kriz ve Umut: Bizimki ve Onlarınki” başlıklı yakın zamanda yazmış olduğunuz bir yazıda, şöyle diyorsunuz: “Finansal krizin yaraları bir şekilde sarılacaktır, bir yandan da çokça yaratmış olduğu kurumları arkasında bırakarak”. Bunu takiben, özellikle ilk başta tüm Avrupa’da ve sonrasında Kuzey Amerika’da da baş göstermiş olan işyerlerinde militan bir endüstriyel eylem ayaklanmaları ortaya çıktı. Bildiğiniz gibi, Chicago’daki Republic Pencere ve Kapı Fabrikası’ndaki 1930’lardan sonra Birleşik Devletlerde gerçekleşmiş ilk fabrika işgaliydi.
Noam Chomsky: Hayır, aslında tam olarak öyle değil, çünkü Ohio, Youngstown’daki U.S. Steel (Birleşik Devletler Çelik) 1979 grevi de bir işgaldi -ve aslında, şu an gerçekten takip edilebilecek bir modeldi. Oradakiler işi grevden alıp, işgücünün ve oradaki topluluğun U.S. Steel’in boşalttığı terkedilmiş fabrikaların kontrolünü devralmasını sağladılar. Sonrasında, takip eden yasal süreç radikal işçi avukatı Staughton Lynd tarafından yürütüldü. Mahkemelerde kazanamadılar ama kazanabilirlerdi ve bunun için gerekli desteğe sahiplerdi. Bu olsaydı, gerçekten bayağı önemli bir şey olmuş olacaktı.
Bu da beni, işçilerin toplu işten çıkarma olayına nasıl tepki verdikleri ile ilgili soruma getiriyor. Bana öyle geliyor ki, işçiler uzun vadede kendi öz-yönetimlerine doğru nasıl ilerleyebileceklerinden çok, sınırlı kazanımları amaçladıkları gibi bir hissiyat uyandırıyor.
IWW’nin (Industrial Workers of the World – Dünya Sanayi İşçileri) yapıyor olması gereken de bu: o kıvılcımı başlatmak. Evet, haklısın; tepkisel bir şey bu. Fakat aynısı 1930’lardaki oturma eylemleri için de geçerli. Demek istediğim, o oturma eylemlerinin idarenin kalbine bu kadar korku salmasının sebebi; bir oturma eyleminin işçilerin fabrikayı devralma yolunda sadece bir adım mesafede olduklarını göstermesiydi.
Şu anda, sayımızın gittikçe arttığını ve büyük oranda güç kazandığımızı hissediyorum, fakat Amerikan işçi hareketinin geri kalanı, ne kadar ciddi olduğumuzu tam olarak idrak etmiş durumda değil. Bahsettiğiniz kıvılcımı sağlayabilmek adına büyük önem taşıyacak olan, bu hareketi şu anki durumumuzdan daha geniş bir Birleşik Devletler işçi hareketinin parçası olmaya taşımak gerçekten zor bir marifet.
Birleşik Devletler, bu anlamda Avrupa ve diğer sanayileşmiş ülkelerden farklı. Amerika, alışılmadık ölçüde “işletme-bazlı” bir toplum. Ve buna yol açan her türden sebep mevcut; feodal bir arka planının olmayışı ki bu kurumlar Avrupa’da varlığını korurken, burada hiç yer almadı bile. Bunun dışında gene birçok sebep var. Fakat meselenin özünde, Amerika’nın, nadiren görülen bir sınıf bilincine sahip, kararlı ve Avrupa’dakinden daha şiddet dolu bir işçi mücadelesi tarihine sahip işveren sınıfı tarafından idare edilmesidir. Sendikalara olan saldırı, burada daha aşırı olmuş ve çok daha başarılı sonuçlanmıştır. Ayrıca, iş dünyasının propagandası da daha başarılı olmuştur. Sendika karşıtı propaganda, Avrupa’dakinden önemli ölçüde fazla derecede etkili olmuştur, hatta sendikanın faydasını gören işçi sınıfı içinde bile. İşin aslı, Birleşik Devletlerdeki işveren propagandasının esas vurucu yönü, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimini takiben, hükümetin şeytanlaştırılmasıdır.
İkinci Dünya Savaşı, Birleşik Devletlerde ve kalan ülkelerde de, halkın radikalleşmesini getirerek sona erdi ve halkın yönetimi devralması, hükümet müdahaleleri ve işçilerin fabrikaları ele geçirmeleri için çağrıda bulunmuş oldu. İş dünyası da inanılmaz bir karşı saldırı propagandası örgütledi. Konuyla ilgili literatürü okuduğumda, işin boyutu beni şaşırtmıştı. İki ana hedef vardı: biri sendikalar, diğeri de demokrasi. Evet, demokrasi (onlar için), insanların hükümete, hükümet kendilerine aitmiş gibi değil; kendilerini soyup soğana çeviren ve kendilerine baskı yapan yabancı, uzaylı bir güç gibi davranmasını sağlamak demekti. Bir demokratik yönetimde, bu sizin kendi hükümetiniz olmalıydı. Örneğin, demokrasinin olduğu bir yerde, vergilerimizi ödediğimiz gün olan 15 Nisan’ın bir kutlama havası içinde geçerdi; çünkü senin karar verdiğin şeylerin yapılabilmesi adına kaynak toplamak için bir araya geldiğimiz gün olurdu. Birleşik Devletlerde bu bir yas günü çünkü yabancı güçler (hükümet) senin o zor kazandığın paranı soymak için geliyor. Genel yaklaşım bu; ve bu demokrasi karşıtları açısından muazzam bir zafer, ve tabii ki imtiyazlı, öne çıkmış bir sektör de bu durumda demokrasiden nefret edecektir. Sağlık reformu tartışmalarında da bunu görebilirsiniz.
Halkın önemli bir kesimi, eğer sağlık sektörünü hükümet yürütür ise, özgürlüklerinin ellerinden alınacağını düşünüyor. Ama aynı zamanda, kamuoyu ulusal bir sağlık programından da yana. Bu çelişki bir şekilde çözümsüz kalmış oluyor. İş dünyasının propagandası açısından baktığımızda, özellikle ironik bir durum var çünkü iş dünyası halkın hükümetten nefret etmesini isterken, bir yandan devletin halk tarafından sevilmesini istiyor. Yani, kendi çıkarları için çalışan çok güçlü bir devletten yanalar. Bu yüzden halk olarak hükümeti sevmen gerekiyor, ama kontrol edebileceğin ve senin çıkarların için çalışacak hükümetten nefret etmen gerekiyor. Bu çok ilginç bir propaganda yolu, fakat oldukça başarılı bir şekilde yürütüldü bu. Bunu kendisini, bizi hükümet illetinden kurtaran kişi olarak sunan Reagan’ın taparcasına sevilmesinde görebilirsiniz. “Büyük hükümetin” bir havarisiydi aslında; Hükümet, Reagan’ın kanatları altında büyüdü. Savaş sonrası dönemde devlet başkanları içinde, serbest piyasanın en güçlü muhalifi oydu. Fakat gerçekte nasıl olduğu hiç de önemli değil, sizin tapabileceğiniz bir imaj tertiplediler. Bunu başarmak elbet güç, özellikle özgür bir toplumda, fakat bu yapıldı ve IWW aktivistlerinin yapması gereken de bu tarz şeylere karşı mücadele etmek, üretim alanlarında. Bu hiç de kolay bir şey değil, ama önceden bu da yapıldı.
İş dünyasının sınıf bilincinin yüksek olduğunu belirttiniz. Bu ifadeyi biraz daha açabilir misiniz?
Tabii, aslında yapmanız gereken tek şey iş dünyası literatürünü takip etmek. 1930’larda oldukça korkmuşlardı ve kitlelerin sanayicilere karşı tehlike arz edecek yükselen güçleri karşısında endişeliydiler. Onlar da Marksist retoriğe yöneldiler; sadece değerler farklılaşmıştı. Literatür şu şekildeydi; durmaksızın kitlelerin, doğuracağı tehlikeler ve nasıl kontrol edilebileceği hakkında konuşuyorlardı. Ne yaptıklarını farkındaydılar ve sınıf bilinçliliği yüksekti.
Kendi çıkarlarına hizmet edecek politikalar için sürekli baskı yapıyorlar. Örneğin, sigorta şirketleri ve büyük bankalar şimdi sevinçten havalara uçuyor ve iş dünyası sayfalarında
bunu gizlemiyorlar bile; çünkü krizden eskisinden daha da güçlü bir şekilde çıktılar ve diğer bir krize zemin hazırlamak için oldukça iyi bir konumdalar. Onu önemsemiyorlar, çünkü belli bir kefaletle gene serbest kalacaklar. Bu, intikam duygusunu da barındıran bir sınıf bilinçliliğidir.
İş dünyasının propagandayı kullanışı üzerine, şunu söyleyecektim; sendikaları başarısızlığa uğratmak için, şiddet içeren taktiklerden çok artık propaganda kullanılıyor. Buna katılıyor musunuz?
İkinci Dünya Savaşından sonra bir dönem, işçi hareketine desteğin güçlü olduğu zaman bu kurnazca yürütüldü. Fakat Reagan’dan beri, bu açıkça yürütülüyor. Demem o ki, Reagan sendikalardan acı bir şekilde nefret ediyordu ve onların mahvolmasını istiyordu. Bu ‘hava kontrolörlerinin’ grevi ile başladı ve o zamanda beri devam etti. Reagan yönetimi iş dünyasına, iş kanununu tatbik etmeyeceklerini belirtti. Reagan dönemi boyunca, yasadışı işten çıkarmalar üçe katlandı. Bu, o şirketlerin sendikaları yok etmede uzmanlaşmaya başladığı zamandı. Bunu bir sır olarak saklamıyorlar ve sendikaların nasıl yok edileceği konusunda her türlü idari tekniğe haizler. Ve Clinton işbaşına geldiğinde, bu bir nebze daha makul bir orana kavuştu, fakat Clinton’ın sendikaları sona erdirmek için başka bir aygıtı vardı: NAFTA (North America Free Trade Agreement – Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması). Hükümet tamamiyle kanun tanımaz bir nitelikte olduğundan, işverenler sendikaları, işi başka bir yere taşımakla tehdit ediyorlardı. Bu yasal bir şey değildi, fakat dediğim gibi kanun nizam tanımayan bir hükümetiniz varsa, bunun gayrimeşru olup olmadığı hiç problem değildi. Sanıyorum ki engellenen sendika girişimlerinin sayısı yüzde 50 oranında artmıştı. NAFTA mevzuatının belli bir kısmı, emek pratikleri üzerine çalışmaları gerekli kılıyordu ve bir emek tarihçisi tarafından hazırlanmış, NAFTA’nın nasıl sendikaların altını boşaltmak ve yok edilmek için kullanıldığını anlatan iyi bir çalışma vardı. Evet, Clinton yıllarında durum bu şekildeydi, sonra tabii ki Bush geldi… Ki hakkında konuşmamıza bile gerek yok. Fakat Reagan’la birlikte sendikalara olan saldırı çok açık bir hal aldı. Artık Pinkertonlar[1] yoktu, fakat kanunlar da uygulanmıyordu.
Starbucks’ın hem kurum içinde hem de dışarıda her türlü sendika karşıtı propagandaya son vermesi sayesinde; IWW’de, özellikle de Starbucks İşçileri Sendikası’nda sıkça fark ettiğimiz şey şu oldu; birçoğunun yaptığı şey, işçilere bir sendikaya ihtiyaçları olmadığını anlatmak.
Bu Whole Foods[2] çizgisidir işte, sendikasız durumları daha iyi işçilerin.
Doğru, Kurumiçi Toplumsal Sorumluluğu (CSR, Corporate Social Responsibility) kullanıyorlar. Ve bunlardan çoğu oldukça etkili.
Öyle.
Peki, o zaman biz, küçük ve bağımsız bir işçi sendikası olarak bu tür propagandalara karşı savaşmak için neler yapabiliriz?
İnsanları örgütlemeniz ve gerçekleri anlatmanız gerekiyor. Bunu yapmak için herhangi bir sihirbazlık numarası yok. Hatta bazen bu oldukça eğlenceli de olur. “Kriz ve Umut” yazımda güzel bir grev olayından bahsetmiştim, 1990’ların başındaki Caterpillar firmasında gerçekleşen grev. Caterpillar şu açıdan oldukça önemliydi; Reagan usulü grev kırma tekniklerini ilk kullanan imalat endüstrisiydi. Bu olay, Chicago Tribune tarafından önemli bir noktaya da dikkat çekilerek oldukça iyi aktarıldı. Şöyle yazıyordu; grev kırıcılar gayrimeşru bir şekilde grevi kırdıklarında, işçilerin Peoria’daki desteği oldukça azdı ve bu oldukça çarpıcıydı çünkü oradaki topluluk tamamen sendika tarafından oluşturulan, inşa edilen bir topluluktu -sendikaya dayanan bir cemaat da diyebiliriz. Fakat iş krizin dönüm noktasına geldiğinde, topluluğun kendisi grevi desteklemedi. Şimdi bu, Obama hakkında ilginç bir noktayı gösteriyor, çünkü Obama’nın kendisi de büyük ihtimalle Chicago’daki cemaat örgütleyicilerinden biriydi o zaman. Ve şu an eminim ki, Chicago Tribune‘ı okumuştu, o konu hakkında bilgisi vardı fakat işgücüyle dayanışmasını göstermek amacıyla gittiği ilk yer Caterpillar’dı. Unuttuğunu sanmıyorum ve işçi hareketi de tepki vermedi. Hatta radikal emek tarihçileri bile hatırlamadılar. Bu 15 yıl önceydi ve bunca şeyden sonra bu olay, propagandanın birçok şekilde gerçek bir zafer kazandığını gösteriyordu.
Güçlü ve atağa geçen bir işçi hareketini yeniden kurmak büyük çaba gerektiriyor, fakat daha önce bu yapıldı. Demek istediğim 1920’li yıllardaki işçi hareketi neredeyse tamamen yok olmuştu. Ve 1930’larda tekrardan canlandı ve oldukça radikalleşti. Bir şeylerin gerçekleşmesi mümkün; fakat kendi başlarına değil. Yani, o zamanlar temel haklar mücadelesinin, işçi mücadelesinin ve daha birçok şeyin tam kalbinde yer alan Komünist Parti’niz vardı, şimdi başka bir şeyin bunları sağlaması gerekiyor. Rusya’ya hayranlıklarını sahiplenmeyebilirsiniz, fakat yerel olarak oldukça iyi kayıtları vardı. Bunu çocukluğumdan çok iyi hatırlıyorum, çünkü benim ailem de çoklukla sendikanın içindeydi.
Babanız da IWW’deydi, değil mi?
Evet içindeydi… Fakat gerçeği öğrenmek ister misiniz? (Gülüşmeler)
Evet, tabii ki.
Buraya göçmen olarak gelmişti ve hiç İngilizce bilmiyordu. Baltimore’deki bir şekerci dükkânında çalışmaya gitti. Ve daha sonra bana demişti ki, şu eleman hep buralarda dolanıyor ve işçilerin yanında gibi gözüküyor, böylece ben de imzaladım. Daha sonra belli oldu ki, adam bir IWW örgütçüsüymüş. Babam imzaladığına pişman değildi; sadece ne olup bitiyor gerçekten bilmiyordu.
Hangi endüstri dalındaydı kendisi?
Baltimore’de şekerlemeciydi. Diğer akrabalarım içinde, bazı kadınlar Uluslararası Kadın Dokuma İşçileri Sendikası’ndaydı ve erkekler de genelde tezgâhtar ya da o tür işleri yapan tiplerdi. Ben Philadelphia’da yaşıyordum ama ailem New York’taydı. Sendikanın onlar için yaptıklarını görebiliyordum. Gerçekten hayatlarını kurtarmıştı. Terzi olan iki teyzem evlenmemişti ve tabii ki 1930’larda işsizlerdi, fakat sendika onlara bir hayat verdi. Bir sendikanın kuruluşu için birkaç haftayı kırsalda geçirmişlerdi ve eğitim programları ve o tatta şeyler düzenlenmişti. Bilirsiniz işte, gerçek bir cemaat, topluluk hayatı vardı. Ve Komünist Parti üyesiydiler; Rusya ile ilgili umursadıkları bir şey yoktu, sadece Birleşik Devletleri umursuyorlardı.
Burada, işçi hareketinin ve IWW’ nin geleceğine dair düşünmeyi de önemsiyorum. Daha genel bir ifadeyle, özellikle şu an içinde bulunduğumuz ve muhtemelen Batı Dünyasında uzun bir süre daha yüzleşiyor olacağımız finansal zorlukların ışığında eğer sonraki kuşak Dünya İşçileri Birliği üyelerine[3] bir adet tavsiyeniz olsaydı, bu ne olurdu?
Aslında, insanlardan birçok mektup alıyorum. Bu akşam eve gittiğimde, gene bugün gelmiş olan 15 mektubum olacak, çoğunlukla da gidişattan memnun olmayan ve buna dair bir şeyler yapmak isteyen genç insanlardan. Ve bana ne yapmaları gerektiğini, ne okumaları gerektiğini söyleyip söylemeyeceğimi soruyorlar. Fakat bu böyle işlemiyor. Demek istediğim her şey; kim olduğuna, değerlerinin ne olduğuna, kendini nelere adadığına, hangi koşullar altında yaşadığına ve ne tür tercihlerin sorumluluğunu üstleneceğine bağlı. Ne yapman gerektiğini belirleyecek olan bunlar. Belli bazı genel fikirler vardır ki; bunlar herkesçe bilinen ve kabul edilen gerçekliklerdir. Bunlardan bahsetmek, bunlar hakkında konuşmak değerlidir çünkü
her zaman inkâr edilirler.
Öncelikle, iktidar odaklarından duyduğunuz hiçbir şeye inanmayacaksınız. Bu yüzden, eğer Obama, ya da patronunuz, ya da gazete, ya da başka biri “şunu yapıyoruz” dediklerinde, bilin ki sıklıkla tersi doğrudur ve bu nedenle onların dediklerine aldırmayın ya da tam tersine inanın. Kendinize ve birlikte hareket ettiğiniz kişilere güvenmelisiniz. Yukarıdan bir hediye gelmiyor; onu kazanacaksınız, mücadele ederek kazanacaksınız ve bu durumun ve koşulların ciddi bir analizini ve anlayışını gerektiriyor. Bu olduğunda, birçok şey yapılabilir. Mesela Sağ’ı ele alalım, şu anda yükselmekte olan popülist bir sağ kanat mevcut. Ve sol için de geçerli olan, yaygın reaksiyon da onlarla dalga geçmek, alaya almak. Fakat doğru tepki bu değil. Eğer bu insanlara bir bakarsanız, örneğin radyoda konuşmalarını dinlerseniz, hakiki mağduriyetleri olduğunu göreceksiniz. Radyo konuşmalarını bayağı bir dinlerim ve gerçekten çok ilginçler. Eğer dünyaya dair anlayışını, bilgini bir anlığına dondurabilirsen ve çağrıda bulunan o insanların dünyasına girersen, onları gerçekten anlayabiliyorsun. Bu konu üstüne bir çalışmam yok, ama bu insanların gerçekten mazlum hissettiklerini fark edebiliyorum. Şöyle düşünüyorlar; “Hayatımda her şeyi doğru bir biçimde yaptım, tanrıdan korkan bir Hristiyanım, beyazım, erkeğim, çok çalıştım ve silah da taşıyorum. Benden beklenen her şeyi yapıyorum ve düzülen ben oluyorum.” Ve aslında gerçekten düzülüyorlar. 30 yıldır ücretleri ya durmuş ya da düşmüş vaziyette, sosyal imkânları kötüleşiyor, çocuklar sapıtıyor, okul yok, hiçbir şey yok, bu yüzden birilerinin onlar için bir şeyler yapıyor olması şart ve onlar da bu birileri kim, merak ediyor. Rush Limbaugh bu ihtiyaca cevap verdi, bankaların sahibi olan, hükümeti ve tabii ki medyayı yöneten zengin liberaller, sizi hiç umursamıyorlar; yaptıkları sadece her şeyi; kaçak göçmenlere, eşcinsellere, komünistlere ve diğerlerine bağışlamak.
Bu durumda, bildiğin üzere, göstermemiz gereken tepki; onlarla alay etmek değil, onun yerine özeleştirel bir tavra sahip olmaktır. Neden onları örgütlemiyoruz? Yani, onları örgütleyenin Rush Limbaugh yerine bizim olmamız gerekir. Tamamen aynı olmasa da, can sıkacak kadar benzer olan tarihsel analojiler var. Erken dönem Nazi Almanyası’nın estirdiği kötü hava buna benziyordu. Hitler, benzer mağduriyetleri olan topluluklara sesleniyordu ve sorunların nedeni olarak sunduğu şeyler çılgınca cevaplardı, fakat en azından cevap veriyordu; bu gruplar toplumu hiçbir yere götürmüyordu, bunlar Yahudiler ve Bolşeviklerdi (problem de onlardı).
Demek istediğim, liberal demokratlar ortalama Amerikan vatandaşına asla şunu söylemeyecekler, “Evet, dışlanmanızın, haksızlığa uğramış hissetmenizin sebebi yıllar boyunca uyguladığımız ve hala da devam ettirdiğimiz politikalardır.” Böyle bir cevap olmayacak. Ve bu insanlar, soldan da muhatap bir cevap almıyorlar. Bu yüzden, Limbaugh, Glenn Beck ve diğerlerinden aldıklarında içsel bir tutarlılık ve mantık var. Ve bu tipler oldukça ikna edici, kendilerine güvenleri tam ve her şeye cevapları olan kişiler; çılgınca cevaplar, ama gene de cevap. Ve bunun böyle devam ediyor oluşu bizim hatamız. Bu yüzden yapılacak olan şeylerden biri onları alaya almamak, onlara katılmak, mağduriyetleri hakkında konuşmak ve onlara mantıklı cevaplar geliştirmektir, örneğin “fabrikalarınızı devralın” gibi.
dipnotlar:
1. Pinkerton’s: 1850’de Allan Pinkerton tarafından kurulan Ulusal Dedektiflik Ajansı’nın adı. Bir güvenlik şirketi gibi çalışan Pinkerton’s; sendikalara sızıp, şüpheli potansiyel grevcileri işten attırır, ya da grev kırıcıların korumalığını yapardı. Adı başarısız olan Abraham Lincoln suikastına da karışan bu şirket, daha sonra Lincoln tarafından Amerikan İç Savaşı’nda kişisel muhafızları olarak görevlendirildi.
2. ABD ve Birleşik Krallık’ta faaliyet gösteren, dünyanın en büyük doğal ve organik yiyecek sağlayıcısı firma
3. Wobbly: a member of the Industrial Workers of the World (Dünya İşçiler Birliği üyesi)
Bu söyleşi uzunluğu ve netliği hesaba katılarak düzenlendi. Tamamını dinlemek istiyorsanız, lütfen iw@iww.org’a mail atabilir ya da http://www.authoritysmashers.wordpress.com. adresini ziyaret edebilirsiniz. Charngchi Way ve the Authority Smashing Hour radyo programına teşekkür ederiz.
20 Kasım 2009
[Znet’teki İngilizce orijinalinden Taner Olçum tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]