2010 sürprizle başlamadı. AKP, 1 Ocak’ta nelerin olacağını birkaç ay öncesinden haber vermişti; vergiler arttırılarak her şey zamlanacak, maaş artışları çok düşük tutulacak, güvenceli iş kalmayacak ve işsizlik yaygınlaştırılacak. Türkiye benzindeki vergi yükü açısından dünyada birinci sırada bulunuyor. Son yapılan yüzde 7,1’lik zamla birlikte benzindeki vergi yükü yüzde 70’i buldu. Otoyol ve köprü geçiş fiyatlarına […]
2010 sürprizle başlamadı. AKP, 1 Ocak’ta nelerin olacağını birkaç ay öncesinden haber vermişti; vergiler arttırılarak her şey zamlanacak, maaş artışları çok düşük tutulacak, güvenceli iş kalmayacak ve işsizlik yaygınlaştırılacak.
Türkiye benzindeki vergi yükü açısından dünyada birinci sırada bulunuyor. Son yapılan yüzde 7,1’lik zamla birlikte benzindeki vergi yükü yüzde 70’i buldu. Otoyol ve köprü geçiş fiyatlarına ortalama yüzde 14 oranında zam yapıldı. Sigara ve tütün ürünlerinde vergi artışı iki yönden yapıldı. Sigaradaki vergi oranı yüzde 58’den 63’e çıktı. Sigaradan alınan asgari maktu vergi tutarı da 30 kuruşa yakın arttı. Yeni yılın damga vergisi ve bazı maktu harç tutarları yüzde 10 artırıldı. Zamlar bunlarla sınırlı kalmayacak elbette. Eskiden zam yapmanın nedeni olarak girdi maliyetlerindeki artışlar gerekçe gösterilirdi; oysa bu zamların nedeni AKP’nin 2010 bütçesiyle dolaylı vergileri ve oranlarını artırması.
2010 yılı bütçesinin giderleri 286 milyar, gelirleri 236 milyar, açığı da 50 milyar lira olacak. Açık vermesi üzerine kurulmuş bütçenin gelirlerinin 193 milyar TL’si ise vergilerden toplanacak. Bir önceki yıl örnektir. Hükümet 2009 yılı bütçe açığını 63 milyar TL olarak açıkladı. Oysa 2009 yılının başında AKP’nin bütçe açığı tahmini 10 milyar TL idi. Yani 2010 bütçesi için tahmin edilen 50 milyarlık açık da kat be kat artacak, bu da yıl içinde yeni zamlar anlamına gelecek.
Diğer taraftan; asgari ücret yılın ilk yarısında yüzde 5,2, ikinci yarısında ise yüzde 4,3 artırıldı. Kamu çalışanlarının maaşlarına Ocak ayında yüzde 2,5; Temmuz ayında da yüzde 2,5 artış yapılacak. Enflasyon farkı zammı da 1,5 ile 5,5 TL arasında. Uzun lafa gerek yok; çay kaşığı ile verip kepçe ile almaya başladılar bile.
Ülkemizin zaten kronik sorunu olan işsizlik, krizle birlikte % 10’lardan % 14’lere çıktı. Gerek Orta Vadeli Program’da, gerekse İŞKUR’un tahminlerinde 2010’da işsizliğin azalacağı beklentisi yok. Buna mukabil sermaye cephesinden, büyük çaplı yeni işten çıkarmalar olabileceği imaları yapılıyor. Krizin ilk günlerinde işsiz kalanların, işsizlik sigortasından kıdemlerine göre aldıkları 8 ya da 10 aylık maaşların süresi doldu. Onlar artık hem işsiz, hem de maaşsız.
Tekel işçileri, itfaiyeciler, sağlık çalışanları ve diğerleri hem maaşlarının azalmasıyla hem de işsiz kalmakla karşı karşıyalar. 12 bin tekel işçisini 4-C kapsamına geçirip ücretlerinde üçte ikilik kesinti yapan ve sadece 10 aylık çalışma olanağı tanıyan AKP hükümeti, benzer bir saldırıyı sağlık çalışanlarına da uyguluyor. 40 bin taşeron sağlık çalışanının ücreti asgari ücret seviyesine düşürülüyor, sağlık çalışanları işten çıkarılıyor. BDDK’nın açıkladığı son verilere göre, kredi kartı borcunu ödeyemeyen vatandaşların sayısı 2,5 milyon kişiye yükselmiş bulunuyor. Bir yıl önce bu sayı 1,3 milyondu. Bankacılık çevrelerine göre 2010’da kart borcunu ödeyemeyenlerin sayısı daha da artacak. Ancak borçlarının üzerine yatamayacaklar; bu para faiziyle birlikte zorla tahsil edilecek. AKP hükümeti 2010 yılına sermaye lehine “önlemler” alarak başladı. IMF ile yapılacak anlaşma ve sözde gelecek 20-25 milyar dolar da sermaye lehine “ek önlemler” anlamına gelecek.
AKP, halka karşı bu kadar açık bir saldırı planını uygulamaya koyarken güvendiği birtakım dayanaklar mevcut. En önemlisi halkın genel olarak örgütsüz oluşu. Var olan örgütlülüklerin zayıflığı ve etkisizliği de bir başka dayanak. Ancak saldırı o kadar dayanılmaz ki, Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş gibi bir sendikal aracı olan Tekel işçileri, direnişlerini 15 Aralık’tan beri Ankara sokaklarında sürdürebiliyorlar. Belediye-İş’e bağlı itfaiyeciler günlerdir belediye önünde çadırdalar. Türk-İş’in bile önleyemediği bu isyanlar için AKP’nin tek güvendiği aktör olarak Hak-İş kaldı. O yüzdendir ki AKP’liler her yerde Hak-İş’i örgütlemeye çalışıyorlar. Çay üreticilerini hedef alan yeni saldırı öncesinde Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş’i yetkili sendika haline getiren AKP’ye Ankara 6. İş Mahkemesi “şimdilik” dur dedi ve ÇAYKUR’da toplu iş sözleşmesi yetkisinin Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş’e verilmesine karar verdi.
Tepkisi her geçen gün büyüyen ancak örgütsüz halk için durumu değiştirebileceğini düşündüğü tek yer sandık. Ancak AKP’nin “şimdilik” böyle bir gündemi yok. Sonbaharda bir erken seçim olacağına ilişkin analizler de “bugün için” bir değer taşımıyor. Üstelik erken seçim beklentisini yükseltmek, halkta bekleme ve hesap sorma tavrını ertelemeyi geliştiriyor.
AKP’nin iktidarda “güçlü” kalabilmek için sürekli gündemde tutması gereken bir başka operasyon ise kuşkusuz Ergenekon ve benzeri uzantıları. Gerek izleri takip ederek gerekse yeni “izler” yaratarak süreç canlı tutuluyor. Bu süreç aynı zamanda “savunma ataklarını” da içeriyor. Fethullahçıları silahlı terör örgütü üyeliğine sokmaya çalışan Erzincan savcısına özel kumpas kuruluyor. Hem saldırı engelleniyor hem de diğerlerine gözdağı veriliyor.
Genelkurmay’da çalışanlar bakkala çıkamaz hale geldi. Arınç’a suikast iddiası ister gerçek ister uydurma olsun artık AKP’liler sokakta daha güvenli yürüyebilecekler. Çünkü bundan sonra olacakların “zanlısı” belirlendi. Kozmik oda aramaları ise devam ediyor. AKP’liler bu odada kendilerini hedef alan izleri bulmayı beklerken, sol kamuoyunu yönlendirdiklerini sanan liberaller geçmişin “faili meçhul”lerinin faillerini bekliyor. Elbette ki bu faillerin isimlerinin açığa çıkması önemli ancak bu ülkedeki faili meçhullerin sorumlusunu yine bu ülkedeki herkes zaten biliyor; devletin içindeki veya dışındaki birtakım gruplar değil, bizzat devletin kendisi. Bu operasyonların sonuçlarında ne tür gerçek verilere ulaşılırsa ulaşılsın şu anki sonuç; Genelkurmay’ın en gizli (mahrem) yerine girebilen AKP’nin MİT, yargı, ordu içerisinde hatta tüm devlet bürokrasisi içinde elde ettiği prestijdir. Bu prestij de en az eskisi kadar güçlü bir “kendi” derin devletine dönüştürülecektir. Öyle ki bu kendi derin devletleri şimdiden kendi (AKP) içlerinde bile operasyon yapar hale geldi: Trafik çevirmesiyle kurulan “tezgâh” sonunda AKP Elazığ Milletvekili Feyzi İşbaşaran, ‘Öldürülürsem sorumlusu Başbakan’ dedi ve AKP’den istifa etti.
AKP’nin bir diğer prestijli operasyonu sermayeye yönelikti. Aydın Doğan uzun erimli bir çabanın sonunda “diskalifiye” edildi. Kızı TÜSİAD Başkanlığını, kendisi Doğan Holding YK Başkanlığını, dalkavuğu Hürriyet genel yayın yönetmenliğini bıraktı. TÜSİAD’ın başına “AKP… şu an gerçekten barış ve huzur getirmeye çalışan tek aktör” tespitinde bulunan eski siyasetçi yeni ilaç patronu Cem Boyner’in eşi geçecek. Bu yeni durumla birlikte Erdoğan’ın eczacılara neden bu kadar öfkelendiği de öğrenilmiş oldu. Boyner, tekstil sektöründeki hisselerinin önemli bir kısmını satıp ilaç dağıtım sektörüne yatırarak Cüneyd Zapsu’nun da yer aldığı ilaç patronlarından biri olacak. Beş yıl içinde 11 milyardan 30 milyar dolara ulaşması beklenen ilaç pazarının paylaştırılması Erdoğan’a “güvenilir” partnerler yaratabilir. Bir hatırlatma; Boyner, 8 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul Eczacı Odası’nı ziyaret etmiş ve alışveriş merkezlerinde eczaneler açmak istediklerini dile getirmişti.
AKP’nin en büyük prestij yatırımı olarak baktığı Kürt “açılımı” ise karşı atakların da
etkisiyle “şimdilik” ihtiyaç duyulan “başarıyı” sağlayamadı. Üstelik siyasal gerilimi ar
tırdığı gibi toplumsal kutuplaşmayı hızlandırdı. Bu durumun en çarpıcı örneği Ahmet Türk’ün evini taşıması/taşıyamamasında yaşandı.
Yeni komşularının istememesi yüzünden Ahmet Türk’ün eşyaları yarı yoldan döndü. Defalarca tekrar edilmesine rağmen yenilemekte yarar var; Kürt sorununun siyasal çözümü/çözümsüzlüğü bir yana asıl tehlike halklar arasındaki “ayrışma”dır (Türkler Türk mahallelerine, Kürtler Kürt mahalleleri ne). Bu devletin ismi “Türk ve Kürt Ortak Cumhuriyeti” şeklinde değişse bile Kürt ve Türk halkı sosyal, kültürel, toplumsal olarak ayrı kaldığı/ayrıştırıldığı sürece sorun daha da büyüyecektir. “Yeniden Kardeşleşme” çizgisi tam da bu yüzden önemlidir!
AKP iktidara geldiği günden beri neoliberal politikaların en azgın yürütücüsü oldu. Buna rağmen siyasal gündemin ilk sıralarını sürekli farklı konular işgal etti. Bu bir dönem laik-şeriatçı gerilimi oldu, bir başka dönem Ergenekon, kapatma(ma) davası, dış politika atakları. Artık AKP’nin üstündeki örtü kalkıyor. Gerçek kimliği daha çıplak ortaya çıkıyor: yoksullaştırma, mülksüzleştirme, işçi(siz)leştirme, güvencesizleştirme… AKP’nin 2010 programının ana hedefleri arasında.
İlerici toplumsal muhalefetin 2010 programı da kuşkusuz AKP’ye “dur demek” olacak. Ancak böyle bir savunma çizgisinin kimi eksikleri ve zaafları da kendi içerisinde barındıracağı açık. Zamlara karşı çıkmak, bir önceki tarifeyi istemek; düşük ücrete karşı mücadele, bir önceki ücreti kabul etmek… biçimlerine dönüşebilir!
Tam da bu yüzden zamlara karşı çıkarken insanca yaşam için gerekli koşulların oluşturulmasının mücadelesini vermek; ücretlerin düşürülmesini kabul etmezken asıl mücadeleyi yoksulluk sınırının üzerinde bir ücret talebine dönüştürmek gerek… Vurgulanması gerek: Bedavacı bir hareket değil, hakkını bilen ve hakkını alan bir hareketiz.